Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Tufandan bir yıl sonra!

Okuyucunun, 7 Ekim 2023'ten bu yana geçen bir yılın olaylarını birinin kendisine arz etmesine ihtiyacı yok. Mevcut Arap ve uluslararası medya araçları aracılığıyla her şeyi biliyor ve takip ediyor. Bu medya araçlarını, özellikle de Arap medya araçlarını takip eden herhangi biri, Arap kamuoyunun Gazze'de ya da daha yakın zamanda Lübnan'da yaşanan çatışmayı değerlendirme konusunda bölünmüş olduğunu biliyor.

Denklemin her iki boyutunu ele alırsak, bir tarafta pek çok kişinin zaferin gerçekleştiğine, İsrail'in kaybettiğine ve birçok sakininin göç ettiğine ya da ülkeyi terk etmek için çantalarını hazırladığına inandığını görürüz. Bu var olan bir bakış açısı ve bunu kimse değiştiremez, kendisi çoğunlukla ya yanlış bilgilere ya da onlarca yıldır birikmiş dileklere dayanıyor.

Diğer bakış açısı ise bu çatışmanın nihai sonucunun Hamas’ın silahlı kanadının ve onunla birlikte İslami Cihat’ın sona erdiğini, Hamas’ın sürgünde kalacağını söylüyor. Aynı zamanda silahlı Hizbullah da sona erdi ve bir kısmı Lübnan'daki diğer gruplar gibi siyasi bir grup olarak kalabilir. Bu, doğru, inandırıcı ve belki de karşı tarafın kabul etmeyeceği kadar abartılı olabilecek bir bakış açısıdır.

Sahadaki gerçekler ise bize şunu söylüyor:

Birincisi: Çatışmanın iki tarafı arasında açık bir teknik üstünlük var. Bu sadece öylesine söylenmiş bir söz değil, sahada görülenler de bunu doğruluyor. Bunlar arasında şunları sayabiliriz; Lübnan'da çağrı cihazları ve telsizlerin birer patlayıcıya dönüştürülerek patlatılması. Bu eylemin yıllarca ve büyük bir hassasiyetle planlanması, bilimsel, sürekli ve gizli bir düşüncenin var olduğu anlamına geliyor. Bunun sonucunda pek çok Hizbullah mensubunu hastaneye gönderen, dolayısıyla hizmet dışı bırakan bir başarı kazandı. Buna ilave olarak, Hizbullah liderlerini hassas bir eylemle ve büyük miktarda patlayıcılar ile hedef aldı. Ardından Hizbullah unsurlarını kuzeydeki Trablus şehri ile diğer şehir ve kasabalara kadar dikkatlice takip etti. Bunun görünürdeki anlamı, kendisine karşı caydırıcılığın olmadığı hava üstünlüğünün yanı sıra yerde de teknik bilgiler konusunda bir üstünlüğün var olduğudur.

İkincisi: Gazze'de belki taş üstüne taş kalmadı ve dünya kendisini bu dar şeritte bir yerden bir yere sürülen büyük bir insan grubu karşısında buldu. Dahası neredeyse insan olma sıfatları da bu insanların ellerinden alınacaktı. Aynı şekilde onları koruyacak bir örtü yok. Yer altında direnişin etkinliği azalıyor. Yerin üstünü ise İsrailliler kontrol ediyor, çocukları, yaşlıları ve kadınları boğucu bir kuşatma altında tutuyor ve onları minumum insani ihtiyaçlarından dahi mahrum bırakıyor.

Üçüncüsü: İsrail şehirlerinde Hamas'ın elindeki rehinelerin kurtarılmasına öncelik verilmemesini kınayan periyodik gösteriler yapılıyor. Daha sonra gösteriler dağılıyor ve herkes evlerine gidiyor. Öte yanda ne Gazze'de ne de Beyrut'ta hiçbir protestocu veya karşıt görüşün, Hamas veya Hizbullah’ın, herkesi tarafların eşit olmadığı bir savaşa sürükleyen tutumuna karşı çıkmasına izin verilmiyor. Eğer biri buna cesaret ederse de genellikle akşamları evine sağ dönemiyor. Bu da kâr-zarar açısından hesaplanması gereken bir farktır.

Dördüncüsü: İsrail hükümetinin 7 Ekim operasyonunun gerekçelerini araştıracak bir araştırma komitesi kurmayı -ki bu mutlaka yapması gereken bir şey ama savaş sonrasına erteledi- reddetmesine rağmen, rehinelerin aileleri, avukatlar ve eski hakimlerden oluşan bir komite kurdular. Olup biteni incelemek üzere eski asker ve politikacılardan oluşan tanıkları çağırdılar. Bu komitenin çıktılarının savaştan sonra kurulacak olan komitenin temel direği olmasının önünü açmak için çalışmaları durdurulmadı. Savaştan sonra kurulacak komite, politikacıları, en azından gelişmeleri küçümsedikleri, ihmal ettikleri ve yanlış kararlar aldıkları için kınayabilir. Öte yandan ne Hamas'ın 7 Ekim'deki eylemlerini ne de Hizbullah'ın 8 Ekim sonrası eylemlerini inceleyecek tarafsız bir komite kurma düşüncesi, hatta imkânı bile yok. Siyasi kültürde bunu yapmak imkansızdır. Zafer şarkıları söyleyen herkes hoş karşılanır, bir tür eleştiride bulunan herkes ise dışlanır ve hayatını tehlikeye atabilir.

Beşincisi: İsraillileri Filistinlilerle eşitleyen uluslararası mahkemelerin ilk kınamalarına rağmen, İsrail'in Batı'daki etkisinin gücü yalnızca dünyanın en güçlüsü olan ABD'de değil, Avrupa başkentlerinde de görülüyor. Son olarak Binyamin Netanyahu, İsrail'in kendisine yönelik düşmanca bulduğu açıklamalarının ardından Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile alay etti. 24 saatten az bir süre içinde de Fransa Cumhurbaşkanı ve Güvenlik Konseyi'nin beşinci daimî üyesinin başkanı, Netanyahu’yu arayarak özür diledi.

Altıncısı: Gazze'de 40 binden fazla ölü, 100 binden fazla yaralı ve on binlerce yerinden edilmiş insan var. Lübnan'da 2 bin ölü var ve yüz binlerce kişi yerinden edilmiş durumda. Aynı zamanda İsrail'e Batılı hükümetlerden mali yardımlar ve modern silahlar akıyor. Kurumları açık ve can kayıpları göreceli. Yine de bazılarımız hâlâ yenildiğinde diretiyor.

Yukarıdakiler Tufan’a genel bir bakışın bir parçasıdır ve henüz yolun başındayız!

Son söz; İsrail safı birleşik, Filistin safı ise sadece bu yüzyılda kendi örgütleri arasında varılan 25 anlaşmaya rağmen, hâlâ kendi içinde bölünmüş durumda. Davanın asıl katili de başka bir şey değil bu bölünmedir.