Donald Trump'a yönelik suikast girişimi Cumhuriyetçilere beklenmedik bir ivme kazandırdı ve iktidara dönme şanslarını artırdı. Cumhuriyetçilerdeki kutlama ve seferberlik atmosferi, özellikle parti liderlerinin Başkan Joe Biden'ın yarıştan çekilmesi yönündeki çağrılarının artmasıyla birlikte, Demokratların kampanyasında görülen kaybolmuşluk ve durgunluk haline karşıt bir ritim oluşturdu.
Bu yeni gelişmeler, uluslararası ve bölgesel sorun ve çatışma dosyalarını karıştırdı, onları bilinmeyene açık bir hale getirdi ve keskin gerilimlerin esiri yaptı. ABD başkanlık seçimlerinin küresel ve bölgesel meseleleri etkilemesi yeni bir şey değil. Ancak özellikle bu seçim öncekilerden farklı bir etki yaratacak çünkü ABD'nin dış politikasının yanı sıra iç işlerini de etkileyen dönüştürücü bir boyut taşıyor.
İlk çekişmeler, Cumhuriyetçi Parti’nin kendi içinde başkan yardımcısı adayı DJ Vance'in meyilli olduğu izolasyoncu eğilim ile ABD’nin özgür dünyayı savunma konusundaki sorumluluklarını yerine getirmesine bağlı kalmakta direten eğilim arasında ABD'nin uluslararası sistem ve küreselleşmedeki rolü, konumu konusundaki derin anlaşmazlıklara işaret ediyor. İkinci çekişme, liberal ve sol eğilim ile kimlikçi aşırı sağcı muhafazakarlık arasında Amerikan değerlerine yönelik yaşanan kültürel ve ideolojik savaşa atıfta bulunuyor.
Trump'a yönelik başarısız suikast girişimi, açık bir havada aniden kopan bir fırtına gibi gelmedi; daha ziyade ABD'nin tanık olduğu şiddetli siyasi kutuplaşmanın doruk noktasını temsil ediyordu. Bu kutuplaşma normal anlaşmazlıklar sınırlarını aşarak ülkede şiddetin yayılmasına ve iki ana partiyi etkileyen bir olgunun, yani aşırılık aleyhine merkezciliğin zayıflamasının yaygınlaşmasına yol açtı. Merkezciliğin gerilemesi, Çay Partisi'nin Cumhuriyetçi Parti'yi aşırıcılığa çekmesi ve onu birçok Cumhuriyetçi başkan ve siyasi lideri karakterize eden merkezcilik ve ılımlılıktan uzaklaştırması ile açıkça ortaya çıktı. Daha sonra Trump ya da iktidarı yücelten, iktidar ile devlet arasında bir karşıtlık olması durumunda iktidarı seçecek olan Trumpçılık olgusu partinin üzerine çöktü. Nitekim son seçimlerde Biden'ın zaferinin açıklanmasının ardından da bu oldu; sonuç reddedildi, Kongre işgal edildi, yargıya yönelik suçlamalarda bulunuldu. Bu olgu Amerikalıların geniş bir kesimini cezbetti ve Cumhuriyetçi Parti'nin mirası Trump ve onun küçük çevresine indirgendi. Merkezci liderlerin partinin politikaları ve yönelimleri üzerindeki etkisi oldukça azaldı.
Öte yandan, Barack Obama'nın demokrasi ve eşitlik lehine bir gedik açarak başkanlığa gelmesiyle birlikte Demokrat Parti, solun kendisini aşırı liberal pozisyonlara ve politikalara yönlendiren etkili bir güç olarak ortaya çıkışına sahne oldu. Demokrat Parti'nin sol kanadının, parti politikaları üzerindeki etki açısından Cumhuriyetçiler arasındaki Trump olgusuna denk olmadığına şüphe yok. Ancak bu etki, partiyi özellikle eşcinsellerin hakları, cinsiyet ve cinsel kimlik konularında keskin pozisyonlar benimsemeye sevk etti. Buna göre cinsiyet ve cinsel kimlik fizyolojik gerçeklere değil, kişinin içsel hislerine bağlıdır. Siyasi açıdan da parti içindeki solun etkisi en çok Gazze Savaşı sırasında ortaya çıktı ve İsrail'e karşı çıkma ve kendisine yönelik silah tedarikinin sona ermesini talep etme noktasına kadar vardı.
Demokrasisi, kurumları, gücü, üzerinde yükseldiği kurucu babaların ilkeleriyle ABD’nin, her zaman başına gelebilecek hastalıkları tedavi edebilecek kapasitede olduğunu düşündük. Ancak bugün onun ölümcül bir hastalıkla karşı karşıya olduğunu görüyoruz. Bu hastalığın siyasetteki belirtileri, her iki tarafta da merkezciliğin ölümü, etiğin yok olması, kimlikler ve alt kültürler pahasına vatanseverliğin gerilemesidir. Toplumsal alandaki belirtileri, çeşitli bileşenler arasındaki bağlantının kaybedilmesi ve aralarındaki bütünleşmenin zayıflamasıdır. Kültür ve düşünce alanındaki belirtileri, mantıksızlıklar ve meleklerin cinsiyeti hakkındaki tartışmayı “insanın cinsiyeti” tartışmasına dönüştürdüğünü söyleyebileceğimiz saçma tartışmalarla meşgul olma dönemine girilmesidir. Bu, Amerikalıların artık gerçek ile yalanı, doğru ile yanlışı ayırt edemediği bir dönemdir.
Suikast girişiminden itibaren bazıları, Trump’ın seçimleri kesinlikle kazanacağını söylemeye başladılar, ama bu, abartılı bir görüş. Hem de Biden ile partisi arasında adaylığının uygunluğu konusunda anlaşmazlıkların devam etmesi, Başkanın ve partinin enerjisini bu konuda heder etmesi, kalan kısa süreyi Biden'ın yaşlılığını tartışarak boşa harcaması halinde, Trump’ın kazanma şansı daha çok artmış olmasına rağmen. Biden'ın bilgeliği üstün gelir, adaylıktan çekilmeye karar verir ve partisine en iyi merkezci adayı seçmek için yeterli zaman tanırsa, partinin büyük bir yenilgiye uğramasını ve ABD'nin kendisini özgür dünya liderliğinden uzaklaştıracak bir dönemece girmesini, radikal sol eğilimi engellemeye çalışmış olacak. Öte yandan, Trump'ın gelişi ABD'nin çehresini değiştirecek; zira Trump, suikastın ardından hâlâ partiyi alıp yeni, daha açık bir yöne yönlendirme fırsatına sahip. Sadece iletişim biçimini değil aynı zamanda davranış biçimini de değiştirebilir. Ne var ki herhangi bir değişimin göstergeleri, özellikle de son konuşmasından sonra ne yazık ki şüpheli olmaya devam ediyor.
ABD, içinden geçmekte olduğu tehlikeli dönüm noktasından zarar görmeden çıkmasını sağlayacak avantajlara hâlâ sahip mi? Aşırı liberal bir ABD ya da aşırı sağcı bir ABD ile dünya nasıl olurdu? Rakamlar umut verici çünkü her iki partide koşullar ne olursa olsun ya Demokrat ya da Cumhuriyetçi adaya oy verecek aşırılık yanlılarının oranının halen yüzde 30 civarında olduğu söyleniyor. Geriye kalan kesim ise yarışın sonucunu belirleyecek ve o zaman seçmenin ruh halinin durumun ciddiyetinin farkında olup olmadığı netleşecek.
Bunu beklerken bölge ve dünya meseleleri askıda kalacak, izolasyon savunucuları ile müttefiklerin yanında kararlılıkla durma rolü destekçileri arasında ABD'nin küresel düzenin dönüşümünde nasıl bir pozisyon alacağına karar vermesi beklenecek.