Amr el-Şobaki
TT

İran: Eksik kartlar

İsrail'in İran'a yönelik son saldırısı, iki ülkenin istihbarat gücü arasındaki farkı açığa çıkardı. İsrail’in İran yönetim sistemine ne derece nüfuz ettiği açıkça ortaya çıktı, ancak bu İran’ın caydırıcı araçları ve bazı güçlü kartları olmadığı anlamına gelmiyor.

Gerçek şu ki, İran, devriminin patlak vermesinden ve direnişçi olduğunu iddia eden Arap rejimlerinden daha ciddi bir “direniş” modelinin belirginleşmesinden itibaren, birçok güç kartına sahip oldu. Güçlü bir endüstriyel ve bilimsel temel kurdu ve bunun bir kısmını barışçıl amaçlar, diğer kısmını ise askeri amaçlar için kullandı. Ayrıca, muhafazakâr eğilimin Dini Lider'in desteğiyle devlet aygıtının kontrolünü ele geçirmesinden önce, bir süre reformcular ve muhafazakârlar arasında gerçek rekabete sahne olan bir siyasi sistem geliştirdi. Muhafazakârlar, reformist Hüseyin Mir-Musevi'nin 2009'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmesi ve ev hapsine alınmasının ardından onun deneyimini sona erdirerek, bu rekabeti de bitirdiler. Bundan sonra rekabet Dini Lider’in desteklediği muhafazakârlar ile Lider'in memnun olduğu reformistler arasında yaşanmaya başladı.

İran, siyasi modelini kurup sağlamlaştırdığından beri devrimini bölge ülkelerine ihraç etmeye çalıştı, ancak başarısız oldu. Daha sonra birden fazla Arap ülkesinde vekillerini kullanma aşamasına geçti. Suriye halkına karşı işlediği suçlarda Beşşar Esed rejimini destekledi ve Suriyelilerin kalbinde derin bir yara açtı. Ayrıca Hizbullah'ı destekledi ve onu 2000’de yürüttüğü savaşta tüm Lübnan halkı tarafından desteklenen bir direniş grubundan siyasi ve askeri karar alma süreçlerine hâkim bir gruba dönüştürdü. Hizbullah daha sonra İsrail'e karşı Gazze'ye faydası olmayan, Lübnan'a zarar veren ve Lübnan halkının büyük çoğunluğu tarafından reddedilen bir savaşa girişti.

Gerçek şu ki, İran adına savaşan ve Tahran liderlerinin onlarla övündüğü vekiller, Hizbullah'ın zayıflaması ve liderlerinin öldürülmesi, ardından Beşşar Esed rejiminin devrilmesiyle ardı ardına düştüler. İran'ın dış vekilleri kalmadı ve esas olarak iç gücüne ve dış ittifaklarına güvenen “yarı normal” bir devlet olmaya geri döndü.

Aslında İran, hayatta kalma, manevra yapma ve bazen de siyasi sistemin kendi çerçevesi ve kuralları içinde kendini yenileme yeteneği de dahil olmak üzere bir dizi güç kartına sahipti. Ayrıca İsrail saldırılarına dayanabilecek önemli askeri ve bilimsel yeteneklere de sahipti. Rusya ve Çin ile bir ittifak kurdu ve bu ittifak Rusya ile daha derin. Son zamanlarda Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerini iyileştirmeye çalıştı, ancak bu ülkelerin çeşitli İran uygulamalarına yönelik endişelerini tamamen ortadan kaldırmadı.

İran, yıllarca Beşşar Esed gibi bir rejimle ittifakının kendisine Suriye halkını kaybettireceğini ve bu rejimin kendi halkına karşı işlediği suçların kendisine veya müttefiki Hizbullah'a yönelik herhangi bir saldırıya karşı kayıtsızlık duygusu yarattığını hiç düşünmedi.

İran'ın vekillerinin bir ikilem olmasının nedeni, ona eksik güç kartları vermeleridir; çünkü vekiller kartı, bölgedeki tüm halkların toplumsal desteği veya en azından ona karşı düşmanlık duymamaları ile ilgili diğer, daha önemli kartları elinden aldı. İran, Hizbullah ile İsrail arasında 2006’da yaşanan savaşın ardından Hizbullah'a verdiği “sınırsız” destekten geri adım atmış olsaydı, Lübnan siyasi sistemiyle ilişkisini normalleştirmesinde rol oynamış ve silahlarını kademeli olarak geri çekmiş olsaydı, Lübnanlılarının çoğunun şu anki pozisyonu, İsrail'e karşı savaşında İran'ı ya destekleyen ya da ona sempati duyan yönde olurdu. İran, Esed rejimi gibi bir rejimi desteklememiş olsaydı, Suriye halkı İsrail saldırganlığı karşısında onu destekleyen ilk halklardan olurdu. İran, Husileri meşru Yemen hükümetiyle olan çatışmalarında desteklemeseydi ve zaten çok sayıda bölünmeden muzdarip olan bir ülkede mezhepsel bölünmeyi derinleştirmeseydi, İsrail bu kadar kolay Husi liderlerine suikast düzenleyemezdi ve Yemen halkının tamamı mevcut savaşında onu desteklerdi.

İsrail İran'a nüfuz etmek için “uzun ve geniş” bir örgütsel yapıya, milislere ve silahlı gruplara ihtiyaç duymadı. Bunun yerine, İran’ın 20 komutanını ve yaklaşık 10 nükleer bilim adamını hedef alan Mossad komando birimi ve bir grup uzman bunun için yeterliydi.

Bölgenin İsrail ile çatışmalar tarihindeki deneyimi, başarılı bir savaşta kısmi de olsa zafere bölgesel bir fikir birliğinin eşlik ettiğini gösteriyor. Mısır’ın yürüttüğü yıpratma savaşı, Hartum zirvesinin ve Mısır-Suudi Arabistan anlaşmasının ardından geldi. Ekim 1973 savaşı, savaş alanı, petrol ve ekonomi konusunda Arap desteğini ve fikir birliğini temsil ediyordu. Şüphesiz iç nedenleri de olan 1967 yenilgisinde ise bunlar yoktu. Aksine bölgeyi bölen ideolojik kutuplaşma ve siyasi tartışma hali ona eşlik etmişti.

İran'ın kollar teorisini uygulamadığı (ya da uygulayamadığı) ülkelerde (Mısır ve diğerleri gibi) Tahran, bu ülkelerin vatandaşlarının geniş bir kesiminin sempatisini kazandı çünkü onu İsrail kibrine karşı koyan bir ülke olarak gördüler. Birçok Arap da İran'ın çökmesinin, İsrail'in bölgeyi gasp etmesinin, işgalini acımasız bir güçle pekiştirmesinin kendi ulusal çıkarlarına uygun olmadığını, aksine, İran ve bölgeye sonradan gelen bir yabancı değil, onun asil halklarından olan halkının, siyasi modelini rehabilite ettikten sonra kalmasının kendi çıkarlarına olduğunu düşünüyorlar.