Ulusal terimini önemsizleştirenler ve hem iyi niyetli hem de pek de iyi niyetli olmayan siyasi tartışmalarda kendisini kullananlar oldu. Ancak, bu kelimenin, her devletin yüksek ulusal çıkarları, halkının milliyetçilik duygusunu ideolojik bir slogandan ziyade yaşanmış bir gerçeklik haline getiren ortak tarihi tarafından temsil edilen gerçek bir anlamı da vardır.
Gerçek şu ki birden fazla Arap arenasında işgal edilmemiş bir ülkede, devlet otoritesi dışında direniş için bir silahın varlığının meşruiyeti konusunda tanık olunan tartışma, son zamanlarda Lübnan'da Hizbullah'ın destekçi tabanının büyük bir bölümü ile diğer Lübnanlı bileşenlerden oluşan büyük çoğunluk arasında yoğunlaştı.
Birçok üçüncü dünya ülkesinin işgale karşı çeşitli biçimlerde ve araçlarla direniş deneyimlerine sahne olduğu tartışmasız. Hindistan'da Gandhi'nin şiddet içermeyen direnişinden, Güney Afrika'daki silahlı halk direnişi ve Cezayir'deki halk kurtuluş savaşına kadar, direniş işgal altındaki halkların doğal bir hakkı olarak kalmıştır. Lübnan’ın kendisi, 2000 yılında güneyini İsrail işgalinden kurtarmayı amaçlayan bir silahlı direnişe sahne oldu ve bu direnişte Hizbullah büyük bir rol oynadı, bu rol Lübnan halkı tarafından yaygın olarak kabul edildi.
Gerçek şu ki, işgalci ordular ile direniş örgütleri arasındaki güç farkına rağmen çeşitli deneyimlerde “direniş” meşru ve muzaffer olmayı sürdürdü. Ancak, ahlaki temel her zaman işgale direnenleri destekledi ve dünyadaki tüm ulusal direniş deneyimlerinin zaferini neredeyse kaçınılmaz kıldı.
Bu nedenle, Filistin örneğinde direniş ilkesi, insanlar şu konularda fikir ayrılığına düşseler bile meşru kalmaya devam ediyor; işgale karşı koymanın en uygun yolu sivil veya silahlı direniş midir? 7 Ekim operasyonu, işgali caydırma ve Filistin davasını uluslararası alanda yeniden canlandırma konusunda etkili bir araç mıydı yoksa bir hata mıydı ve Filistin halkının karşı karşıya kaldığı trajedilerden sorumlu mu?
Filistin'deki direnişin ulusal, ahlaki ve politik temeli, Hamas’ın projesi ve araçlarıyla kısmen veya tamamen aynı fikirde olmasak bile, Filistin halkının göğsüne çökmüş bir yerleşimci işgal bulunduğu için meşrudur. Ancak Lübnan gibi işgal edilmemiş bir ülkede silahlı direnişin meşru olduğunu iddia etmek kabul edilemez ve düşünülemez. Çünkü konu, direniş hakkındaki bir tartışmadan, Lübnanlı bir fraksiyonun devletin otoritesi dışında askeri teçhizat ve silahlara sahip olmasının, tüm Lübnanlıları, direniş fraksiyonu olduğu bahanesiyle İsrail ile reddettikleri bir savaşa girmeye zorlamasının meşruiyeti hakkındaki bir tartışmaya dönüşmeli.
İsrail'in saldırgan bir devlet olduğu ve birçok Arap ülkesine yönelik hırsları olduğu doğru. Ancak Hizbullah'ın hesaplarının yalnızca İsrail hırslarına karşı koymak ve Filistin'i desteklemek olmadığına, aynı zamanda İran hesaplarının ve Lübnan'ın siyasi ve askeri kararlarına hakim olma arzusunun bir uzantısı olduğuna da şüphe yok. Aksi takdirde Hizbullah, silahlı kuvvetlerini Lübnan Ordusu'na bağlı sayar ve Lübnanlıların reddettiği bir savaşa dahil olmaktansa, bir dış saldırı durumunda onları devletin komutasına tabi tutardı.
Direniş projelerinin ulusal temeli, direniş olarak değerlendirilmelerinin bir koşuldur. Bir ülke yabancı bir devlet tarafından askeri olarak işgal edilmemişse, herhangi bir silahlı grubu “direniş” grubu olarak tanımlamanın hiçbir gerekçesi yok. Bu nedenle, 2000 yılından sonra Hizbullah'ın silahı meselesi, dünya çapındaki tüm direniş deneyimlerinin sınıflandırmasının dışında kalıyor.
Hizbullah'ın silahı, Gazze'yi desteklemek ve Filistin halkı üzerindeki baskıyı hafifletmek için “direniş” bayrağı altında başlatılan bir “destek” savaşında kullanıldı. Sonuç olarak Gazze'ye bir faydası olmadı, Lübnan kaybetti, Hizbullah da liderlerinin ve askeri kapasitesinin çoğunu, yüzlerce üyesini kaybetti. Daha sonra, ABD ve uluslararası toplum tarafından dayatılmadan önce, Lübnanlıların çoğunluğunun talep ettiği yeni koşulları kabul etmesi ve silahını bırakması kendisinden talep edilmeye başlandı.
Aslında sorulması gereken soru şu: Lübnan yabancı bir devlet tarafından işgal edilmiş olsaydı ve Hizbullah bu işgale silahı ile direniyor olsaydı, Lübnanlıların çoğunluğu direnişi reddeder miydi? Cevap kesinlikle “hayır”dır. Sivil veya silahlı direnişin temeli, tanımı gereği, bir ülkede doğrudan askeri işgalin varlığından doğan ulusal bir temeldir. Kardeş veya mazlum halklar ile dayanışma ve destek biçimleri, sadece silahlı değil, tüm sivil, yasal ve insani araçları kapsayacak biçimde geniştir.
Hizbullah'ın ikilemi, üyelerinin çoğunun Filistin davasına olan inancında veya diğerlerinin İsrail'in saldırganlığını reddetme konusundaki asil niyetlerinde yatmıyor. Aksine, projesinin dayandığı formülde yatıyor. Hizbullah'ın silahını “direniş silahı” olarak tanımlama konusundaki ısrarı, bu silahları teslim etmeyi vatanseverlikten veya direniş onurundan vazgeçmekle eşdeğer hale getiren bir dokunulmazlık sağlıyor. Vatansever olmamak veya direniş onurundan vazgeçmek ve diğer sloganlar direniş için değil, siyaset için kullanılıyor.
Hizbullah'ın formülüne yönelik cerrahi bir inceleme gerekli ve bu Hizbullah’ı direniş grubu dokunulmazlığından uzakta yeniden konumlandıracak yeni bir formül üzerinde tartışmak için, Hizbullah'a sempati duyan bazı elitler ile kendisine karşı çıkan muhatapları arasında, tarafsız, kavgasız bir tartışmayı gerektiriyor.