Yemen Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi Başkanı Raşad el-Alimi'nin Genel Kurul üyeleri önünde yaptığı çağrı dikkat çekiciydi. Alimi, Husi hareketini gelişmiş İran silahlarıyla donatılmış sınır ötesi bir terör örgütü olarak nitelendirerek, Husi hareketine karşı uluslararası bir koalisyon kurulması çağrısında bulundu. Alimi, Husi hareketinin on yıl önce Yemen'i ele geçirip, Yemen'i veya Yemenlileri ilgilendirmeyen bir projenin rehinesi haline getirdiğini de belirtti. Yapılan bu çağrı iki anlama geliyor; birincisi, BM Özel Temsilcisi Hans Grundberg tarafından önerilen ve Husilerin, Kızıldeniz'de gerilimi azaltmayı, ülke çapında ateşkesi, acil ekonomik ve insani sorunların ele alınmasını, kapsamlı bir siyasi süreci içeren yol haritası ile ilgili taahhütlere yeniden uymasını sağlayacak herhangi bir siyasi sürece bahis oynamanın, mevcut durum göz önüne alındığında, kaybetmeye mahkum bir bahis olduğudur. Yine bu, en iyi ihtimalle, hatırı sayılır bir sabır ve büyük fedakarlıklar gerektiren çok zayıf bir bahistir.
İkincisi, uluslararası toplum tarafından tanınan meşru hükümetin Husi projesine tek başına askeri olarak karşı koyma kapasitesine sahip olmadığıdır. Sadece bölgedeki değil, dünyadaki büyük güçlerin Husi hareketine karşı durması ve hem Yemenli hem de İranlı bölgesel bileşenleriyle projesini bozguna uğratması durumunda bunda başarılı olunabilir.
Bu iki faktör de Yemen devletinin kaderini bir belirsizlik ve şüphe ile sarıyor. Bu şüphenin büyük bir kısmı, siyasi ve coğrafi bölünmelerden ve Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi üyeleri arasında hâkim olan iki ana eğilim arasındaki görüş ayrılıklarından kaynaklanıyor.
Bu iki eğilim, Alimi'nin BM'deki konuşmasından önce bile çok sayıda yerel ve bölgesel hareketlilik ile kendini gösterdi. Nitekim Alimi, ayrıntılı olarak açıkladığı görüşüne göre yalnızca İran'a hizmet eden bir projeye boyun eğmemek, hem Yemen hem de bölge için Husi yükünden, meydan okumasından kurtulmak isteyen birleşik bir Yemen adına konuşurken, Liderlik Konseyi Başkan Yardımcısı Aydarus ez-Zubeydi, Güney Geçiş Konseyi lideri sıfatıyla Amerikan medya kuruluşlarına verdiği demeçlerde, bir Amerikan üniversitesinde yaptığı konuşmada farklı şeyler söylüyordu. Birliği yeniden tesis etme yönündeki tüm girişimlerin başarısız olduğunu ve Husilerle mücadelenin güneyin kendi devletini yeniden kurması ile başlayacağını vurguluyordu.
Zubeydi'nin “ayrılık” çağrısı içeriği bakımından yeni değil. Kendisi, bir güney devleti fikrinin en ateşli savunucularından biri. Ayrılık için tüm gerekliliklerin mevcut olduğunu ve meselenin bu büyük dönüşüme yasal meşruiyet kazandıracak uluslararası bir çözümle ilgili olduğunu sık sık vurguluyor.
Güney'de bu fikirlerin giderek daha fazla kabul görmesi, 1994 yazındaki savaş sırasında yaşanan acıların ve ihlallerin büyüklüğünden kaynaklanıyor. Bu savaş, anayasası savaştan sonra değiştirilen birleşik devlette güneyin temsil edilmesinin önüne geçti. Birliği demokrasi ve çok partili çoğulculuğun eşlik ettiği bir birlik ilkesine göre tesis eden Sosyalist Parti ile Halk Kongresi arasında iktidar paylaşımı fikrini ortadan kaldırdı. Aden hükümetinin zayıf ekonomik ve kalkınma performansı da, Husi etkisinden uzak, bağımsız bir güney arzusuna daha fazla gerekçe sağlıyor.
Ayrılık yöneliminin gücü, zayıflıkları gizlemiyor. Bir yandan da hukuki bir sorun var. Bu seçeneği önerenlere, tüm güneyin temsilcileri olarak davranmak zor. Zira seçilmemişler ve ayrılığı görüşmeye yetkili değiller. Bu koşul sağlansa bile, bu konuyu kiminle müzakere edecekler? Birleşik devleti çöküşten korumakla görevli meşru hükümete bağlı kuzeyli liderlerle mi? Yoksa kuzeydeki Husi Ensarullah hareketiyle mi müzakere edecekler? Husi liderler daha önce fiili olarak kendi kontrollerinde olan bölgeler ile diğerleri arasındaki mevcut bölünmeyi kabul etmeye, diğer bölgeleri kendi hallerine bırakmaya istekli olduklarını ifade etmişlerdi. Bu bölgelerin devletlerini kurmak, güneyin veya başka tarafların baskısından uzakta yönetmek için yeterli olduğunu düşünüyorlar.
Güneyin yasal temsilinin olmaması bir formalite gibi görünse de, pratikte birleşik Yemen devletinin sonlandırılması çağrısını kısıtlıyor. Ayrıca, BM çatısı altında bir ayrılık sürecine girme ve ayrılığa uluslararası meşruiyet ve tanınma sağlama yönündeki her türlü girişimi de kısıtlıyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın Ensarullah hareketini yeniden uluslararası terör örgütü olarak sınıflandırdığı doğru, ancak bu, Washington'un kışkırtıcı, yankıları yalnızca kendi halkıyla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda daha geniş bölgesel ve uluslararası toplum üzerinde de hissedilecek bir taleple yasal ve diplomatik olarak etkileşime girmeye hazır olduğu anlamına gelmiyor.