Beyrut'un güney banliyösüne düzenlenen hava saldırısı ile Hizbullah'ın önde gelen liderlerinin öldürülmesinin izlediği, çağrı ve telsiz cihazlarının patlatılması ve binlerce insanın yaralanıp ölmesinin ardından, Hizbullah’a yakın kişiler, Hizbullah’ın askeri ve siyasi liderlerinin Genel Sekreter Hasan Nasrallah'tan kendilerine bulaşan bir baskı ve hayal kırıklığı hissettiklerinden söz ediyorlar. Hizbullah’ın savaş alanında İsrail ve arkasındaki dünyanın en güçlü ülkesiyle tek başına mücadele ettiği onlar için şüpheye yer bırakmayacak şekilde doğrulandı. Nasrallah, Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani'nin geçen mayıs ayında Beyrut'ta yapılan bir toplantıda kendisine söylediklerinin doğruluğundan emin oldu. Kaani bu toplantıda İran Lideri Ali Hamaney'in Hizbullah’ın İsrail ile çatışmaya kaymasını istemediği ve kayması halinde İran'ın müdahale etmeyeceği uyarısını kendisine iletmişti. Yine Nasrallah daha sonra merhum İran dışişleri bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın, İran'ın İsrail saldırısına maruz kalması durumunda Hizbullah’ın yanında yer alacağına dair söylediklerinin ise yanlış olduğundan emin oldu. Nasrallah, Abdullahiyan'ın sözlerinin, Dini Lider'in Kaani tarafından iletilen talebinin gözden geçirilmesinin ardından söylendiğine inanarak İran rejiminin düşüncelerini doğru okuyamadı. Oysa bu, İran'ın kendi çıkarlarına hizmet etmek için kullanmakta usta olduğu bir rol dağılımından ibaretti. Bu hata nedeniyle Nasrallah, İran'ın müdahil olmasını önlemek amacıyla İsrail'in belirli sınırları geçmeyecek veya aşmayacak bir çatışmayı sürdüreceğine dair büyük bir güven hissetti. Ne var ki daha sonra İran'ın çatışma alanının dışında kalacağı açıkça ortaya çıktı. Bu nedenle Şam'daki İran konsolosluğunun bombalanması, İsmail Heniyye suikastı ve Fuad Şükür’ün öldürülmesine yanıt olarak gülünç operasyonlar yapıldı. Geçen haftaki saldırılar, ölümler ve Hizbullah'ın kuluçka merkezini etkileyen yıkımlar yaşandı. Bütün bunlara rağmen, İran, İsrail'in suçlarına herhangi bir yanıt vermekten, hatta kınamaktan uzak durdu. Düşman bomba ve füzeleriyle vurulan savaşçıları gibi Hizbullah da yaralı bir halde tek başına kaldı ve kan kaybetti.
Bu bana merhum Mısır devlet başkanı Cemal Abdunnasır'ın yaşadığı bir olayı hatırlatıyor. İsrail ile mücadelesinde Sovyetler Birliği'nin kendisine destek vereceğine fazlasıyla güvendiği için, İsrail saldırılarına maruz kalan Suriye ordusu üzerindeki baskıyı hafifletmek amacıyla, 1967 yılının mayıs ayı başında Birleşmiş Milletler (BM) güçlerinin Sina'dan çekilmesini talep eden bir manevrada bulunmuştu. Baskıyı artırmak için de Tiran Boğazı'nı kapatmıştı. Bu, İsrail'e bir savaş ilanı gibiydi. Güvenlik Konseyi'ndeki güçlü müttefiki Sovyetler Birliği'nin müdahalesiyle BM güçlerinin Sina'ya geri dönmesini sağlayarak krizi hafifletmek istediğinde ise, Rus liderlere ulaşamamıştı. Muhammed Hasaneny Heykel’in anlattığına göre 4 Haziran'da Aleksey Kosygin ve Leonid Brejnev’e telefon ile bile ulaşamıyordu. Bir sonraki günde ise felaketle sonuçlanan “Altı Gün Savaşı” yaşandı. Bu, hep en yüksekte olan ve hiçbir şeyin üstüne çıkamadığı çıkar oyunudur ve Nasrallah'ın hesaba katmadığı şey de budur ki bu da onun bir başka hatasıdır. Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi kararlarına uyan tek ülkenin İran olabileceği bilinirken, Nasrallah bu Konseyin rolünü unuttu mu?
Kuzey sınırlarından Litani Nehri'ne kadar olan bölgeyi sadece silahlardan değil, insanlardan da arındırılmış boş bir toprak haline getirmeyi hedefleyen İsrail'in Lübnan'a yönelik operasyonlarını durdurması artık pek mümkün görünmüyor. Zira İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve grubu, İsrailli yerleşimcilerin geri dönüşünün ancak o zaman güvenli olacağına inanıyor. Eğer bu gerçekleşirse Hasan Nasrallah da merhum Cemal Abdunnasır'ın yaşadıklarının bir kısmını yaşayacak.
Nasrallah, son konuşmasında çağrı cihazları ile telsizlerin patlatılmasının “önemini” itiraf etti. Söylemediği şeyse, bunun Hizbullah’ın her üyesinin kalbine korku saldığıydı. Hizbullah üyeleri bundan sonra yıllarca omuzlarının üzerinden arkalarını kontrol edecekler, dokundukları her şeyin patlayabileceğini düşünecekler. Ceplerinden çıkardıkları her şeye, evlerinde bulundurdukları her şeye, günlük hayatta dokundukları her şeye şüpheyle bakacaklar. Nesnelerin internetine ihtiyacın maliyeti budur.
Hizbullah şu anda sadece komuta, kontrol ve iletişim yeteneklerinin işlevsiz hale gelmesinden değil, aynı zamanda büyük bir iç güven sorunundan da muzdarip. İsraillilerin istediği de tam olarak buydu ve Nasrallah’ın kendisi de, içerideki “dar daire”ye yaptığı son konuşmasında bunu vurguladı.
Ancak saldırının olası yansımaları da göz ardı edilmemeli ve elbette, ikincil hasarlarla ilgili kaçınılmaz sorular var. Zira cihazlar geçen hafta salı ve çarşamba günü patlatıldığında, bundan zarar gören binlerce kişinin çoğu Hizbullah’ın askeri kanadının üyeleriydi. Ancak okula giden 9 ve 11 yaşlarındaki iki küçük çocuk dahil sivil kayıplar da yaşandı.
ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı'nın (CIA) iki eski üst düzey operasyon yetkilisi, ülkelerinin medyasına verdikleri röportajlarda bunun İsrail için olumsuz siyasi ve stratejik yönü konusunda uyardılar ve şöyle dediler: “... Bu, olağanüstü bir istihbarat başarısı, (Hizbullah) saflarındaysa casusluk ile mücadele konusunda devasa bir başarısızlıktı. Burada sorulması gereken sorular var; bu cihazlardan birinin uçuş sırasında uçakta patlatılması durumunda sivil kayıplar ne sayılacak?”
İsrail’in operasyonu Pandora'nın kutusunu açmış olabilir. Bu, diğerlerine de saldırıyı tekrarlamaya çalışmak için ilham verebilir. Operasyon aynı zamanda, büyük olasılıkla birbirine düşman tarafların artık yararlanmaya çalışacağı tüm mobil cihazlardaki güvenlik açıkları konusunda dünya çapında bir korku da yarattı.
Nitekim İran da dikkatli olmaya ve önlemler almaya başladı. İran, ABD ile müzakere yolunda kendi iç evini temizlemek istiyor.