Ahmed Mahmud Ucac
Lübnanlı yazar
TT

Avrupa ve ABD: Ayrılık anı ve değişen dünya

Batı'nın Avrupa ve ABD olduğu, medeniyet ve öteki dünyaya bakış açıları bakımından aynı oldukları bilinen bir gerçek. Bu aksiyom, ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance'in geçen cumartesi Münih Güvenlik Konferansı'nda, ABD'nin kendi değerlerine benzemediği için Avrupa değerlerini savunma gibi bir niyetinin olmadığını açıklamasıyla yerle bir oldu. Ona göre Avrupa artık demokrasiye inanmıyor, vatandaşlarının sesini dinlemiyor, ana partilerin aşırı sağ ile hükümet kurmasını engelliyor, göçe ve onun faydalarına inanıyor. Bununla birlikte; Vance, Avrupa'nın Rusya ve Çin'i tehlike olarak görerek yanlış yaptığını, kendisine yönelik asıl tehdidin içeriden geldiğini de düşünüyor. Bu (tuhaf) konuşma Avrupa liderlerini sarstı ve ilk kez ABD ile Avrupa’nın bambaşka yollarda yürüdüklerini hissettiler. ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth de, NATO karargahında yaptığı konuşmada, Avrupalılara ABD'nin önceliklerinin artık Avrupa’nın güvenliğini korumak olmadığını bildirdi. Kendi güvenliklerini korumak zorunda olduklarını, çünkü ABD’nin, güvenliğine yönelik varoluşsal bir tehdit ile karşı karşıya bulunduğunu ve kendisini bununla mücadeleye adamak zorunda olduğunu belirtti. Ardından ABD'nin Ukrayna'nın NATO üyeliğini kabul etmeyeceğini, Putin'in işgal ettiği Ukrayna topraklarını elinde tutabileceğini, Ukrayna'da herhangi bir uzlaşının ABD değil Avrupalılar tarafından garanti altına alınması gerektiğini söyleyerek bombayı patlattı.

Böylece Avrupalı ​​liderler kendilerini ABD ile medeniyet ve güvenlikle ilgili temel bir anlaşmazlık içinde buldular. Medeniyet temelli anlaşmazlık, ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin Avrupa'nın çoğulculuk, ilerici liberalizm, hukukun üstünlüğü ve uluslararası kurumlar gibi değerlerini, Batı medeniyetinin Yunan ve Hristiyan-Yahudi mirasından doğduğuna inanan Trump modelini destekleyen aşırı sağ partilere yönelik her türlü kısıtlamaları reddetmesi, öte yandan asıl tehlikenin ilerici Avrupa liberalizmi olduğunu düşünmesi ile somutlaşıyor. Dolayısıyla Amerikan modeli, liberal projeyi reddeden, göçün durdurulmasını, yolsuzlukla  ve halkın ekmeğini sömürmekle suçladığı liberal elitlerin ortadan kaldırılmasını isteyen aşırı sağcı modelle örtüşüyor. Bu nedenle Trump Macaristan ve Slovenya başbakanlarından, yemin töreninde büyük bir coşkuyla karşıladığı İtalya başbakanına kadar aşırı sağ liderleri destekledi. Trump'ın dostu ve sağ kolu Elon Musk da sahip olduğu sosyal medya platformunu yaklaşan seçimlerde Avrupa'daki aşırı sağı desteklemeye tahsis etti. Burada “ABD’yi Yeniden Güçlü Yap” hareketinin “Trumpçı anlamıyla Batı medeniyetine” gerçek bir tehdit olarak gördüğü Avrupalı değer sistemine bağlı kalan Avrupalı liderleri hedef alıyor. Her şey aşırı sağın seçimlerde çok sayıda sandalye kazanacağına ve koalisyon hükümetleri kurabileceğine işaret ediyor. Bunu gerçekleştirmesi liberal Avrupa düzeninin dayanıklılığına bağlı.

Güvenlik temelli anlaşmazlık ise daha hassas, çünkü Avrupa kıtasının güvenliğini tehlikeye atıyor ve onu çok zor tercihlerle karşı karşıya bırakıyor. Nitekim Başkan Trump'ın Ukrayna krizini çözmek için Putin ile iş birliği yapılması yönündeki son çağrısı, Putin’i izole etme, ekonomik ve askeri olarak köşeye sıkıştırma, masaya oturmaya ve ardından Ukrayna topraklarından çekilmeye zorlama yönündeki Avrupa konsensüsünün bozulması anlamına geliyor. Yine de Trump, Putin ile yaptığı telefon görüşmesinde ona karşılıksız iki hediye verdi: Ukrayna'nın NATO'ya kabulünü reddetme ve Ukrayna'nın işgal ettiği toprakları elinde tutmasının imkânsızlığını kabul etme. Bu durum Avrupalıları telaşlandırdı, çünkü Trump onların ve Ukrayna hükümetinin üzerinden atladı, Putin'e karşı baskı kartı olarak gördükleri şeylerden vazgeçti ve onlardan hoşlanmadığını gösterdi. Bu durum İngiliz Savunma Bakanlığı yetkililerini öfkelendirdi ve gazeteciler Putin ile yapılan telefon görüşmesinin sonuçlarını duyduklarında, “Alçaklar dediklerini yaptılar!” dediklerini naklettiler. Fransa Cumhurbaşkanı da, böyle bir barışın teslimiyet anlamına geldiğini ve ABD dahil olmak üzere tüm taraflar için tehlikeli olduğunu söyledi. Avrupalı liderlere bu son konuyu görüşmek üzere Paris'te toplanma çağrısı yaptı. Aynı şekilde Almanya ve İngiltere'nin resmi cevabı, Ukrayna olmadan barış olamayacağı yönünde oldu. Avrupalı ​​liderler Trump'ın teklifini reddetseler de, artık ona karşı koymanın ne kadar zor olduğunun farkındalar. AB'de bir fikir birliğine ihtiyaçları var, ama aşırı sağın kazanması, ekonomik yavaşlamanın devam etmesi, askeri harcamaların artırılamaması, askeri sanayide birlik sağlanamaması durumunda bu imkânsız hale gelebilir. İşte bu yüzden bir kader anında olduklarının ve bir seçim yapmaları gerektiğinin farkındalar. Buna göre ya kendi çıkarları pahasına Trumpçı yaklaşımı ile ABD’ye boyun eğmeye devam edecekler, ya da onları önce “medeniyet bağını” koparmaya, ardından da yavaş yavaş NATO’dan çekilmeye yönlendirecek ciddi alternatif arayışlarına girişecekler. Bu kolay değil ama Trump'ın Avrupa yerine Putin'i tercih etmesi durumunda kaçınılmaz olabilir. Avrupa bu dengesizliği Çin'e açılarak dengelemek zorunda kalabilir. Ukrayna, önemli maden zenginlikleri karşılığında egemenliğini güvence altına almak için Çin'e yönelebilir. Böylece “Kissinger teorisi” ters bir biçimde gerçekleşebilir ve ABD, tıpkı Sovyetler Birliği'nin Soğuk Savaş'ta Çin'i kaybetmesi gibi, müttefiki Avrupa'yı kaybedebilir.

Bugün tanık olduğumuz, artık ortak değerlere değil, Trump'ın dar çıkar anlayışına dayanan Batı ittifakına karşı tehlikeli bir darbedir. Böylece dünya, 19. yüzyıldaki güç dengeleri dönemine, yahut Çin, ABD ve hatta belki de giderek karmaşıklaşan bir dünyada genişlemeyi hedefleyen Hindistan gibi imparatorluklar dönemine geri dönmektedir.