Yedi yıl önce ‘İsrail'in bölgesel yükselişi’ hakkında yazmıştım.
Bugün, 7 Ekim saldırılarının ardından yaşanan büyük jeopolitik değişikliklerin arkasında İsrail'in varlığı daha da belirgin hale geldi. Peki tüm bunlardan sonra İsrail kendini nasıl görüyor?
Eski rolüyle yetinmesi olası görünmüyor; askeri gücünü yansıtan siyasi roller arayışına girecek.
Tel Aviv, yarım asır boyunca varlığını, eski ve işgal altındaki sınırlarını korumayı temel alan bir politika izledi. Bu politika, İran'la yüzleşmeyi, Saddam ve Esed rejimleri gibi muhalif güçlerle oyun oynamayı da içeriyordu.
Bugün, çevresindeki güçlerin yok edilmesinden sonraki aşamaya giriyor. Modern tarihinde ilk kez, İsrail'e tehdit oluşturan ve bunu gerçekleştirebilecek bir güç kalmadı. İran bile, saldırı kapasitesinin yok edilmesinden sonra bunu yapamaz hale geldi. İran iç ve dış gücünü yeniden inşa edebilirse bu denklem gelecekte değişebilir, ancak bu olasılık uzak veya imkânsız görünüyor.
Koşullar değiştikçe İsrail'in stratejisi de değişiyor. İsrail, bölgede sadece sınır bekçisi değil, saldırgan bir oyuncu olmak istiyor. Bölge şu anda dağınık durumda ve net ittifaklar yok, sanki karışık durumların çözülmesini bekliyor gibi… Bunlardan biri de büyük ölçüde küçülen Tahran ekseni.
İsrail'in geleceği için iki olasılık var: Birincisi, kendini yeni durumu ve ‘istikrarı’ koruyan bir güç olarak görmek ve komşularıyla barış içinde ilişkilerini sürdürmek. Bu, savaş ve boykot döneminin sonu anlamına gelecektir. Kendisine düşman olan rejimlerin ortadan kalkması veya zayıflamasıyla İsrail, jeopolitik durumu sağlamlaştırarak, çevresini temizleyerek ve kendisine düşman olan hareketlerin geri kalanlarını ortadan kaldırarak çıkarlarını güçlendirecektir.
İkinci olasılık ise, üstün gücüyle İsrail'in bölgenin siyasi perspektifini ve çıkarlarını kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirmek istemesi ve bunun daha fazla çatışmaya yol açmasıdır. Bölge ülkeleri bu konuda eski endişelere sahip. Irak'ın Saddam Hüseyin rejimi ve İran gibi yayılmacı rejimler, İsrail'i bölgesel emellerinin önünde bir engel olarak görüp ona karşı çıkmışlardır, ancak manşetler her zaman Filistin meselesiyle örtülmüştür.
Hamas'ın saldırıları İsrail'i köşesinden çıkardı ve onu eskisinden daha fazla bölgesel denklemin bir parçası haline getirdi. Peki İsrail bölgesel olarak bir arada yaşamayı mı arıyor, yoksa kendini bölgenin polisi olarak konumlandırmayı mı hedefliyor?
Her şey, İsrail'in bölgesel siyasi faaliyetlere ve çatışmalara –belki bir askeri müteahhit, bölgesel bir oyuncu veya hatta bir ittifak lideri olarak– ortak olmaya çalıştığını gösteriyor. Irak'ın Suriye'ye müdahalesini ve Türkiye'nin genişlemesini de hızla engelledi.
Netanyahu hükümetinin sürekli savaşma isteği, Büyük İsrail projesine ve bölgede genişleme planlarına dair endişeleri yeniden canlandırdı. Gerçekte, bu iddiaların çoğu, İran, Suriye ve Müslüman Kardeşler gibi çatışmaya dahil olan taraflar tarafından öne sürülüyor. İsrail belki de hâkim bir rol arıyor, ancak coğrafi genişleme olasılığı düşük. İsrail, elli yıldır kendi içine kapanmış durumda ve maddi, askeri ve hukuki imkanlarını 1967 savaşında işgal ettiği toprakları yutmak için kullanıyor. Bu toprakları korumak için mücadele etmeye devam ediyor ve Filistin devleti kurarak veya bu toprakları Ürdün ve Mısır yönetimine geri vererek elinden almak isteyen birçok girişimi boşa çıkarıyor.
İsrail devleti küçüktür ve Yahudiliğini korumaya bağlı olan sisteminin doğası gereği öyle kalacaktır. Şu anda vatandaşlarının yüzde yirmisi Filistinli ve işgal altındaki toprakları devlete katarsa, bu oran tam olarak nüfusun yarısına ulaşacak. Bu da sorunu genişleme değil, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ni sindirme sorunu haline getirir. Korku, İsrailli aşırılıkçıların bu amaçla kaos durumundan yararlanmaya çalışacaklarıdır. Zira Hamas'ın 7 Ekim saldırısı, Gazze Şeridi ve Batı Şeria’nın bir kısmını ortadan kaldırmak için kullanılmıştı. Bu olasılık mümkündür ve ciddi sonuçları vardır. Ancak ideologların, Ürdün Nehri'nin ötesine genişlemeyi savunan makalelerden alıntı yaparak, sözde Büyük İsrail'e karşı uyarıda bulunmaları abartılıdır. Bu, eski Arap ve İslam tarihine özlem duyanların Endülüs hakkında konuşmalarına benzeyen siyasi tezlerin bir parçası olabilir. Demografik olarak İsrail, Yahudi devleti kavramıyla yönetilmektedir ve bölgedeki çoğu ülkenin aksine, çeşitli ırk ve etnik grupları bünyesinde barındıran ve özümsemiş olan ülkelerin aksine, etnik olarak asimile olmaktan korkmaktadır. İsrail hegemonyaya ulaşmak istemektedir, ancak işgallerin sonucunda kaçınılmaz olan demografik entegrasyondan da endişe duymaktadır.
Siyasi olarak, son zaferlerinin ardından, gelecekteki Yahudi devletinin stratejisi belirsizliğini korumakta ve muhtemelen halen şekillenme aşamasındadır. Kendisi için ne isterse istesin, ister komşu Arap ülkelere açık barışçıl bir devlet olsun, ister bölgede sürekli çatışmalara karışan bir polis gücü olsun, bölgeyi hareketlendiren dinamikler farklı ve birbiriyle rekabet eden faktörlerden oluşmaktadır. Tek bir güç bu dinamikleri kontrol edemez.