Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Kahire Anlaşmasından Kahire Konuşmasına

1969'daki ilk Kahire ile 2025'teki ikinci Kahire arasında yalnızca zamansal bir mesafe değil, aynı zamanda iki dil, iki zihniyet, iki dünya ve Lübnan'ın kendisi ve çevresiyle ilişkilerine dair iki vizyon arasında da mesafe var.

Birincisinde, Arap dünyasının silahlı mücadele ideolojisi, devrimci coşku, devlet konusundaki kafa karışıklığı, devlet kavramının kırılganlığı altında ezildiği bir dönemde Lübnan, Kahire Anlaşması’nın açtığı geniş bir kapıdan yasadışı silah ile ölümcül uzlaşılara girdi. İkincisinde, Lübnan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Joseph Avn, üst düzey bir konuşma yaparak, bu silahın zamanının sona erdiğini ve sözde direniş bahanesinin öldüğünü açıkça deklare etti.

Lübnan Devleti ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Başkanı Yaser Arafat arasında imzalanan 1969 Kahire Anlaşması, 1967'deki büyük Arap yenilgisinin bir ürünü olarak ortaya çıktı. O gün sadece savaşan Arap orduları yenilmedi, aynı zamanda devrimci Arap rejiminin meşruiyeti de onlarla birlikte paramparça oldu. Onunla birlikte, yaklaşık 20 yıldır Filistin davasını kullanarak Arap ulusunun meselelerini yöneten Nasırcı liderlik sistemi de çöktü.

Cemal Abdunnasır'ın Filistin'le ilişkisi, Haziran 1967 yenilgisinden önce, salt ideolojik veya duygusal bir ilişki değil, güç hesaplarının ve dengelerinin yönettiği bir ilişkiydi. Filistin, yalnızca bir “kurtuluş meselesi” olarak değil, aynı zamanda Arap liderliğinin inşasına giden bir geçit ve Arap bölgesini devrimci bir şekilde şekillendirmenin bir aracı olarak seferber edici bir kaldıraç gibi kullanıldı. 1956'da İsrail'in İngiltere ve Fransa ile ortaklaşa Mısır'a saldırmasının ardından, Abdunnasır, yalnızca İsrail'e karşı değil, aynı zamanda Batı emperyalizmine ve onun İbrani devleti tarafından temsil edilen nüfuzuna karşı da doğrudan bir araç olarak Filistin'in rolünü genişletti. O tarihten itibaren Filistin meselesi Abdunnasır'ın daha büyük projesiyle iç içe geçti ve onun “Batı komplosu”na karşı savaşının bir parçasına, Arap liderliği ve rejimler arasındaki siyasi meşruiyet kaynakları konusundaki anlaşmazlıkları yönetmek için kullanılan bir araca dönüştü.

Buna dayanarak Abdunnasır, 1969 yılında Yaser Arafat'a Güney Lübnan'dan İsrail'e karşı silahlı eylemlerde bulunmak için sadece bir “ruhsat” vermedi, aslında o, gerilla silahını, sarsılan meşruiyetinin yeni bir kaynağı haline getirmeyi amaçladı.

Lübnan’ın talihsizliği, Abdunnasır'ın anlaşmadan- lanetten aylar sonra ölmesi ve böylece Arafat'a verilen siyasi ve güvenlik “vekalet”in, Nasır’ın bıraktığı boşluğu doldurmaya ve mirasçısı olmaya yönelik Arap-Arap çatışmasının kalbinde yer almasıdır.

Parçalanmış Nasırcı liderliğin yıkıntıları üzerinde pek çok savaş döndü. Beyrut'un sokakları, meydanları, mahalleleri ve sokakları, Arap milletinin “kutsal” deklare ettiği bir “dava” ile, Abdunnasır'dan sonra Arap liderliğinin yönünü belirleme çabasıyla, bu sahte “kutsallık” uğruna savaşan Arap otoriteler arasındaki kavganın sahnesine dönüştü. Beyrut'u yıkmak, Filistin'i desteklemek adına Arap ve daha sonra İranlı ulusal liderlikler üretme ritüellerinin bir parçası haline geldi.

2025’teki İkinci Kahire'de Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn vatan ve egemenlik kavramlarını yeniden düzenledi. Lübnan'dan, onlarca yıllık yaralardan sonra, egemenliğin bölünemez olduğunu, hakkın kaotik silahlarla elde edilemeyeceğini öğrendiğini söyledi. Açıkça şunu belirtti: “Beyrut işgal edildiğinde, Şam yıkıldığında, Amman tehdit edildiğinde veya Sana düştüğünde, hiç kimsenin bunun Filistin’e destek olduğunu iddia etmesi mümkün değildir.”

Avn'ın Kahire'deki konuşması sıradan bir konuşma değil, Kahire Anlaşması'na yarım asırdan fazla gecikmiş tarihi bir cevaptı. O an Lübnan'ın siyasi aklını ve ulusal bilincini kaybettiği, denetimsiz silah fikrini kabul ettiği andı. O tarihten itibaren Filistin'e destek olmanın yolunun bu olduğuna inanarak anayasasında ve politikasında kaosa bir yer açtı.

Bu, son derece basit bir şekilde Lübnan zihniyetine itibarını geri kazandırmayı amaçlayan bir konuşmaydı. Devletin yetkisi dışında, milislerin, ajandaların ve dış emellerin kontrolündeki silahların toprağı kurtarmayacağının, devlet kurmayacağının, bir hakkı iade etmeyeceğinin apaçık ortada olduğunu göstermeyi amaçlayan bir konuşmaydı.

Cumhurbaşkanı Joseph Avn, bu açık sözlülükle, Hizbullah'ın 8 Ekim 2023'te başlattığı, kendisinin, Güney Lübnan, Bekaa ve Baalbek’teki coğrafi çevresinin yerle bir olmasına neden olan destek savaşının bugünkü sonuçlarından biri olduğu Kahire Anlaşması dönemini nihai olarak kapatmış oldu.

Avn'ın kullandığı yeni dil, yoruma, abartıya veya sulandırmaya olanak tanımayan bir özen ve titizlikle seçilmişti. Gerçekçi aklın, net egemenliğin, Lübnan ve Arap kimliği arasında hiçbir çelişkinin olmadığı sağlam bir ulusal kimliğin diliydi. 2025’te Avn'ın Kahire’de söyledikleri, ideolojinin karanlığından mantığın, hakikatin ve hakkın aydınlığına çıkan yeni Lübnan'ın kurucu bildirisinden başka bir şey değildi. Devlet dışındaki “direniş” mantığının, Filistin ile hiçbir ilgisi olmayan, onu sadece bir bahane, argüman veya kılıf olarak kullanılan bölgesel projeler için Arap şehirlerinin bir yakıt olarak kullanılması mantığının net ve kesin bir şekilde reddedilmesiydi. Bu, talihsiz anlaşmadan bu yana Lübnan’dan ve Lübnan hakkında yapılmış en üst düzey siyasi açıklamadır.

Uzun yıllar yasadışı silaha boyun eğen Lübnan, artık yeniden ayağa kalkıyor, müdahalelere açık arenalar döneminin bittiğini deklare ediyor. Özgür bir Lübnan'a giden tek yolun silah değil egemenlik ve Lübnan'ın kendi topraklarında, diğer tüm devletlerden, topraklardan ve davalardan önce, kendi devletini kurma ve koruma hakkı olduğunu duyuruyor.