İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

İsrail ve alışılmışın dışında bir yüzleşmenin zamanı

Netanyahu hükümetinin, özellikle de Gazze şehrini yeniden işgale başladıktan sonra, zamandan kaçarak tüm bölgeyi bir kez daha nefret ve savaşın derinliklerine sürüklemeye çalıştığına artık şüphe yok.

Doha zirvesinin ertesi sabahı, İsrail işgal ordusu birlikleri, Arap dünyasına bir mesaj gönderircesine operasyonlarına başladı. Bu, savunmasız bir halka karşı işlediği barbarca soykırım eylemine denk bir Arap ve uluslararası tepki gerektiriyor.

İsrail'e alışılmışın dışında araçlarla karşı koymanın zamanı geldi mi?

Çatışma her zaman silahlarla olmaz ama gerektiğinde silahın tetikte olmasına izin verin, özellikle de İtalyan filozof Antonio Gramsci'nin "vahşilik çağı" olarak tanımladığı, heyecan verici ve korkutucu değişimlerin yaşandığı bir dönemde.

Arap ve İslam dünyasının, dünyaya doğru ve samimi sözlerle ve gerçekten etkili bir imajla nasıl hitap edileceğini bilen bir “yol haritasına” ihtiyacı var. Bu harita, birleşik bir siyasi karar, iyi düşünülmüş bir ekonomi, bilgili ve dürüst bir medya ve gelecek nesillerin zihinlerine ve kalplerine derinlemesine yerleşmiş uzun vadeli stratejik sabrı da içermeli.

Yukarıdaki ifadelerin sahada da karşılığının bulunması gerekiyor. Doha zirvesinin bin millik yolculuğun ilk adımı olduğu düşünülebilir, çünkü siyasi iradeler, bağımsız ve egemen bir Vestfalya devletini bombaladıktan sonra artık düşman haline gelmiş bir rakiple yüzleşme konusunda umut verici görünüyordu.

Arap ve İslam dünyası, sahadaki durumu tam bir doğrulukla anlatan açıklamalar dinledi. Şimdi herkes, gerginliği körüklemeyi amaçlamayan veya savaş çağrısı yapmayan, ancak barışı yaymaya çalışırken, Roma İmparatoru Hadrianus'un da dediği gibi, savaşa hazırlanan kapsamlı ve birleşik bir vizyon bekliyor.

Bu kritik ve hassas dönemde son derece önemli olan bir diğer konu da en basit ve kolay noktalardan işler karmaşıklaşır ve Netanyahu umursamazca yanlış yolda diretirse, savaş alanındaki çatışmaların tam koordinasyonuna kadar Arap savunma iş birliğini harekete geçirmektir.

Birkaç gün içinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplanacak ve Filistin davasının siyasi olarak desteklenmesi, bağımsız bir Filistin devleti fikrine yeni destekçiler kazandırılması ve BM Genel Merkezi ile diğer uluslararası forumlarda, özellikle de Uluslararası Adalet Divanı'nda uluslararası hukuku ihlal eden İsrail uygulamalarının ifşa edilmesi için fırsat olgunlaşmış görünüyor.

Yaklaşan Genel Kurul çalışmalarının merkezinde, İsrail ile Araplar arasında adil bir barışa varmak için en önemli Arap girişimlerinden biri yeniden önerilebilir ve teyit edilebilir; Suudi Arabistan Krallığı tarafından 2002 yılında Beyrut'taki Arap Zirvesi'nde çözümün temeli olarak önerilen Arap Barış Girişimi'nden bahsediyoruz.

Bu uluslararası forumda dünyaya İsrail'in kaçırdığı fırsatı hatırlatmak, şüphesiz ki yaklaşık iki yıldır sabah ve akşam Gazze'de yaşanan acılarla beslenen Filistin haklarıyla uluslararası uyumun sağlanmasına katkıda bulunacaktır.

Geleneksel fikirlerin dışına çıkan yüzleşme sürecinde, mücadele iki ana alana taşındı; önce İsrail içi, ardından Amerika Birleşik Devletleri'nin kalbi.

Savaşlardan bahsetmek yalnızca ateş ve yıkım anlamına gelmez, aynı zamanda zihinleri düşünceyle ve kalpleri insani, güvenli, barışçıl ve istikrarlı bir yaşam sürmenin yollarını aramakla ateşlemek anlamına da gelir.

Bu noktada, Netanyahu hükümeti İsrail halkını dogmatik vizyonların alanına itmeye çalışsa da karşıt akımların olduğu da açık. Bunlar kesin bir şekilde yaşananların neredeyse her şeyin yok olmasına, İsrail devletinin geleceğinin, sürekli savaşlarla olmasa bile, bağımsız bir vatanın sığınak olabileceği duygusunun kaybıyla yok oluşuna neden olacağını söylüyorlar.

Bu insanlara, onlarca yıl önce düşman ile bağlantı ve iletişim köprüleri olarak mevcut olmayan ufuklar açan modern medya araçları aracılığıyla hitap edilmelidir.

 İkinci alan ise son olarak sağcı Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun açıklamaları dahil, Trump yönetiminin tutumlarına rağmen, popülist düzeyde hızlı ve olumlu değişimlerin yaşandığı ABD’dir.

Birkaç hafta önce Amerikan “Daily Cooper” gazetesine konuşan Trump, Kongre'de İsrail'e verilen desteğin 20 yıl önce gözlemlemediği bir düşüş yaşadığını söyledi.

Bu, Amerikan ufkunda Tel Aviv için korkutucu senaryolar olduğu anlamına mı geliyor?

İsrail için en kötü senaryo, 1980'lerdeki apartheid döneminde Güney Afrika'nın düştüğü konuma düşmektir. Washington, ırkçı Pretoria hükümetine baskı yapmaktan uzun süre kaçınmıştı, ancak 1986'da Kongre başkanlık vetosunu geçersiz kılarak Güney Afrika'yı tecrit etmişti.

Küreselleşme sonrası dünyada İsrail'i korkutabilecek en önemli araç, ekonomik ve diplomatik boykotların yanı sıra yoğun bir medya ablukasının kendisini zayıflatarak “gettoya” geri döndürmesi olabilir. Devam edeceğiz.