Bölgemizde, istikrarın içeriden başladığı ve kalkınmanın meşruiyetin temeli olduğu şeklindeki basit fikre dayanan siyasi bir iklim yayılıyor. Bu siyasi akım, büyük ideolojik sloganlar atmıyor veya sürekli çatışmalarla güç dengesinde radikal değişimler vaat etmiyor. Aksine, siyaseti bir yönetim ve karşılıklı fayda aracı olarak yeniden tanımlıyor.
Fas Kralı 6. Muhammed'in tahta çıkışının yıldönümü vesilesiyle yaptığı son konuşma, bu bağlamın açık bir parçası. Kral'ın ülkesinin bağlı kalacağını yinelediği Cezayir'e “el uzatma” politikası, Ocak 2021'de Katar ile Körfez krizini sona erdiren “el-Ula Uzlaşması” ve Mart 2023'te Çin himayeli Suudi Arabistan-İran anlaşması gibi benzer adımlar ile buluşuyor. Bu tutumun güvenilirliği ve stratejisi, Fas'ın İspanya gibi diğer komşularıyla egemenlik alanında yaşadığı hassasiyetlere rağmen, 2030 Dünya Kupası'na İspanya ve Portekiz ile birlikte ev sahipliği yapmak gibi iddialı bölgesel iş birliği projeleri yürütmesi ile teyit ediliyor. Fas seferber etme ve kimlik politikalarından ziyade Güney Akdeniz'deki konumunu sağlamlaştırma çıkarlarına öncelik veriyor.
Büyük ideolojilerin, Arap insanının yaşadığı zorlukların gerçekliğinden kopuk yanıltıcı doktriner sloganların tükettiği bir bölgede, Fas Kralı’nın konuşmasının ulusal altyapının geliştirilmesine, ekonominin çeşitlendirilmesine, bölgesel entegrasyon projelerine ve çevre, iklim ve yenilenebilir enerji sorunlarına odaklanması, siyasi rasyonaliteyi benimseyen Arap devletlerinin bu konudaki yaklaşımdan ayrılamaz.
Dolayısıyla, yoğun bir Arap çatışması döneminde kök salan ve siyaseti yalnızca otoriter yapısı açısından değil, araçları, insani projesi ve yaşamsal alanı açısından da yeniden tanımlamaya çalışan bir Arap akımı söz konusudur.
Liderleri giderek artan bir güven kazanan bu yönelimlerin önemi, iki acı on yılın ardından gelmeleri gerçeğinde yatıyor. İlk on yıla ABD’nin terörle mücadelesi ve zorla demokratikleştirme çabaları damga vurmuştu. İkincisine ise ulus-devletlerin temellerinde neden oldukları korkunç çöküşle sonuçlanan “Arap Baharı” yılları damgasını vurmuştu. Buna karşılık, mevcut siyasi dalga, kaotik demokratik değişim sloganlarının yerini kamu yararı, çıkarları birleştirme, pragmatik müzakerelere dayalı politikaların aldığı “pratik bir istikrar” üretmeyi vaat ediyor.
Buna ilave olarak, Arap rasyonalist akıma bağlı ülkeler, ideolojik ittifaklara veya abartılı sloganlara ihtiyaç duymadan, dengeli ve güvenilir bir performansla bölgesel ve uluslararası etkinliklerini dayatıyorlar. Avrupa ve Afrika arasında bir enerji ve ticaret köprüsü olan Fas'tan, Suudi Arabistan, BAE ve Katar'ın Ukrayna'daki savaş, Ermenistan-Azerbaycan çatışmasının çözümü ve Çin-Amerikan Soğuk Savaşı'ndaki hayati konumları gibi karmaşık uluslararası meselelerde artan arabuluculuk rollerine kadar, bu ülkeler, taraflı bir taraf değil, dürüst arabulucular rolünü oynayabilen rasyonel güçler olarak öne çıktılar.
Bu arabuluculuk rolü, 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı ve yol açtığı, benzeri görülmemiş İran-İsrail çatışması ile biten çok cepheli savaştan sonra kısa sürede yeni boyutlar kazandı. Birçok Arap başkenti, çatışmanın taraflarıyla olan dengeli ilişkilerini kullanarak patlamayı kontrol altına almak ve tam ölçekli bir savaşa sürüklenmeyi önlemek için harekete geçti. En önemlisi, Suudi Arabistan öncülüğünde New York'taki BM'de düzenlenen İki Devletli Çözümün Uygulanması İçin Uluslararası Konferans aracılığıyla Filistin meselesini pragmatik siyasi çözüm gerektiren bir mesele olarak tanımlayarak, rasyonel tartışma alanına yeniden taşıdı. Sloganların ve söylemlerin pençesinden kurtulmasının önünü açtı.
Bu “yeni rasyonellik” üç mekanizma aracılığıyla kendini gösteriyor; ölçülebilir maddi kazanımlar (altyapı, enerji, turizm vb.), anlaşmazlıkları daha da kötüleştirmek yerine yönetmeyi önceliklendiren esnek diplomatik açılım, ideolojik söylemden uzak bir resmi söylem.
Kendisinden pek bahsetmediği için bölgedeki bu önemli dönüşümleri gölgede bırakan ve tekrarlanan manşetler tarafından esir alınmış siyaset ve medya gündemini düzenlemek adına son Fas konuşması ile benzeri Arap konuşmalarına ışık tutmak önemlidir. Bu konuşma yalnızca Fas'ın içini değil, aynı zamanda “çatışma sonrası” tarihsel meseleleri inkâr etmeden veya reddetmeden bir ufuk arayan Arap çevreyi de muhatap alıyordu.
Bölgenin, gençler başta olmak üzere Arap halklarının beklentilerinde hızlı bir değişime tanık olduğu sır değil. Sloganlara ve kimlik çatışmalarına olan ilgide gözle görülür bir düşüş yaşanırken, buna karşılık fırsatlara, verimli yönetim ve hizmetlere olan talep artıyor. Bu değişim, devlet ve toplum arasındaki ilişkiyi “sadakat veya yabancılaşma” ikiliğinin ötesinde yeniden tanımlıyor.
Hem dini hem de milliyetçi “ideolojik radikalizm” modellerinin siyasi çekiciliği, bu projelerin toplumları yönetme veya gerçekçi çözümler sunma konusundaki birikmiş başarısızlığı nedeniyle, geleneksel seçmen kitleleri arasında bile sınırlı hale geldi. Fas'tan BAE’ye, Suudi Arabistan'dan Mısır ve Ürdün'e kadar, daha özgüvenli bir Arap siyasi zihniyetinin haritası ortaya çıkıyor. Bu harita, her ülkenin kendine özgü özelliklerini göz ardı etmeden önceliklerde en üst düzeyde yakınlaşmayı içeriyor. Siyasi meşruiyet ve toplumsal istikrar için bir araç olarak performansın önemine dair keskin bir farkındalıkla birleşiyor.