Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Ortadoğu'daki ölümcül kimlik çatışması

Bugün dünyanın gözü önünde dönen İran İslam Cumhuriyeti ile İsrail arasındaki ölümcül çatışma, bir bakıma kimlik çatışmasıdır ama aynı zamanda hem acı hem de maliyetli bir çatışmadır. Bugün hiç kimse bu çatışmanın nasıl sonuçlanacağını, ulusal kimlik anlayışındaki köklerini ve modern devlette uygulanış biçimini, yani devlet sınırları içinde mi kaldığı, yoksa devletleri ve sınırları mı aştığını kesin olarak bilmiyor.

Çağdaş medeni devlet kapsamlı anlamda din devleti değildir, dine düşman da değildir. Bilakis, bütün mezheplere inanç hürriyetini teminat altına almıştır. Dini siyasi kurumlardan ayırır, resmi bir mezhep dayatmaz, dinsel çoğulculuğa saygı gösterir.

İnsanoğlunun bu noktaya gelişi coğrafi, siyasal ve yaşamsal zorunluluklar sonucu oldu ve bunun kadim kökleri Ortaçağ Avrupası'nda yaşanan ölümcül din çatışmalarına dayanıyor olabilir. Bu bir mezhep çatışmasıydı; bir mezhep diğerlerine egemen olmak istiyordu. Ancak tüm bu savaşlar  sorunu çözmeye yetmeyince tarihçiler iki ilke üzerinde anlaştılar; birincisi, devletin mezhepsel tarafsızlığı, ikincisi ise belirli bir düşünce ve inancı dayatmak amacıyla farklı ülkelerin iç işlerine karışılmaması. Bu fikir, yıkıcı savaşların ardından 1648'de imzalanan Vestfalya Barışı'yla teyit edildi. Söz konusu barış anlaşması, din savaşları olarak bilinen savaşları sona erdirdi ve coğrafi sınırları içinde egemen devlet olarak bilinen şeyin temellerini attı.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra modern sömürgecilik, başkalarının işlerine karışmayı, kontrol etmek ve bu toplumları kendi deyimiyle, uygarlık arenasına taşımak için bir bahane olarak kullandı. Ancak, yaşanan iki yıkıcı dünya savaşı, başka ülkelerin içişlerine karışma girişimlerinin ne kadar büyük bir zarara yol açtığını açığa çıkardı. Bu nedenle o dönemde toplumlar yıkıcı çatışmalar yaşadılar ve bunun sonucunda eski geleneksel imparatorluklar yok oldular.

Uluslararası hukukta devlet egemenliği, Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın 2. maddesinin 7. fıkrasında teyit edilen temel bir ilke olup, coğrafi zorunluluklara da tabidir. Komşu ülkeler ortak çıkarlarla birbirine bağlıdır ve birbirlerinin işlerine karışmak çoğu zaman gerginliğe veya çatışmaya yol açar. Buradan hareketle, sınırlara saygı göstermeyi, bölgesel ve uluslararası anlaşmalara uygun olarak ve herkesin saygı duyduğu diyalog yoluyla iç anlaşmazlıkların çözülmesini gerektiren iyi komşuluk ilkesinden bahsedilmeye başlandı.

Modern tarihte birçok Arap ülkesi, bağımsızlık dönemlerinin başlangıcında doğrudan müdahaleden kaçındı. Arap Birliği bu ilkeye, yani çatışmasız iş birliğine dayanarak kuruldu. Ancak, geçen yüzyılın ellili yıllarının başlarından itibaren Arap coğrafyasını saran devrimsel durum nedeniyle komşu ülkeler bu ilkeye uymamaya, gürültülü sloganlar altında başkalarının işlerine doğrudan doğruya karışmaya başladılar. Bunun sonucu olarak işlerine karışılan ülkelerin toplumlarında bir parçalanma yaşandı. Aynı durum Afrika'da da doğrudan sömürgeciliğin sona ermesinden sonra yaşandı; ancak Afrikalılar, ulus-devlet için egemenliğin ve işlerine karışılmamasının önemini fark ettiler. Bu nedenle iç anlaşmazlıkları çözmek için yasal örgütlenmeler oluşturdular.

Irak'ın 1990 yılında Kuveyt'i işgali, çeşitli sloganlar altında ve belirsiz nedenlerle komşunun içişlerine müdahalenin açık bir örneğiydi. Nihayetinde Irak'ın istikrarının bir kısmını kaybetmesine ve henüz kurtulamadığı uzun vadeli bir krize sürüklenmesine neden oldu ve komşu ülkeler bu müdahaleye kararlılıkla karşı durdular.

Çeşitli bahanelerle başka ülkelerin içişlerine müdahale kapısının açılması, çağdaş tarihimizde bölgemizde yaşanan bütün kötülüklerin köküdür. İslam Cumhuriyeti de devrimci Arap devletlerin yolunu izlemekten geri kalmadı ve kendine göre gerekçelerle, çeşitli sloganlarla komşularının içişlerine karıştı. Bu durum bölgesel sistemin birbirine olan güvenini kaybetmesine ve asgari düzeyde de olsa komşular arasındaki iş birliğinin kaybolmasına neden oldu.

Bu durum, diğer şeylerin yanı sıra, birçok ülkede meşruiyetin kaybolmasına ve yıkıcı iç savaşlara yol açtı. Devletler felç oldu ve bölgemizde görülen tehlikeli çalkantılı durum yaşandı.

Tarihsel deneyimler bize, komşu bir ülkenin çevresinin iç işlerine karışma kapısının açılmasının, çoğu zaman kaynakların tüketilmesine, yüksek maliyetlere ve savaşlara yol açtığını, ilişkileri zehirleyip, güveni zayıflattığını gösteriyor.

İran İslam Cumhuriyeti ile İsrail arasında süregelen çatışmanın bir parçası da İran İslam Cumhuriyeti'nin coğrafi olarak İsrail'i çevreleyen bölgelerde çeşitli vekiller edinmesidir. Bu durum, büyüyerek bölgenin tamamını patlatabilecek bir kriz ve tepkiler zincirinin oluşmasına ve şu anda tanık olduğumuz çatışmaya yol açtı.

İşte bugün gördüğümüz ve neredeyse küresel boyuta ulaşacak biçimde gelişmeye devam eden çatışmanın tohumu budur.

Büyük çaplı bir çatışma çıkması durumunda kalkınma için harcanan tüm emekler kısa sürede buharlaşabilir. Savaşların maliyetli olduğu, uzun süreli olumsuz sonuçlara yol açtığı ve aynı zamanda bulaşıcı olduğu defalarca kanıtlanmıştır.

Son söz; savaşlar hayatları mahveder, ülkeleri harap eder ve nefret tohumları eker.