Çirkinlik salgınına yakalanan bir dünyayı tanımak için George Orwell'in 1984 romanındaki Londra'ya ihtiyacımız yok. 1949'da yayımlandığında bir distopik roman olan bu kitap, Büyük Birader'in ve totalitarizmin hüküm sürdüğü bir dünyayı öngörüyordu ve çıkış yolu arayışında olan, ruhsal bir çöküntü yaşayan romanın kahramanı, bu sistemin kurbanı oluyordu. Afganistan'dan Mısır'a büyük Ortadoğu'da 1979 yılının ne anlama geldiğini bilmek için de hayal gücüne ihtiyacımız yok. Bu yılda bölge, kendisini değiştiren bir dizi dalgalanmaya, olaylara ve salgın hastalıklara maruz kaldı.
Bu apaçık olayları özetlemek için benim gibi bir araştırmacıya ihtiyaç yok, sıradan, dikkatli bir gözlemci bunun için yeterli. Ama benim rolüm 1979'dan beri bölgede dökülen kanın haritasını çıkarmakta saklı olabilir. Bu yıl, İran'ın çehresini değiştiren ve sınırlarının ötesine ihraç etmek istediği bir ideolojik dönüşüme uğratan Şubat 1979'daki İran Devrimi ile başladı. Bir ay sonra Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, Mart 1979'da Camp David Anlaşması'nı imzaladı. Bu anlaşma, Mısır'ın Arap dünyasında yalnızlaşmasına ve Batı dünyasında kabul görmesine yol açtı. Anlaşmanın Mısır'ın bölgesel rolünü küçülttüğü mü yoksa küresel ölçekte genişlettiği mi konusundaki tartışmalar ise sürüyor. Keza Mısır’ın barışın meyvelerini mi topladığı, yoksa Ekim 1973’teki zaferden sonra kendi lehine sonuçlanmış gibi görünen bir çatışmadan çıkarak daha büyük bir bedel mi ödediği sorusu da tartışılmaya devam ediyor. Kimlik, siyasal sistemin doğası ve diğer konulardaki bu çatışma, 2011’deki devrime ve sonrasına kadar uzandı.
Daha sonra Kasım 1979'da Cuheyman el-Uteybi liderliğindeki bir terörist grup Mekke'deki Mescid-i Haram'a baskın düzenledi. Üzerinden bir ay geçmeden Sovyetler Birliği Aralık 1979'da Afganistan'ı işgal etti. Bu işgal, New York’taki İkiz Kulelerin yıkıldığı ve Pentagon’un vurulduğu 11 Eylül 2001 saldırısı ile zirveye ulaşan bir projeyi ortaya çıkardı. Bu saldırı, ABD’nin ekonomik ve askeri gücünü sarstı ve onu Irak ve Afganistan'ı işgal ederek prestijini onarması gereken yaralı bir aslana dönüştürdü. Çok kan döküldü. 1979'da kanlı pınarlar fışkırdı. Bu yılın özeti kısaca budur.
Etrafımızda gördüğümüz her şey tek bir yılda, 1979'da akmaya başlayan bir kan selinden mi ibaret, yoksa bu abartılı bir düşünce mi? 2023’teki Aksa Tufanı hadisesi de 1979'un bir sonucu mu, yoksa potansiyel olarak daha büyük sonuçları olabilecek yeni bir dönemin habercisi mi?
Mısır ile İsrail arasında Camp David Anlaşması'nın imzalanmasına ve ardından 6 Ekim 1981'de Cumhurbaşkanı Sedat'ın askerlerinin gözü önünde öldürülmesine yol açan bu yılın sonuçları, Mısır gibi büyük bir ülkenin politikalarını ve yönelimlerini değiştirdi. Onu merhum cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in son günlerinde ortadan kaldırabildiği radikalizm ile karşı karşıya getirdi. Ancak ülke, radikalizmi ortadan kaldırsa da dini algılar ile siyaset arasındaki çatışmadan hâlâ kurtulamadı.
Suudi Arabistan Krallığı ise o yıldan beri farklı politikalar benimsedi ve bugün gördüğümüz noktaya geldi; radikalizmin artık kendisine bir yer bulamadığı, devletler arasında konumunu önemli ölçüde sağlamlaştıran bir ülke.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, ilk televizyon röportajlarında 1979 yılından bahsetmişti ve bu söz konusu yılda yaşananların ciddiyetinin farkında olduğunu, refaha giden yolun 1979 yolundan uzaklaşmak olduğunu anladığını gösteriyor.
Afganistan ise hâlâ aynı noktada duruyor. Bu da bu kadim Müslüman ülkenin yeniden ayağa kalkmasının uzun yıllar sürecek bir tedavi süreci gerektirdiği anlamına geliyor. Afganistan'ı radikal grupların cenneti haline getiren ve bu ülkenin tüm yıllarını 1979 yılı gibi yapan, anı kavrayamamaktır. Orada sanki zaman akmıyor. Bin Ladin ve arkadaşları aracılığıyla onu New York ve Washington'a götürüyor ve ardından ona 20 yıl sürecek bir Amerikan işgalini getiriyor.
İran'a gelince, o hâlâ kendisi için gelgitli bir deniz gibi olan o tarihe sıkı sıkı tutunuyor. Bundan iyileşmesi halen uzak görünüyor.
7 Ekim 2023 1979'a benzer bir tarih mi olacak? Bölgeyi ve dünyayı nereye ve hangi yöne götürüyor? İsrail'in Gazze'de uyguladığı soykırım ve etnik temizlik konusunda küresel bir farkındalık yaratarak, Filistin halkının davasını modern dünyadaki son işgal ve apartheid projesi olarak küresel gündemin en üst sırasına mı oturtacak? Yoksa bazı Arapların, Filistin halkının felaketini daha da büyüten, Filistin davasını sahiplerinin eliyle bitiren bir intikam ve öfke tüneline sürükleyen bir gün olduğunu söyleyerek, kendilerini suçlayacakları bir an mı olacak? Bunlar üzerinde derince düşünülmesi gereken sorular. Filistinliler, 1979 yılına benzeyen Nekbe yılı 1948’den çok bahsettiler ama bunun tekrarlanmasını imkânsız kılacak veya aynı sonuca götürecek yoldan, gidişattan uzaklaştıracak siyasi bir dönüş yapılmasına imkân tanıyan hiçbir tedbir alınmadı.
1979’u yeni gözlerle, eleştirel bir bakışla tekrar okumak bir zorunluluktur. Bu akademik bir lüks değil, geçmişte ve bugün olup biteni anlamak için siyasal bir zorunluluktur. Aynısı 7 Ekim 2023 için de geçerli. Zira yıllar insanlar gibidir; kanadıklarında, görmezden gelinemeyecek kanlı haritalar bırakırlar.