Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Demokrasi: Diğer görüş!

Ortadoğu'daki bazı ilgili kişiler, Donald Trump ile Kamala Harris arasındaki yarışı haftalarca yakından takip eden Amerikan basınının bazı kesimlerinin “yüzyılın münazarası” olarak tanımladığı olayı takip etmek için münazara gecesi geç saatlere kadar uyanık kaldılar. İki aday neredeyse her konuda farklılar; cinsiyet, siyasi çaba, hatta ten rengi, sosyal ve ekonomik geçmişlerinin doğası. Bu nedenle insanlar tarihi münazaranın sonucunu öğrenmek için sabırsızlanıyorlardı. Sonuç ise büyük bir ülkedeki çekişmenin, kazananı belirleyen ve “kararsız” olarak adlandırılan küçük bir oy yüzdesinin kazanılmasına dayandığıdır.

Batı demokrasisindeki daha derin sorun, akademisyenler tarafından ele alınan ve şu soruyla bağlantılı olan sorundur; liberal demokrasi, onu vaat edenlerin ondan beklediklerini yerine getiriyor mu? Yani, sandıkta kolektif olarak kendi kaderini tayin etme ve birbirini denetleyen kurumlar inşa etme yoluyla kamu yararı ve iyiliği gerçekleşiyor mu? Bilhassa değişen dünya koşullarında uygulamanın ürettiği sonuçların çoğunlukla olumsuz olduğunu, iki adayın işaret ettiği noktaların, yüzeyselliğe ve belki de gözlemci zihin için bayağılığa işaret ettiğini düşünenler var.

Bu noktada biri Amerikalı, diğeri Alman iki yazar, Armin Schäfer ve Michel Zurn'un yakın zamanda yayımladığı dikkat çekici kitaba dönmeliyiz. Kitabın adı “The Democratic Regression”, alt başlığı ise “Otoriterliğin Yayılmasının Siyasi Sebepleri!”

Kitap özünde, liberal demokraside olumlu eylemin gerilemesi ve sonunda halkın duygularını okşayan ama büyük fikirler açısından iflas etmiş liderlerin ortaya çıkmasına neden olan popülizme olan eğilim, dolayısıyla ekonominin bozulması, toplumdaki farklılıkların genişlemesi, savaşların çıkması tartışılıyor.

Kitap, 1998 ile 2008 (küresel ekonomik kriz yılı) arasında küresel düzeyde servet dağılımındaki dengesizliği inceleyen 2012 Dünya Bankası raporuna ve o raporda zikredilen ekonomideki yeni bir kavrama, filin eğrisine atıfta bulunuyor. Buna göre, eğri, filin (kendi deyimiyle) topraktaki kuyruğundan, yani yoksul ülkeler için büyümenin sıfır olduğu noktadan başlar, daha sonra bu eğri, filin gövdesine (sanayileşmiş ülkeler) ulaşana kadar yüzde 5 oranında kademeli olarak yükselir. Sonra tekrar aşağıya doğru seyreder ve hortumuna ulaştığında aniden tekrar yükselir. Kitapta belirtildiği üzere Çin ve Singapur gibi “totaliter” ülkeler bu son canlanmayı yaşadılar.

Analiz, birçok kişinin Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra nihai zaferini kazandığına inandığı çeşitli kurumlarıyla liberal demokrasinin çekiciliğinin, hızla azaldığı ve mikroskopla incelendiği görüşünde. Zira kendisi “kişisel menfaatin sınırı, kamusal menfaatin sınırına kadardır” şeklindeki gerçekleşmemiş ilkeye inanıyordu. Bu, liberal demokrasiyi uygulayan pek çok toplumda, çok geçmeden liberal demokrasinin “fil eğrisi”ni meydana getirdiğini açığa çıktı. Yani bir yanda yüksek gelirli bir kesim diğer yanda yoksul bir kesim ortaya çıktı. Uygulama, tek kişi veya kendilerini “kurtarıcılar” olarak sunan birkaç kişi için bir “seçim otokrasisine” dönüştü. Siyasi açıdan olgunlaşmamış olabilecek liderler yetiştiren formalite bir seçim süreci üretti.

Örneğin, Trump 2016'da seçmenlerine yabancılara karşı duvarlar örerek, açık denizlerden gelen mallara uygulanan vergileri yükselterek büyük bir ekonomik tatmin elde edeceğine dair söz vermişti. Gerçekten de bu politikaların çoğunu uyguladı, ancak kârlarını gönüllü olarak başkalarıyla paylaşmakta, sermaye sahiplerine güvenmesi hatalıydı. İnsan doğası gönüllü olarak eşitliği kabul etmediğinden, yönetiminin son yıllarında az sayıda zengin, ortalamanın altında bir çoğunluk ve çok sayıda yoksul insan açısından yükseldi. Ama ne yazık ki, hafife almaya karar verdiği Korona salgınının dünyayı ve ABD'yi kasıp kavurmasıyla birlikte, ABD'deki gelir paylaşımında bulunan farklılıklar önceki dönemlere göre arttı.

Öte yandan (totaliter) Çin, ekonomide dikkate değer bir başarı elde etti ve milyonlarca Çinliyi yoksulluğun dibinden orta ve üst sınıfa taşımayı başardı. Çin bugün yeni Küresel Güney’in bir parçası ve vatandaşları arasında nispeten daha eşit bir gelir dağılımına, dünyanın en verimli, en ucuz üretimine ve en güçlü deniz filosuna sahip. Modeli dünya genelindeki ülkeler için başka bir seçenek haline geldi ve totalitarizmin kaçınılmaz olarak toplumdaki birkaç seçilmiş kişiyi desteklediği şeklindeki eski fikrin yanlış olduğunu kanıtladı. Çin ve Singapur liderlik modellerinin kanıtladığı sonuçlardan biri de kamu yararının büyümeyi ve makul bir servet dağılımını sağlayan politikalarının önemli bir parçası olduğudur.

Eğer kalkınma adil bir gelir dağılımı, güvenli bir yaşam, kamu yararını sağlamaya yönelik bir projesi olan liderliğin varlığı anlamına geliyorsa, toplumların seçim sandıklarına sahip olmasının bir önemi yok. Özellikle de seçimler popülizme karşı savunmasızsa, kararlar gittikçe daha az sayıda kişi tarafından alınıyor ve liderliğin yetkinliğinde bir körelme hatta saflık görülüyorsa.

Son söz, taraflı olmaktan uzak bir ahlaki pusulaya sahip liderliğin yetkinliği, kalkınma ile istikrar, kaos ile bölünme arasındaki farktır.