Pazar günü İsrail uçakları, Güney Lübnan'daki el-Vazzani bölgesine broşürler atarak Hizbullah'ın oradan atışlarda bulunduğu bahanesiyle bölge sakinlerinin derhal bölgeyi terk etmesini talep etti. Broşürün içeriğindeki en tehlikeli husussa, halktan “savaş bitene kadar bu bölgeye dönmemesini” isteyen ifadeydi.
İsrail ordusu hemen dağıtılan broşürlerin bir subayın bireysel girişimi olduğunu açıklasa da, bu, İsrail güvenlik kurumunun başının içinde dönenlerin ciddiyetini azaltmıyor. Bunların en önemlisi de Hizbullah'ın İran cephaneliğini varoluşsal bir tehdit olarak görmektir.
Bu, İsrail'in Lübnan'a tehdit ve uyarı broşürleri atmaya başvurduğu ilk sefer değil. Lübnanlıların bu konuda uzun ve acı deneyimleri var. 1982 yazında İsrail ordusu Beyrut'u kuşatmış ve uçakları bölge sakinlerine, başkenti terk etmeleri için belirlemiş olduğu ve “güvenli” olduğunu söylediği yolları bildiren broşürler atmıştı. İsrail tanklarının Beyrut'a doğru hızla ilerlediğine şahit olan Güney Lübnan'da da aynısını yapmıştı.
Mevcut durumun o yaz aylarındaki İsrail işgali sırasındaki durumdan çok daha tehlikeli olduğunu söylemek abartı olmaz. O günlerde İsrail'in baskılarının hedefi, FKÖ savaşçılarını Lübnan'dan ayrılmaya zorlamaktı ve bu da ateşkesin ardından gerçekleşti.
O dönemde İsrail, tehlikenin Yaser Arafat'a sadık güçlerde ve onun kefiyesi ile Lübnan’dan verdiği görüntülerde yattığını düşünüyordu. O dönemde Lübnan'da İsrail'in kendisi için ortadan kaldırılması gereken varoluşsal bir tehdit olarak gördüğü hiçbir güç yoktu. İran'ın anayasasındaki “devrimin ihraç edilmesini” öngören maddeyi uygulamak için Lübnan'ı bir fırsat olarak görmesinin ardından, o işgal ve broşür yazından, Hizbullah doğacaktı.
Bu sefer Lübnan'a broşür atmak, 1980'lerin başındaki durumdan çok farklı. Broşürler bir yıl önce farklı bir durumda olan bir İsrail tarafından atıldı. Üstelik bugün bölge, 40 yıl öncesine hiç benzemiyor. Lübnan farklı. Suriye farklı. Irak başka. Yemen o zamanki Yemen’den başka.
Cephaneliğiyle, bölgesel varlığıyla, nükleer hırslarıyla, General Kasım Süleymani'nin dört Arap haritasında bıraktığı dokunuşlarla bugün başka bir İran'dan da bahsedebiliriz. Süleymani’nin Gazze’deki silahlanma, eğitim ve tünellerde askeri üretim programına yaptığı dokunuşları da unutmamak gerekiyor.
İsrail Savunma Bakanı ve bazı generalleri, Gazze'deki sahneleri Lübnan topraklarında tekrarlama arzularını gizlemiyorlar. Hizbullah ile savaşı İran'la savaşa alternatif olarak görüyorlar. Bunu İran ile ama Lübnan toprakları üzerinde bir savaş olarak görüyorlar. Bu bağlama bir de caydırıcılığı yeniden tesis etme ve uzun bir ateşkes dayatma, 7 Ekim savaşının başladığı günün ertesinde Hizbullah'ın çalışılmış bir ivme ile yürütmeyi seçtiği “meşgul etme savaşı” seçeneğinin bedelini Lübnan’a ağır bir şekilde ödetme hayalleri dahil oluyor.
Daha önceki hesaplara bakarak bir gözlemci, İsrail'in Lübnan'a karşı geniş çaplı bir savaş yürüteceğine ihtimal vermezdi. Hizbullah, Hamas'ın Gazze'de olduğu gibi kuşatılmış değil. Cephaneliği gelişmiş ve ikmal yolları Suriye ve oradan da Irak üzerinden İran'a kadar açık. Üstelik İsrail askeri mekanizması karşısında Hamas'a sınırlı destek vermek ile yetinebilen İran, Hizbullah'ın yıkıcı bir saldırı projesine maruz kaldığı bir dönemde böyle sınırlı bir destekle yetinemez. 2006 savaşında Kasım Süleymani Beyrut'ta bulunuyordu ve savaşa katılmıştı. Mevcut hesaplarda işler farklı görünüyor.
Lübnan'ın karşı karşıya olduğu tehlikeye dair bir okumada İsrail'de yaşanan değişime de dikkat etmek gerekiyor. Geçtiğimiz aylarda İsrail’in en tehlikeli Başbakanı Binyamin Netanyahu, Gazze Şeridi'ndeki savaşı sadece bir cezalandırma veya intikam savaşına değil, bir varoluş savaşına dönüştürmeyi başardı. Büyük olasılıkla Yahya Sinvar'ın kendisi de bunu beklemiyordu. Yaygın görüş, Sinvar’ın İsrail'in yüzlerce askerin ölümüne katlanamayacağını, sakinlerini ve ekonomisini tüketecek uzun bir savaş yürütemeyeceğini düşündüğü yönünde.
Buradaki mesele sadece Netanyahu'nun kişiliğiyle, savaşın “ertesi gün”ünden, soruşturma komisyonlarından, mahkemelerden duyduğu korkuyla ilgili değil. Bu, askeri ve güvenlik kurumunun tehlikelerin büyüklüğü, öncelikler ve bunlarla yüzleşmek için gereken maliyetlere dair okumasıyla da ilgili. İsrail toplumunun mevcut savaşın bir varoluş savaşı olduğuna ikna olması, onu hem insani hem de ekonomik açıdan maliyetli bir savaşın yükünü taşımaya itiyor.
Aynı zamanda Netanyahu, ABD filolarının, büyük bir bölgesel savaşın çıkması durumunda kendisiyle çatışmaya girmekten başka çareleri olmadığını anladıklarından emin olduktan sonra, savaşı ABD seçim komasına girene kadar uzatmayı da başardı.
Netanyahu geçen aylar boyunca ABD'nin tavsiye ve uyarılarına karşı isyan etme gücünü gösterdi. O sanki mevcut savaşı, İsrail'i önümüzdeki on yıllarda yeni savaşlardan kurtaracak, belirleyici bir savaş haline getirmeye çalışıyor. Batı'nın son zamanlarda İran'a yönelttiği Rusya'ya füze ve insansız hava aracı temin ettiği ve nükleer niyetlerini gizlediği yönündeki suçlamalar, Netanyahu’nun Lübnan topraklarında büyük bir savaş başlatma eğilimini katlayabilir. Lübnan’daki savaşı kesinlikle kolay olmayacak. Yıkım yalnızca Lübnan tarafıyla sınırlı kalmayacak, ancak Gazze'deki uzun savaş, İsrail'de uzun bir savaş yürütebilme becerisinde bir değişimin yaşandığını ortaya koyuyor.
Hamas liderliği savaşın ilk mumunu söndürmeye yaklaşacak kadar süreceğine inanmıyordu. Büyük olasılıkla Hizbullah liderliği de “meşgul etme savaşının” bu ölçüde ve mevcut maliyetle devam etmesini beklemiyordu. Hizbullah “meşgul etme savaşını” durdurmayı Gazze'deki ateşkese bağlıyor. Peki ya İsrail, “varoluş savaşı”nın ikinci bölümünün Lübnan topraklarında geçmesi gerektiğine karar verir ve gelişmiş ölüm makinesi ile bu parçalanmış ülkeye yüklenirse ne olur?
Lübnan'ın gittikçe daha fazla tehlikeye sürüklendiği açık. O, halkının çoğunluğunun geniş çaplı ve açık bir savaşa girişmeye karşı çıktığı, ancak savaş hayaletini ortadan kaldıracak kartlara sahip olmadığı bitkin bir ülke. Yaklaşan tehlikeyi yalnızca Amerikan tarafı savuşturabilir ama Lübnan, ABD'nin rolünün bedelini ödemeye hazır değil. Netanyahu İsraili Şaron İsrailinden daha tehlikeli.