Tahran'daki yabancı ajans muhabirleri, Tahran sokaklarında şehirde tehlikeli olayların yaşandığına işaret eden olağandışı bir hareketliliğin yaşandığını bildirdiler. Bu hadise, geçen ayın 28’inde sabah vakti ve özellikle de Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın öldürüldüğü haberinin İran haber ajansları tarafından yayınlanmasından sonra gerçekleşti. Haberler, ordu birimlerinin başkentin çeşitli bölgelerinde, özellikle de Dini Lider Ali Hamaney'in evi ve “Rehberin Evi” olarak bilinen ofisinin çevresinde kontrol noktaları kurduğundan bahsetti. Biri Dini Liderin öldüğü, bir başkası İsrail saldırısı olduğu, bir üçüncüsü, ordunun rejime ve Devrim Muhafızları’na darbe yaptığı gibi pek çok söylenti ve haber yayıldı.
Kesin olan, Hasan Nasrallah'a ve Hizbullah’ın birinci, ikinci ve üçüncü kademe liderlerine suikast düzenlenmesinin, ona ait tesislerin ve altyapının tahrip edilmesinin, kuluçka merkezini oluşturan insanların evlerinin yıkılıp köylerinden sürülmelerinden sonra dağılmalarının ve artık kaldırımlarda uyumalarının, Hizbullah'ın güçsüzlüğünü, düşmana karşı koyma kapasitesinin zayıflığını ve Hasan Nasrallah'ın yüksek sesle haykırdığı gibi, İsrail'in korktuğu bir caydırıcı olarak var olma gerekçesini kaybettiğini ortaya çıkardı. Hizbullah'ın köprü oluşturduğu Lübnan'daki İran varlığının, İran'a sadık direniş güçlerinin teslim olmasına kadar uzun bir süre devam edebilecek İsrail saldırıları sonucunda sarsıldığı, çatırdadığı ve çökmenin eşiğine geldiği de kesin. Lübnan'daki etkili İran varlığının hükmen Hizbullah'ın ülke üzerindeki kontrolüyle bağlantılı olduğuna şüphe yok. Hizbullah bu kontrolü kaybederse İran, 30 yılı aşkın süredir kontrol altına almak için büyük bedeller ödediği, Akdeniz’e kıyısı olan bir ülkede var olma gücünü kaybedecek.
İran başkentinden, Dini Lider'in oğlu Mücteba'yı, İsrail istihbaratının İran'a en üst düzeylerde sızmalarına ilişkin kapsamlı soruşturmalar yürütmek üzere görevlendirdiği haberi de geldi.
Bu sızmalar birçok başarı elde etti; Hamas hareketi lideri İsmail Heniyye ile aralarında en önemlisi Hasan Nasrallah'ın olduğu tüm Hizbullah liderlerinin öldürülmesi de buna dahil. Nasrullah, Hamaney'in gizlice gönderdiği Kudüs Gücü Komutan Yardımcısı Abbas Nilfuraşan ile görüşürken, İsrail füzeleri Nasrallah ve orada bulunanlarla birlikte onu da vurdu.
Nasrallah'ın “Lübnan'ın Gazze'yi desteklemesi" stratejisi, stratejik bir hataya dönüştü. Lübnanlıların artık İran'ın yönettiği bir Hizbullah tarafından rehin tutulma sebeplerinden kurtulmaları gerekiyor. 29 Eylül'de Lübnan geçici hükümetinin Başbakanı Necip Mikati, ülkesinin 1701 sayılı Karara (2006 Birleşmiş Milletler ateşkes planı) bağlı ve Lübnan Silahlı Kuvvetleri’nin kararı “uygulamaya” hazır olduğunu duyurdu.
Görünen o ki Nasrallah ve İranlı destekçileri, İsraillilere karşı koyma kapasitelerini ciddi şekilde abartmış, İsrail'in karşılık verme kapasitesini ise hafife almışlar. Aynı zamanda İran'ın Hizbullah'ı savunmak için kayda değer önlemler almadaki başarısızlığı bölgede kendisine bağlı birçok örgüt arasında ciddi şüphelere yol açmalıdır. Hizbullah'ın gerilemesinin Lübnan'da, Suriye rejimi, Filistinli aşırılık yanlısı gruplar, DEAŞ gibi çok sayıda oluşumun doldurmak için yarışacağı bir güç boşluğu yaratacağının, organize suçların artmasının uzak bir ihtimal olmadığının bilincinde olmalıyız.
İsrail, geçici olarak Güney Lübnan'daki Hizbullah nüfuzunun yerini alabilir, ancak Tel Aviv'in Lübnan topraklarını işgal etmeye yönelik önceki girişimleri çok maliyetli oldu. ABD'nin Lübnan'a daha önceki askeri müdahaleleri de başarısız oldu ve herhangi bir Avrupalı gücün durumu istikrara kavuşturmak için Lübnan’da güç konuşlandırma konusunda istekli olması da pek olası görünmüyor.
Son yıllarda Suriye'deki varlığı yoluyla Lübnan'daki nüfuzunu genişletmeye çalışan Rusya ise iktidar boşluğunu doldurabilecek durumda değil.
Artık Lübnan'ın iç ve dış ilişkilerinin ve meselelerinin kontrolünü Lübnan halkına iade etmenin zamanı geldi. Bilhassa Mikati, İran'ın kararına değil kendi kararına bağlı kalırsa ve eğer ordu şu anda Hizbullah’ın kontrol ettiği bölgeleri kontrol etmeye hazırsa, Hizbullah'ın tek meşru alternatifi ordudur. Ordunun bu bölgelerde konuşlanması, Washington ve Avrupa ülkelerini İsrail'i Lübnan'a yönelik geniş çaplı bir kara saldırısı başlatmamaya ikna etmeye sevk edebilir.
Son olarak Ortadoğu konusunda uzman bir İngiliz diplomat, bölgenin geleceğinin bugün yazıldığını, bölgenin zorlu bir süreçten geçtiğini ve belki de bunun uzun bir süre daha devam edeceğini, ondan sonra terörden, şiddetten, diktatör rejimlerden ve birine bağlı milis gruplardan arınmış yeni bir Ortadoğu doğacağını, bölgenin temel davasının ABD ve Avrupa himayesinde kurulacak iki devlet ile çözüleceğini söylüyor. Füzeler düşerken, yıkım ve ölüm yayılırken, insani felaketin boyutu netleşirken, bu diplomatın söyledikleri “gerçekçi olmayan bir umut” gibi gelebilir. Ama şu da bir gerçek ki, iyimserlik ve yarına dair umut olmasaydı, ezilenler bugüne kadar yaşayamazdı.