Hazım Sağıye
TT

İç ve dış roller arasında Gazze savaşı

Dünyanın dört bir yanında öğrencilerin ve insan hakları savunucularının Gazze'deki soykırıma karşı seslerini yükseltmelerini sağlayan etkenler arasında hiç şüphesiz asil ve yüce insani duygular vardı. Bu tür çabalar başarılı olması durumunda bölgemizdeki ve belki de dünyamızdaki dengesizliklerin düzeltilmesine veya en azından azaltılmasına katkı sağlayabilir.

Ancak, etkenlerin asaleti tek başına sorunları çözmez, aynı şekilde insan haklarının veya öğrencilerin farkındalığının politika için bir rehber olması için de yeterli değil. Meselelerin başı, “Batı”yı değiştirmede öğrenci/insan hakları müdahalesinin başarısının boyutunun tartışılması bir yana, dışarıdan destek almaya ve onu çözüme bir unsur olarak dahil etmeye yetkin bir içerinin ne ölçüde var olduğu meselesine uzanıyor. Bu noktada dahili medyanın amaca ters yönde çalıştığını söylersek abartmış olmayız. Bugün kendi kararlarını verebilecek ve bağımsız stratejiler geliştirebilecek güçlü bir Filistin siyasi organı yokken, Hamas her türlü siyasi kabulün dışında kalıyor. Savaş birden fazla alanda devam ettiği sürece, Filistin de dahil olmak üzere Maşrık’taki sivil parçalanmalar zayıflık unsurlarını büyütüyor ve şu soruyu sormaya zorluyor: Savaş nasıl küresel ve aynı zamanda altta ulusal olabilir?

Deneyimler bize, sabotajcı bir içerisinin, haklı ve adil bir davayı, kendisine benzeyen bir siyasi ifade şekli bulmaktan mahrum bırakma gücüne sahip olduğunu söylüyor. Kesin haklılığının, onun iç savaşlarla, bölgede milis bir güç kurmakla, despot rejimlerin kullanmaları için etkin bir malzeme sunmakla, Maşrık (Levant) toplumlarını bölmekle tehdit etmeye ek olarak düşmanınız için bile istemeyeceğiniz türde bir Hamas rejimi, İran’ın Maşrık üzerindeki  hakimiyeti ile ilişkilendirilmesini engelleyemediği Filistin davasında onlarca yıldır gördüğümüz şey de tam olarak budur.

İşlevsel olarak yurt dışından gelen destek İsrail'in vahşetine göre çok daha yavaş. On aydan uzun bir sürenin ardından ortaya çıkan sonuca gelince, Gazze'nin geniş çaplı yıkımı ve Batı Şeria'daki endişe verici koşullarla birlikte sadece bunu söylüyor. İsrail hükümeti misillemesini ve dünyayı küçümsemeyi sürdürürken, yerleşimciler de toprakları yutmaya ve sakinlerini kovmaya devam ediyorlar.

Maşrık’a gelince, milisler ve Gazze savaşıyla ilgili anlaşmazlık da dahil olmak üzere fikir ayrılıkları tarafından yutuluyor. Bu, konuya bağlı bir detay değil, konunun can alıcı noktasıdır. Bunun nedeni, İbrani devletinin Gazze savaşına, iki savaşın, Maşrık ülkelerini ve toplumlarını hedef alan İsrail-İran savaşı ile İran’ın bu ülkelere yönelik savaşının eşlik etmesidir. Bu ikisi, dış desteğin önünde iki engel oluşturuyor; bunlardan biri Tahran'ın rolü, ikincisi ise Hamas, Hizbullah ve Husi karşıtlarının taşıdığı “Yahudileri lanetleyen" itici farkındalık. Bu iki rol, dış destek suyunun büyük bir kısmının boşuna akıp gitmesine yol açma tehlikesi taşıyor.

Bu, herhangi bir “sağcı”, “solcu” ya da “liberal” modele değil, gerçekliğin incelenmesine dayandığını iddia eden bir teşhis. Aynı zamanda özellikle İran'ın rolü ve sponsorluğu gölgesinde Maşrık bölgesinin gerileyişine de odaklanıyor. Bunun nedeni, bu içerinin Gazzelileri İsrail'in ölüm sunağına kurban olarak bağışlama kudretinin, bahsi geçen dışarının hayatlarını koruma kudretinden çok daha fazla olması.

İçerisi ile ilgilenmeme ve onunla ilgilenmeyi önemsiz ve boş olarak görme, önemli olanın Batı'da olup bitenlere ve bunların yalnızca İsrail'e yansımalarına odaklanılması olduğu düşüncesine gelince, işte bu sömürge karşıtı bir bağlamda yer alsa bile, sömürge bilincinden etkilenmiş olduğu gizlenemez bir husustur. Çünkü sömürgelerde olup bitenleri sanki atalet, gereksiz olanın gerekliliği gibi sunuyor.

Dış desteğe yatırım yapmama nedeniyle soykırım felaketi iki felakete dönüştüğünden, bu sıkıntı doğuyor ve dış başarılar, sanki eksiklerimizi telafi eden bir hazineymiş gibi abartılıyor. O yüzden meşhur bir Hıristiyan sözünü şu şekilde değiştiriyoruz: Dünyayı kazandığın sürece kendini kaybet.

Böyle bir durum, kendisini benimseyenleri, özellikle de direnişi reddedenler ve nefret edenler arasında yer aldıklarında tuhaf bir duruma sokuyor. Bu durumda onlar, gücü olmayan, tarihi olmayan, bağlantıları olmayan, kendisi ve diğerleri hakkında anlatısı olmayan bir dava için coşku duymuş oluyorlar. Davanın güçlerinden kopmanın ki biz istesek de istemesek de, dava için savaşan asıl güçler onlardır, dış faktörün rolünün abartılmasına yol açmasından korkuluyor. Böylece kendimizi, büyütülmüş ve kendisini çevreleyen şeylerden izole edilmiş bir dava hakkında ahlaki veya yarı dini ifadeleri tekrarlayan dışsal bir durumla karşı karşıya buluyoruz.

Öğrencilerin, mahkemelerin ve yargıçların temsil ettiği dış destek belki de Batı'da ilk kez gerçekleşen bir şey, fakat kesin olan şu ki, bu deneyim Filistinliler ile Arapların dış destek ile ilişkilerinde ilk deneyim değil.

Bir zamanlar o döneme, ruh haline ve güçlerinin doğasına uygun olarak Sovyetler Birliği ve kampı, Çin ve Hindistan'ı da içine alan, bağımsızlıklar, devrimler ve (bugün ortadan kalkmadığını keşfettiğimiz) sömürgecilikten kurtulma tarafından körüklenen ve yükseltilen “Ulusal Kurtuluş Hareketi” Arapların yanında yer almışlardı. O dönemde Arap komünist partileri Sovyet dostlarının rolünün propagandasını en çok yapan partilerdi. Zira o zamanlar komünist partiler dışarıya en açık partilerdi ve aktivistleri de “milli” olarak tanımlanan askeri rejimlerin hapishanelerinden yeni çıkmışlardı. Ancak bunlar sadece birkaç gün sürdü ve sonra "Sovyet dostluğu" ve "emperyalizmle açık çatışma" söylemleri sayfasını kapatıp, “yenilgiden sonra özeleştiri” yapmaya ve daha önce kendisini eleştirmenin bir suç sayıldığı Abdunnasır başta olmak üzere savaşı yürüten iç güçleri eleştirmeye demirlediğimiz günler başladı.