Memun Fendi
TT

Gazze'de ertesi gün: Hukuki bir bakış açısı

Gazze'de “ertesi gün” hakkındaki tartışmalar enkazı kaldırma veya yeniden inşa ile sınırlı olmamalı. Aksine, ertesi gün, bölgeye ve tüm uluslararası topluma dayatılan ahlaki ve hukuki bir sorudur. Ertesi gün, Almanya ve Polonya'daki Yahudilere yönelik zulmün ardından İkinci Dünya Savaşı'nın akabinde görülen Nürnberg davalarına benzer davaları içermelidir.

Nürnberg'de kanıtlar kemiklere, giysilere ve kurtulanların ifadelerine dayanıyordu. Gazze'de kanıtlar fotoğraflanıyor, ses ve görüntü olarak her cep telefonunda belgeleniyor, İsrail işgalinin Filistinlilere karşı işlediği sistematik soykırımı belgeliyor.

7 Ekim 2023'ten bu yana Gazze'de yaşananlar bir savaş olarak tanımlanamaz; savaşların kuralları vardır. Olan ve olmaya devam eden, açık niyet ve sistematik bir eylemle bir imha savaşıdır. Bu, modern çağda benzeri görülmemiş bir insani ve hukuki trajedidir. Uluslararası sistemin dengesini yeniden kazanması için gerçek bir hesap sorma, mağdurların haklarının iadesi ve cezadan kurtulma politikalarına son verilmesi esastır.

Nürnberg davaları Nazi dönemi liderlerinin yargılanmasından ibaret değillerdi; yeni yasal değerler de oluşturdular. Bunların en önemlisi uluslararası suçlarda bireysel sorumluluk ilkesi ve mevkisi ne olursa olsun herkesin dokunulmazlığının kaldırılmasıdır. Gazze'deki “ertesi gün” de böyle olmalı.

Smotrich ve Ben-Gvir gibi İsrail toplumunun en uç unsurlarını da içeren Binyamin Netanyahu hükümetinin en modern soykırım araçlarını kullanarak yaptıkları, vahşet konusunda Hitler'inkini geride bırakıyor. Gaz fırınları kullanılmadı, ama bunun yerine gelişmiş Amerikan bombaları, dünyanın kameraları önünde insanları ve toprağı yakmak için kullanıldı. Sivillerin kasıtlı olarak toplu bir şekilde öldürülmesi, açlığın bir savaş silahı olarak kullanılması ve hastanelerin, okulların ve mülteci kamplarının sistematik olarak yok edilişi canlı yayında belgelendi. Bunların hepsi Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından tanımlandığı gibi savaş suçları teşkil etmektedir.

Soykırımın canlı belgelenmesi de yasalar tarafından tanımlandığı gibi bir devlet terörizmi biçimidir. Terörizm sadece öldürmekle sınırlı değildir; aynı zamanda dehşet yaymayı ve insanları benzer bir kaderle tehdit ederek korkutmayı da içerir. İsrail Savunma Bakanı “hayvanlarla savaşıyoruz” dediğinde, sadece Gazze sakinlerinden değil, tüm Araplardan bahsediyordu. Bu, “Araplara ölüm” diye bağıran İsrailli göstericilerin sloganlarında açıkça görülüyor.

Gerçek ertesi gün yalnızca politik veya insani bir aşama olamaz. Aksine bu, kurbanı cellattan ayıran ve eşitlemeyip hesap soran tam anlamıyla bir yasal ve ahlaki an olmalıdır.

7 Ekim, Batı’da “İsrail’in 11 Eylülü” olarak lanse edildi. Halbuki ABD'nin Irak ve Afganistan işgalinin kurbanları, 11 Eylül 2001 saldırısı kurbanlarının yüzlerce katıydı. 7 Ekim tarihi de Filistinlilere karşı soykırımı, etnik temizliği ve yerleşim politikalarını meşrulaştırmak için kullanıldı.

7 Ekim, onlarca yıldır devam eden kapsamlı askeri işgal bağlamından ayrı tutulamaz. Uluslararası hukuka göre, askeri hedeflere karşı güç kullanımı da dahil olmak üzere işgale karşı direniş, Aralık 1978'de uygulanmaya başlanan Cenevre Sözleşmeleri ve 1977 tarihli Birinci Ek Protokol'e göre meşru bir haktır.

İsrail'in 7 Ekim'den sonraki tepkisine gelince, sivillere karşı aşırı ve yıkıcı güç kullanarak, altyapıyı tahrip ederek ve yaklaşık iki yıl süren bir kuşatma ve açlık uygulayarak tüm hukuk ve insanlık sınırlarını aştı. Gazze’de olan şey, tüm bir halkın toplu olarak cezalandırılmasıdır ve işgal bağlamında direnişi bu geniş çaplı suçlarla eş tutmak ahlaki veya yasal olarak kabul edilemez.

Bugünün temel sorusu Gazze'nin yeniden inşası değil, Gazze için adalettir. Arap dünyası üç ana yoldan ilerleyebilir; birincisi, Filistin toprakları üzerinde yargı yetkisine sahip olan ve 2014'ten beri bir soruşturma başlatan Uluslararası Ceza Mahkemesi yoludur. Ancak, Mahkeme adaleti engelleyen siyasi baskıyla karşı karşıya ve bu nedenle soruşturmayı hızlandırmak ve hesap sorulmasını sağlamak için kendisine uluslararası destek sağlamak gerekiyor. İkinci yol, Yugoslavya ve Ruanda'da olduğu gibi, Gazze'de işlenen suçları bağımsız ve bağlayıcı bir yasal çerçeve içinde yargılamak için geçici bir uluslararası mahkeme kurmaktır. Üçüncü yol, suçluların Belçika ve İspanya gibi buna izin veren ülkelerdeki mahkemelerde yargılanabilmesi için evrensel yargı yetkisi ilkesini aktifleştirmektir. Bu, önceki davalarda etkili olduğu kanıtlanmış gerçekçi bir yoldur.

Adalet hükümetlerle sınırlı değildir; Arap sivil toplumunun da suçları belgelemesi, kanıt toplaması ve hesap sorma süreçlerini desteklemek için dosyalar sunması gerekiyor. Adalet olmadan barış olmaz.

Adalet karşıtı kamp, ​​hesap sormanın “barış” çabalarını engellediğini iddia ediyor, ancak deneyimler, adalete dayanmayan uzlaşıların kalıcı barış üretmediğini, aksine yalnızca geçici ateşkesler sağladığını kanıtlıyor. Ruanda'da barış ancak hesap sorulduktan sonra gerçekleşti ve Bosna'da istikrar ancak askeri liderlerin yargılanmasıyla sağlandı.

Adalet ve hukuk, Arapların özlem duyduğu Filistin devletinin temelleridir, çünkü hukuk sistemi olmadan devlet olamaz. Gazze'de ertesi gün fiziksel bir yeniden inşa anı değil, daha ziyade tam anlamıyla yasal ve ahlaki bir andır.

Dünyanın Gazze'deki soykırımın kurbanlarına adalet sağlamada başarısız olması, Araplar ve İsrail arasındaki barış fikrini zorlaştıracaktır.