Ortadoğu istikrara kavuştu mu? Bu sorunun nihai cevabı hayır, büyük Ortadoğu'ya baktığımızda gördüğümüz gibi, istikrar unsurları artık istikrarsızlık unsurlarından daha ağır bassa da, Ortadoğu henüz istikrara kavuşmadı. İstikrar iki faktörün gerçekleşmesiyle sağlanabilir; birincisi, Gazze'deki savaşın sona ermesi ve ardından İsrail iç siyasetinin yapısında yaşanacak değişimdir. Sağcı hükümetin (İsrail kamuoyunun bakış açısına göre) başarısız olması sonucu kaybedeceği ve Tel Aviv'de ılımlılığa yakın, yaklaşık yirmi aydır süren uzun savaşta alınacak dersi, ılımlı Filistinliler ile çalışmaktan kaçış olmadığını özümsemiş siyasi güçlerin iktidara geleceği yaygın bir beklenti. İkinci faktör ise İran İslam Cumhuriyeti'nin yayılmacı projesinin artık ne kendisine ne de komşularına fayda sağlamadığına kanaat getirmesi ve ABD ile anlaşma imzalamasıdır. Bu, idari ve siyasi aygıtın uzun süreli başarısızlığı ve İranlı kitlelere bir kalkınma projesi sunamaması sebebiyle, bugün büyük sıkıntılar yaşayan İran ekonomisinde istikrar ve toparlanmanın başlamasının önünü açacaktır. Çoğunluğun yönetimi siyasal ve ekonomik krizleri derinleştiriyor ve İran içinde, bilhassa yaşadıkları başarısızlıklardan sonra, “kollara” harcanan paranın buna değip değmediğini sorgulayan sesler yükselmeye başladı.
Bu iki hadise gerçekleşmezse, Suriye'de olup bitenlerin verdiği ve azımsanmayacak iyimserlik sinyallerine ve Lübnan'da, Lübnan halkının çoğunun umduğundan daha yavaş bir tempoda da olsa, olup bitenlere rağmen işler yoluna giremeyebilir.
İran diplomasisinin pusulanın değiştiğine (ikna etme) mesajını iletmek amacıyla çevre başkentleri dolaşması dikkat çekici. Ancak devrimi ihraç etme ve Arap dünyasında istikrarsızlık yaymak için çeşitli kolları kullanma sorunu, İran ile komşuları arasındaki gerçek anlaşmazlığın temel taşı. Komşularının Tahran'dan bekledikleri, kolların finansmanı ve desteklenmesi konusunda benimsediği politikalarda radikal bir değişiklik yapmasıdır. İstikrar ve gelişme yolunu açacak olan budur. Bazıları, Tahran'ın ya da en azından bir kısmının alenen bir şey söylediğine, bir kısmının ise sahada farklı bir şey yaptığına ve bunun da Ortadoğu'yu istikrarsızlaştırdığına inanıyor ve bunda haklı da olabilirler. Kahire ve Beyrut'u ziyaret eden İranlı bakan, Mısır'ın son yıllarda Husilerin Kızıldeniz'in güneyindeki (korsanlık) faaliyetleri sonucunda Süveyş Kanalı'ndan elde ettiği gelirin neredeyse yarısını kaybettiğini biliyor. Lübnan devletini başarısızlığa sürükleyen milis kaosunun bedelini Lübnan’ın ağır ödediğini de biliyor.
İran politikasının ikilemi, 1979'da Şah'ın devrilmesinden bu yana çeşitli İran hükümetlerinin temelini oluşturan sadakat düşüncesinin özünden kaynaklanıyor. Bu politikalarda gerçek anlamda hiçbir değişiklik yapılmadı ve bunlar ne kadar diplomatik söylemlerle çevrili olurlarsa olsunlar, hiç kimse Ortadoğu'da istikrarın sürekliliğini garantileyemez. Zira denklemin diğer tarafındaki hiç kimsenin, yani Arapların, sahada kargaşa yaratan kollara verilen desteğin devam ettiğini görüp, İran diplomasisinin alenen söylediklerine inanması mümkün değil.
Dahası sağcı İsrail hükümeti o kadar keyfi davranıyor ki, Batı kamuoyunun bu katliamları kınaması gibi Batı hükümetleri de bu eylemleri kınar hale geldi.
Tahran'da bazıları Suriye'ye bir şekilde geri dönmeyi hedefliyor ki Şam onlar için büyük bir kayıptı. Ne var ki bu uzak bir ihtimal; çünkü Suriye, yönetim, idare, çevre ile iş birliği ve uluslararası topluma dönüş açısından başka bir felsefeye kapılarını açtı. Bu, yabancı işgaller ve yerel kibir yüzünden büyük acılar çeken Suriye halkının bazı kesimleri tarafından da kabul görüyor.
Ortadoğu'nun birçok ülkesinde ekonomik sorunlar yaşanıyor ve bu sorunlar iç gerginliklerin tırmanmasına yol açtı ve açmaya devam ediyor. Bir yanda işsizlik ve enflasyon, diğer yanda Sudan, Libya ve bir ölçüde Irak'ta olduğu gibi iç savaşlar var.
Dolayısıyla Ortadoğu'da istikrar beklentileri göreceli iyimserlik ile göreceli ihtiyat arasında gidip geliyor ve bu da Körfez eksenini istikrar unsurlarını en üst düzeye çıkarmak, kargaşa unsurlarını mümkün olduğunca sınırlamak için tüm diplomatik ve ekonomik çabasını harcayan bir kaldıraca dönüştürüyor. Bu çok büyük bir görev ve dünya, Suudi Arabistan Krallığı ve Fransa'nın girişimiyle Birleşmiş Milletler ev sahipliğinde bu ayın 17-20'sinde düzenlenecek konferansın sonuçlarını merakla bekliyor. Körfez ülkeleri ile ılımlı Arap ülkeleri, (iki devletli çözümü) dünya gündemine taşımak için aktif bir şekilde çalışıyorlar. Bu, Filistinli güçlerin, özellikle de Hamas'ın iş birliğini gerektiren bir adım. Ancak, eğer Hamas “girişimlerin yolunu tıkamaya” karar verirse, o zaman tarihi hatalarımızı tekrarlamış, yani fırsatları heba etmiş oluruz.
Son söz; bugün Ortadoğu tarihsel olarak iki kampın, siyasi yenilenmenin hukukçuları ile siyasi geleneğin hukukçuları arasında bulunuyor!