Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Devlete dönüş ve milislerin sonu!

Arap analistlerin çoğunun zihninde hâlâ “direniş”in bir fikir veya inanç olduğu, zorla bastırmanın mümkün olmadığı, bu yüzden inandırıcı veya hayal gücü için heyecan ve coşku verici alternatif bir anlatı olması gerektiği görüşü var. Bu hikâye esasında ABD Başkanı George W. Bush'un Savunma Bakanı Donald Rumsfeld tarafından yaratılmıştır. Ona göre el-Kaide, DEAŞ ve benzerleri kendisinden kopmanın zor olduğu ideolojik doktrinlerdir. Sahipleri ona derin bir inançla sarılırlar ve bu yüzden onun uğruna kendilerini feda etmeleri kolaylaşır.

Aslında bu yönelimin iki nedeni vardı; birincisi, İslam'a karşı kötü bakış açısı ve şiddetin İslam'ın doğasında var olduğu inancıdır. İkincisi ise Arap ve İslam dünyasında devlete karşı oluşan kötü kanaattir. Bu nedenle devletin yerine getiremediği görevleri yerine getirmeleri için onun yerine bu “cihatçılar” geçmektedir.

Birinci neden ile ilgili dikkat çekici olan, uluslararası toplumun yanında radikallere karşı mücadele edenlerin bizzat Müslümanlar olmasıdır. İkinci nedene gelince, “cihatçıların” gençleri peşlerinden sürükleyecek bir başarıları varsa, nerede?

Bu söylem şimdi Filistin'de Hamas ve Lübnan'da Hizbullah örneklerinde yeniden gündeme geliyor. Her iki örgütün tarafını tutanların çoğunlukla kendi topluluklarının dışından olduğunu hissetsem de şu soru hâlâ ortada duruyor: Ardışık yenilgilerden, on binlerce kurbandan ve muazzam bir yıkımdan sonra, (fikirsel olarak bile olsa) bu cazibenin sebebi nedir? Silahlı milisler ne zaman bir toprağı özgürleştirdi veya kontrol ettikleri insanlara hizmet eden bir otorite kurdu? Bunların birbirine kenetlenmiş örgütler olduğuna şüphe yok ve bazılarının inançları var, ancak kendilerine boyun eğenlerin çoğu çaresiz ve güvenliği, istikrarı, çocuklarının geçimini ve geleceğini garanti altına alacak iyi bir sistemin kurulmasında milisleri bir temel olarak görmüyorlar. Peki, hiçbir yeri kurtarmadan veya özgürleştirmeden, çocuklarının ve kadınlarının ölümüne sebep olan bu insanlar kendilerine nasıl bakıyorlar? Araplar ve insani yardım kuruluşları, savaşlarının hepsini tehdit ettiği milyonlarca insanın hayatının kurtulması için Hamas'tan, Gazze Şeridi'ndeki kontrolünden  vazgeçmesini talep ediyorlar. Ama Mahmud Abbas'ın başkanlığındaki Otorite kurtuluşu vaat etmiyor ve artık kimse barış yoluyla bağımsızlık ihtimalini düşünmüyor diyenler olabilir. Fakat güç kullanarak bağımsızlığı gerçekleştirme de mümkün değil, dolayısıyla öncelik canları korumak ve geleceğe bakmak olmalıdır.

Devletten başka seçeneğin kalmadığı Lübnan'a gidelim. Meclis Başkanı Nebih Berri, Hizbullah adına Litani'nin güneyinden çekilme belgesini imzaladı ve cephe kapandı. Bu durumda Lübnan içinde bu kadar çok silahın bulunmasına ne gerek var? Özellikle Şii Lübnanlılara, Hamas'ın Gazze ve Batı Şeria'ya getirdiği felaketlere benzer felaketler getiren İran'a bu kadar boyun eğmenin ne gereği var? Kaldı ki Hizbullah ve benzeri İran’a bağlı milisler sadece Lübnan'a değil, Suriye, Irak ve Yemen'e de felaketler getirdiler!

Lübnan devleti şimdi alternatif bir seçenek değil, çünkü Hizbullah’ın milisleri Lübnanlıların çoğu için hiçbir zaman bir seçenek olmadı. Diyelim ki Hizbullah bir grup Lübnanlı için alternatifti, peki girdiği ve kaybettiği savaşlara, her seferinde işgal edilen bölgelerin genişlemesine, tüm Lübnanlıların, Hizbullah’ın tıpkı Hamas gibi bu toprakları kurtaramayacağından artık emin olmasına rağmen, neden öyle kalmaya devam etsin?

Lübnanlılar şimdi anayasal, Arap ve uluslararası meşruiyete sahip, herkese ait bir devlet kurma yolunda yeni bir deneyime adım atıyor. Anayasal otoriteleri oluşturduktan sonra, Bakanlar Kurulu  açıklamalarında da, bilinen üçlünün esaretinden kurtulmaya çalışıyor. Aslında bu üçlü, her zaman İsrail'den çok Lübnanlılara zarar veren tek otoriteyi temsil etmiştir. Eski bir asker bana şöyle demişti: Ama Hizbullah 100 bin İsrailliyi yerinden etmeyi başardı ve bu olağanüstü bir başarı! Dedim ki: Ama karşılığında 1 milyondan fazla Lübnanlının yerinden edilmesine neden oldu, bunların çoğu ya işgal nedeniyle ya da evlerinin yıkılması nedeniyle geri dönemiyor!

Meşruiyet gücünü görünür ritüellerden almaz, çünkü bunlar önceden de mevcuttu. Bilakis bu kez gücünü Lübnanlıların kolektif iradesinden alıyor ve bu iradenin güçlü olması gerekiyor. Bu iradenin direniş fikrini, inancını veya anlatısını meşrulaştırmaya, onunla ilgili akıl yürütmeye veya ona teslim olmaya ihtiyacı yoktur. Direniş devletin alternatifi değildir, devlet ilk ve son seçenektir. Filistin'de bile, Siyonistler inkar etse de, ulus-devlet seçeneği şu an ve gelecek için tek seçenek olarak görünüyor. Aksi takdirde milisler kalacak ve istikrarsızlık devam edecek, bu durumda da Trump'ın yerinden etme seçeneği öne çıkabilir!

Özellikle askeri darbecilerin iktidara geldiği veya dış güçlerin kontrol ettiği ulus-devlet deneyimleri başarılı değildi. Her iki devlet türünde de sözde direnişçi milisler baskın hale geldiler ve hem ordu hem de dış güçler onları kullandılar.

Bu yazıyı yazdığım sırada Hamas'ın Gazze yönetiminden ayrılmayı kabul ettiğini okudum. Keza Lübnan’da Bakanlar Kurulu'nun taslak bildirisinde devletin silah, savaş ve barış kararları, topraklar üzerinde egemenlik konusunda tek otorite olduğu belirtiliyordu. Bu, devletin geri dönüşü ve milislerin sonu mu? Bunu umut ediyoruz!