Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Bir Arap projesi arayışı

Arap dünyasındaki pek çok kişi, son on yılda Arap bölgesinin bölgesel politikalarında dönüşümlü olarak ortaya çıkan projelere karşılık gelen bir Arap projesi düşünen var mı diye merak ediyor. Arayış, Kuveyt’in kurtarılması savaşı ve Madrid’de Ortadoğu’da Barış Konferansı’nın toplanmasından sonra hakim olan Arap-İsrail barışı olasılığının doldurduğu bir dönemde, İsrailli Şimon Peres'in “Yeni Ortadoğu” başlıklı kitabını yayınlamasıyla başladı ve yaygınlaştı. Peres, İkinci Dünya Savaşı ile başlayan ve Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle bitmeyen acıların, Almanya'nın birleşmesine ve ardından Avrupa entegrasyonunun genişletilmesine ivme kazandırması ile doğan Avrupa Birliği’ni örnek alarak bölgeyi değiştirmenin mümkün olabileceğini hayal ediyordu. Kitap, İsrail'in bölgede ekonomik hegemonya kurmaya dönüşen bir “projesi” olduğu hakkında pek çok şüphe uyandırdı. Bu şüpheler, yerleşimci-sömürgeci bir “projeyi” ifade eden İsrail'in kuruluşundan itibaren var olduğundan yeni değildi. Ancak zaman çok geçmeden bölgede başka projelerin de doğmasına yol açtı. İran'ın dört Arap başkentini (Bağdat, Şam, Beyrut ve Sana) kontrol ettiği yönündeki açıklamaları ile ifade bulan “Fars projesi” bunlardan biriydi. Proje, yayınlandığı şekliyle İran'ın, özellikle Arap Baharı olarak adlandırılan depremden sonra, Arap bölgesi üzerinde kontrol ve hegemonya kurma eğiliminin bir ifadesiydi. Bu kontrol ve hegemonya, Arap ulus-devletleri dışında Haşdi Şabi Güçleri, Hizbullah ve Husiler isimleri altında askeri milis grupların oluşturulmasıyla somutlaştı. O “bahar”dan sonra netleşen şey, Arap bölgesel sisteminde meydana gelen aksamanın bir başka proje olan Türk projesine daha fazla kapı açtığıydı. Bu kapılardan biri de Türk kuvvetlerinin Irak ve Suriye'de PKK ile mücadele için kuzey Suriye'ye girişiydi. Bu, Türkiye ile siyasi İslam hareketleri arasındaki bağlantıların, yeni “Osmanlıcılık” kisvesi altında “İslam Hilafeti”nin geri dönüşünü amaçladığına dair yeni bir keşifti.

Bahsi geçen projeler, huzursuzlukların ve kargaşanın artmasıyla birlikte değişti. Bunların sonuncusu 7 Ekim 2023'te başlayan ve Gazze'de henüz sona ermeyen, lavları tüm bölgeye yayılarak Suriye’ye uzanan patlamaydı. Nitekim Suriye’de hem Türkiye hem de İsrail tarihsel ve coğrafi olarak projelerini geliştirmiş, İran projesi ve takipçileri ise geri çekilmiş gibi görünüyor. Aslında “proje” bahsi sadece Arap olmayan Ortadoğu ülkeleriyle bağlantılı değil. Geçen yüzyılın başındaki Sykes-Picot Anlaşması'ndan, 21. yüzyılın başındaki 11 Eylül 2001 depreminin ardından Afganistan'dan Irak ve Atlantik Okyanusu'na uzanan, bir Amerikan karakteri taşıyan Büyük Ortadoğu Projesi’ne kadar uzanan tarihi sömürgeci projeler her zaman oldu. Geçmişte tüm bunlara, Sovyet ve komünist projeler de eklendi. Bunlar hiçbir şeyin onları durduramadığı sel gibi akan hırslar şeklindeydi. Şimdi tüm bunlar, bölgedeki Araplara yahut pasif değil aktif olmak isteyen Araplara yönelik bir Arap projesinin planlanıp planlanmadığını sorgulamaya itiyor.

Gerçek şu ki her zaman bir Arap projesi vardı; başlangıçta sömürgecilikten kurtulmak içindi, sonra modernleşme ve bazen de Arap birliğini sağlamak içindi. Ama Arap projesi asıl Arap Baharı’nın parçalayan ve birleştirmeyen, yok eden ve inşa etmeyen büyük bir kaos ortamı doğurması ile başladı. Bu, Arap dünyasını ve bölgeyi ele geçirmeye yönelik siyasal İslam projesinin başladığı dönemdi. Her iki proje de bu yüzyılın ikinci on yılının başındaki durumu reddediyordu. Ancak reform ve değişim akımı olarak adlandırılan başka bir taraf ve kaynak da bunu reddediyordu. Söz konusu akım büyük krizlerin ardından büyük ilerleme kaydeden Asya, Latin Amerika ve Doğu Avrupa'nın gelişmekte olan ülkelerini örnek görüyordu.

Yeni doğan Arap reform projesi, her şeyden önce, gaddar bir azınlığın veya zalim bir çoğunluğun devleti değil, tüm vatandaşlara ait bir devlet ile sonuçlanacak bir ulusal kimliğin gerekliliğine dayanıyor. Bu, siyasetin ve silahların meşruiyetini tekeline alan bir devlettir. Reform projesi ikinci olarak, kullanılmayan devlet kaynaklarının seferber edilmesine dayanarak  dev projelerle, modern iletişim ve ulaşım araçlarıyla devletin çevresine sızmayı gerektiren moderniteyi benimsemelidir. Bu proje şu anda Ürdün, Mısır ve Fas'ın yanı sıra altı Körfez ülkesi de dahil olmak üzere dokuz reformist Arap ülkesini bir araya getiriyor. İki ülke de bu yolda ilerliyor; saf kimlikli Tunus ve derin miraslı Irak. Bu grup, projesinde tüm sosyal ve politik organizasyonların üzerinde devlete öncelik vermek istiyor. Siyasi otoritenin 21. yüzyılın özelliklerine göre inşa etme, geliştirme ve gerçekleştirme meşruiyetine sahip olması gerekir. Ama modern tarihimizde iki meseleye çözüm bulmadan bir proje olamaz; Filistin davası ve İsrail meselesi!