Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres, 3 Mayıs “Dünya Basın Özgürlüğü Günü” dolayısıyla yayınladığı mesajda, Gazze'de 7 Ekim'den bu yana devam eden askeri operasyonlarda çok sayıda gazetecinin öldürülmesinden duyduğu dehşeti dile getirmişti.
Bu savaştaki gelişmeleri aktaran düzinelerce gazeteci öldürüldü. Öldürme oranlarının artması, denetim ve soruşturma mekanizmalarının kasıtlı yokluğu nedeniyle öldürülen gazetecilerin ve medya çalışanlarının sayısını doğru bir şekilde hesaplamak artık mümkün değil. Ancak bazı tahminler 100’den fazla gazetecinin öldürüldüğünü ve onlarcasının tutuklandığını gösteriyor.
Geçen hafta, 15 büyük Alman medya kuruluşu, gazetecilerine, gelişmeleri takip etmek ve aktarmak olan gerekli rollerini yerine getirebilmeleri için Gazze Şeridi'ne girme fırsatı verilmesini talep ederek, işlerini yapmak için Gazze Şeridi'ne girmelerinin engellenmesini “tarihte benzeri görülmemiş bir emsal” saydı.
Buna paralel olarak, savaştan etkilenen Gazze’de uluslararası, bölgesel ve yerel medya kuruluşlarının merkezlerinin bombalandığına ve tahrip edildiğine dair haberlerde gelmeye devam etti. Buna ek olarak, İsrailli yetkililerinin çok sayıda gazeteci hakkında Hamas hareketiyle bağlantılı oldukları ve onun için çalıştıkları suçlamasıyla kovuşturma başlattığı haberleri de yapılıyor. Bunlar çoğu durumda kesin delil olmadan yapılan suçlamalar.
İsrail, savaşın gelişmelerini takip eden medya alanını temizlemeyi amaçlayan politikalarında bu uygulamalarla sınırlı kalmadı. Aynı zamanda hem “geleneksel” hem de “yeni” yerel medyaya sıkı bir askeri sansür uyguladı. Öyle ki sahadaki koşullara ilişkin fotoğraflara, videolara veya sahayla ilgili değerlendirmelere ulaşmak çok zor hale geldi. Bu durum halkın savaşın etkilerini ve gelişmelerini anlamak için gerekli olan birçok gerçeği bilmesini engelledi.
Bu gerçekler, İsrail'in Hamas ile başlayan ve ardından Hizbullah üzerinden Lübnan’a uzanan savaşının medyada nasıl aktarılmasını istediğinin bir resmini çiziyor. Bu, savaşın etkisiyle ilgili zihinsel imajı kontrol etmeyi ve böylece İbrani devleti liderlerinin medya baskısı olmadan, halkın hesap sormalarına mümkün olan en az düzeyde maruz kalarak hareket etmelerini amaçlayan entegre bir karartma stratejisidir.
Görünen o ki savaşın iki tarafı bulunuyor; bunlardan ilki, sahadaki mücadelenin dinamikleri ve bunun pratik sonuçları tarafından belirlenen fiziki ve maddi taraftır. İkincisi, savaş operasyonları sırasında ve sonrasında her bir tarafın imajıyla belirlenen etik taraftır. İsrail'in bu imaja büyük önem verdiği ve istikrarlı bir pratik başarı elde ettiği görülüyor.
İsrail, kuruluşundan itibaren, zihinsel ve işitsel görüntülerin, genel olarak Araplarla ve özel olarak da Filistinlilerle olan çatışmasının seyri üzerindeki büyük etkisinin oldukça farkındaydı. Dahası İsrail tarafının medya mühendisliği ve çatışmayı takip eden kamuoyu alanının yönetimine ilişkin literatürü incelendiğinde, bu alanın önemi konusunda İsrail’de yüksek düzeyde bir duyarlılığın ve farkındalığın varlığı ortaya çıkar.
Kuruluşunu deklare etmesinin ardından, dönemin başbakanı David Ben-Gurion, yeni kurulan ve “düşmanca bir ortamda yaşayıp çok büyük meydan okumalarla karşı karşıya olan” devletin güçlendirilmesi için gerekli ve hayati olduğunu düşündüğü bir dizi organ ve kuruluş tesis etmeye başladı.
Ben-Gurion'un o dönemde kurmaya gayret ettiği ilk organlardan biri “Gazete Genel Yayın Yönetmenleri Kurulu” idi. Bu, yetkililerin, tüm devlet gazetelerinin genel yayın yönetmenlerini, üye olarak katılma ve kararlarına uyma konusunda yükümlü kıldığı bir organdı.
Ben-Gurion, "Gazete Genel Yayın Yönetmenleri Kurulu”nun açılış toplantısında genel yayın yönetmenlerine çalışmaları için stratejik yön olarak tanımlanabilecek tavsiyelerde bulunmuş ve şöyle demişti: “Sözlerimizi tartmalı, düşmana bilgi vermemeli ve halkımızın arasına ayrılık ve kaos sokmamalıyız.”
İsrail'in daha sonra savaşlarının ve şiddetli çatışmalarının seyrinin takip edilmesi ve aktarılması ile ilgili medya stratejisini, “zihinleri ve kalpleri kazanmak” olarak kavramlaşan noktaya ulaşmak için geliştirmeye çalıştığı doğru. Ancak büyük çatışmalar kızıştığında bu strateji hiçbir zaman işe yaramadı, karartma ve sansür arzusu fiili uygulamalarda daha etkili olmaya devam etti.
İsrail'in Gazze ve Lübnan'daki savaşın gidişatını, özellikle de İsrail içindeki etkisini gizleme politikasına ilişkin şikâyetler yalnızca küresel veya Arap medya organlarından gelmiyor. Tam aksine bazı İbrani medya araçları da bu politikanın tehlikesinden şikayetçi oldu.
Bu ustaca, çok yönlü ve büyük ölçüde etkili bir karartma politikası. Onu diğerlerinden ayıran en önemli husus ise, modernlik, demokrasi ve açılım arzusuna dair parlak sloganlar altında sorunsuz ve istikrarlı bir şekilde gerçekleşmesidir.