Aksa Tufanı operasyonuna verilen karşılığın başından bugüne kadar, birbirini takip eden ABD yönetimleri İsrail'e siyasi, askeri ve finansal olarak ihtiyaç duyduğu her şeyi sağlamaktan çekinmedi. Ama bu süper güç, Mısır, Katar ve son zamanlarda Türkiye ile birlikte arabuluculuk da yaptı.
Biden yönetimi, İsrail'in Gazze'ye kara harekâtı düzenlemesi konusundaki çekincelerini gizlemedi, ancak bu çekinceler bazı durumlarda aleni olsa da İsrail’deki savaş liderleri bunlara küçümsemeyle yaklaştı. Bu çekinceli yönetim, savaşın yalnızca ilk yılındaki birçok vetosu, dahası savaşın ihtiyaç duyduğu silah ve teçhizatı taşıyan hava köprüsü ile savaşı koruma konusunda rekor kırarken neden böyle davranmasınlar ki!
Biden yönetimi sahneden çekildi ve yerine Trump yönetimi geldi. Bu da İran savaşı ve nükleer reaktörlerin başlarına gelenler ve kaderleri ile belirginleşen farklı bir siyasi dönemin başlangıcı oldu.
Ancak Trump başkanlığının en önemli sonucu, Gazze ve Lübnan'daki ateşkesti.
Zaferler ve başarılar toplamaya takıntılı olan Başkan Trump’ın en övünmeye değer başarısı, Gazze'deki ateşkesti. Bu başarı, eşi benzeri görülmemiş bir siyasi başarı olan, onu savaşı sona erdiren, girişimini hayata geçiren mimar olarak konumlandıran Şarm el-Şeyh zirvesiyle de desteklendi. Trump’ın girişimi ise savaşın ertesi gününe dair düzenlemelerin yanı sıra, bölgenin sorunlarını bir barış ve istikrar vahasına dönüştürecek şekilde ele alma vizyonunu da içeriyor.
Netanyahu'ya yağdırdığı ve yağdırmaya devam ettiği tüm övgülere rağmen, ona karşı temkinli tavrını hiç kaybetmedi. Zira Netanyahu, Trump'ın en önemli başarısını baltalayabilir; savaşı yeniden başlatmak ve Trump'ın girişiminin engellediği mutlak zaferi elde etmek için sayısız bahanesi var.
Nitekim, girişimin neredeyse rayından çıkmasına ve başarısızlık uçurumuna sürüklenmesine neden olan Han Yunus katliamıyla savaş yeniden başladı.
Bu olaydan itibaren Trump, doğrudan müdahalesini yoğunlaştırdı. ABD'nin sonraki aşamalarda Gazze'yi denetleyeceği Kiryat Gat'ta Gazze durum yönetim üssü kuruldu. Buna ilave olarak yardım dağıtım süreci de Netanyahu'nun kontrolünden çıkarılıyor. Amerikalılar tarafından hâlâ gizli tutulan, İsrail topraklarında büyük bir askeri üs kurulması olasılığı da konuşuluyor. Bu üs, Trump’ın girişiminin uygulanmasına katılacak çokuluslu gücün operasyon yönetimine, Gazze hava sahasında askeri gözlem çalışmalarına katılacak, son olarak Refah tünellerinde mahsur kalan Hamas mensupları sorununu çözmek için doğrudan eylemde bulunacak.
ABD-İsrail ilişkilerinin tarihinde, ABD'nin İsrail'e doğrudan müdahalesinin çok sınırlı örnekleri kaydedilmiştir. Bu durum kısmen 1967 savaşında, kısmen de 1973 savaşında, asker göndermeye veya üs inşa etmeye gerek kalmadan gerçekleşti. Ancak şimdi durum, siyasi ve askeri destekten ve savaşa sınırlı katılımdan, sahada önemli bir varlığa dönüştü ve Kiryat Gat üssü sadece bir başlangıç.
Başkan Trump, belki de haklı olarak, Netanyahu'yu evcilleştirdiğine, Gazze ile ilgili planının başarısı için gerekliliklere uymaya zorladığına inanıyor. Sahadaki doğrudan varlığını sürdürüyor. Barış konseyinin başındaki ismi atayarak bir sonraki aşamaya da liderlik edecek. Güvenlik Konseyi kararını hazırladı ve veto edilmekten kabul edilmesini sağlayacak olan da o. Ayrıca Gazze'de faaliyet gösterecek çokuluslu gücün oluşumunu da denetleyecek. Tüm bunlardan sonra, Netanyahu'ya yorum yapmaktan ve Trump'ın belirlediği parametrelere uyum sağlamaktan başka ne kalıyor? Netanyahu'nun elini de ipekten bir iple bağladı; İsrail Cumhurbaşkanı’ndan, Netanyahu'nun Trump'ın senaryolarını uygulamasına yardımcı olması için görevinde kalmasına izin verecek bir af çıkarmasını istedi.
Jared Kushner İsrail'de ve görevi, Refah tünellerinde mahsur kalanlar sorununu çözecek bir anlaşmanın önündeki engelleri kaldırmakla veya Trump'ın girişimini dağılıp çökmekten korumakla sınırlı değil. Aksine, şu anda orijinal girişimin başarısız olması durumunda gündeme getirilecek yedek bir girişim üzerinde çalışıyor. Bu, orijinali destekleyenin de alternatifini tasarlayanın da Amerikalılar olduğu anlamına geliyor.
Eşi benzeri görülmemiş Amerikan müdahalesinin niteliği, yaygın olarak kullanılan Arapça bir terimle “ABD’nin elinde, İsrail'in değil” şeklinde tanımlanabilir. Mevcut durum tam olarak budur.