ABD Avrupa'ya birbirini izleyen darbeler indiriyor. Önce Başkan Donald Trump gümrük tarifelerini yükseltme tehditleriyle başladı. Daha sonra NATO'ya mali katkının üç katına çıkarılmasını istedi ki bu ödenmesi imkânsız düzeyde bir oran. Sonunda işi Amerikan gazı, silahı ve arabası almadığı için onu azarlamaya kadar vardırdı. Ama iş bununla kalmadı. Geçtiğimiz hafta ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance'in Avrupa ile ilgili konuşmasını dinleyen Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Christoph Heusgen'in gözlerinin dolması ve boğulur gibi olması, Avrupa'nın bu süregelen çatırdamadan duyduğu ezici acının bir yansımasından ibaretti. Daha da kötüsü Trump, Avrupa'yı katmadan ve hatta ona danışmadan Rusya ile Riyad'da görüşmelere başlamaya karar verdi. Bu yangına körükle gitmekti.
Avrupa'yı şoke eden talepler ve hesap sormalar değil, kendisine karşı kullanılan küstah dildir. ABD ile 75 yıllık ittifakın sona erdiği, ya da en azından geri dönülmez biçimde sarsıldığı, Avrupa'nın yeni ittifakların marjına yerleştirildiği yeni bir sayfanın açıldığı hissi var.
Avrupalı analistler şunu tekrarlıyor: “Masada değilseniz, menüdesinizdir.” Başrolde oynayan birine birdenbire figüran rolü verilmesi ona zor gelir. Avrupa'yı öfkelendiren de bu. Onu daha da kızdıransa, sadece seçimlere kaba ve sert bir şekilde müdahale eden ve aşırı Almanya İçin Alternatif Partisini ülkenin “son umut ışığı” olarak niteleyen, kendisinin yanlış bir şekilde aşırı sağcı olarak sınıflandırılmasına şiddetle karşı çıkan Elon Musk'tan gelen hakaretler değil. Ardından Vance’in de gelip, Münih Konferansı sırasında katılımcıları kışkırtıcı ve küçümseyici bir tonda azarlaması ve onları “Soğuk Savaş tiranlarına” benzetmesidir.
Bu güvenlik konferansına katılan herkes, ABD Başkan Yardımcısı'nın Rusya'ya karşı ileri siperleri olan Ukrayna hakkında konuşmasını bekliyordu. Ama bunun yerine şunu söyledi: “Avrupa ile ilgili olarak beni her şeyden daha fazla endişelendiren tehdit Rusya, Çin ya da başka bir dış taraf değil, beni endişelendiren içeriden gelen tehdittir. Avrupa'nın bazı temel değerlerinden uzaklaşmasıdır.” Ardından özellikle Almanya'da aşırı sağ partilerle ittifak yapılmamasını kastederek, ifade özgürlüğünün kısıtlandığından söz etti. Seçimden bir hafta önce Vance, Nazilere benzetilen Almanya İçin Alternatif Partisi'nin lideriyle görüşmekte ısrar ederken, Almanya Başbakanı Olaf Scholz dahil başka kimseyle görüşmedi.
Trump, kopan ipleri yeniden birleştirmek için Putin ile telefonda görüştüğü sırada, Yardımcısı’nın Avrupa’da yaptığı bu sert konuşmayı coşkuyla övdü. Kendisi de Ukrayna Devlet Başkanı'nı kimi zaman gayri meşru sayıyor, kimi zaman da ülkesinden fahiş miktarlarda para aldığını söylüyor. Trump kaçınabileceği anlamsız bir savaşa sebep olduğu için Zelenski'yi azarlamaya devam ediyor ve Ukrayna savaşının ülkesine maliyetini karşılayacak anlaşmalar ve taahhütler talep ediyor.
Bütün bunlar Avrupa'yı karamsarlığa sürüklüyor ve “distopya” ve “kâbus”tan bahsetmeye itiyor.
Avrupa'yı “aşağılanma” ve “sırtından bıçaklanma” olarak gördüğü şeylerden daha çok endişelendiren, Trump'ın görev süresiyle sona erecek, geçici veya anlık olmayacak bir terk edilme olarak algıladığı durumdur. Zira ABD’de Trump'ın fikirlerini, yardımcısının ideolojisini taşıyan, hepsi de radikal ve derin bir kültürel değişimi ifade eden bir halk dalgası var.
Trump'ın, geleneksel Batı demokrasisi ve liberalizminin aksine korumacılığa, muhafazakârlığa ve milliyetçiliğin körüklenmesine geri dönüşü teşvik ettiği yönünde bir kanaat var.
İşte bu yüzden Münih Konferansı Başkanı gözü yaşlarla dolu olarak şöyle diyordu: “Batılı ülkeler arasındaki ortak ilkeler zemininin artık kalmadığı konusunda uyarmalıyız.”
İsrailli-Fransız stratejik araştırmacı Dominique Moyes'un, Avrupa'nın aynı anda iki büyük olayla, NATO ittifakının patlaması ve Batı'nın çöküşüyle karşı karşıya olduğunu belirten sözleri dikkatimi çekti.
Bu dönüşümlere eşlik eden sorular sadece 27 ülkesiyle Avrupa'nın, bölünmüşlük ve parçalanmışlığa rağmen, sahip olduğu büyük potansiyel sayesinde birleşip yükselebilme gücüyle ilgili değil, aynı zamanda, onlar için hâlâ belirsiz olan Amerikan projesinin mahiyetiyle de ilgili.
Oyunu Putin mi yönetiyor? Yoksa Trump nereye varmak istediğini biliyor mu? Amerikan, Çin ve Rus imparatorluklarının ittifakının hikayesi nereye varacak? Avrupa'nın potansiyel bir rolü olacak mı? Yoksa tamamen dışlanacak mı? Haritaların yeniden çizilmesi norm haline geldiyse ve Rusya önemli bir paya sahip olacaksa, Çin'in payı ne olacak? Tayvan ona verilecek mi, peki bunun karşılığı ne olacak?
Avrupa'nın soruları çok ve bazıları haklı. Ama bu durumdan Avrupa da sorumlu çünkü Rusya'yı askeri olarak kuşatma, sonra boykot etme ve yaptırımlarla boğma oyununda ABD'nin arkasında saf tuttu. Şimdi Rusya'nın emellerinin burada durmayacağını ileri sürerek savaşı durdurmak istemeyenler var.
Avrupa aşağılayıcı, incitici ve küçük düşürücü olarak gördüğü Amerikan kibrinden bahsediyor, ama kendisi de yakın zamana kadar sadece Rusya'ya değil, mevcut sahneyi inanmaz gözlerle izleyen pek çok başka ülkeye böyle davranıyordu.