Fuad Matar
Lübnanlı gazeteci, araştırmacı yazar.
TT

Tarihimizden ibretlik tablolar

Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın İsrail’le barış seçeneğini tercih etmesinin, 9 Kasım 1977 günü Filistin lideri Yaser Arafat’ın da hazır bulunduğu Halk Meclisi'ndeki konuşmasında, İsrail'e gitmeye hazır olduğunu açıklamasının, 17 Eylül 1978'de, 39. Cumhurbaşkanı Jimmy Carter'ın himayesinde dönemin İsrail Başbakanı Menahem Begin ile Camp David Anlaşmasını imzalamasının bu ümmeti şaşırtması ve kızdırması gayet doğaldı.
Zira Mısır’ı destekleme konusunda her zaman olumlu adımlar atan Arap zirveleri, Mısır için cezalandırma duraklarına dönüşmüştü.
Özellikle, 5 Haziran 1967'de Nasır'ın yenilgisi ile sonuçlanan savaştan sonra Sedat’ın niteliksel bir zafer kazandığı 6 Ekim 1973 savaşı olmasaydı Sedat'ın, 19 Kasım 1979 Cumartesi günü Kudüs'ü ziyaret etmesi, Knesset'te konuşma yapması, Menahem Begin ile yaptığı anlaşmadan sonra da Barış Anlaşması (1979) yapması, 1973 savaşının Mısır’ın İsrail’le son savaşı olduğunu ilan etmesi elbette ki mümkün olmayacaktı.
2-5 Kasım 1978 tarihlerinde Bağdat’ta olağanüstü zirvede görüşen Arap liderleri Sedat’ın eylemlerini kabul edilemez olarak ilan ettiler, bazı liderler ise bu kararları isteksizce kabul ettiler.
Kararlar, Camp David Anlaşmasını tanımama ve Cumhurbaşkanı Sedat’ın bundan vazgeçmeye davet edilmesi ile sınırlı kalmadı, Bilakis Arap Birliği’nin genel merkezi Kahire’den Tunus’a taşındı,  Mısır’ın üyeliği askıya alındı ve Mısır’da İsrail ile ticari faaliyette bulunan şirketlere ve bireylere boykot uygulanması karara bağlandı. Kararda, rejimin yaptıkları ile halk arasında ayrım yapılmıştı.
Ancak yine de yapılan iki anlaşmanın reddi ile yetinilip Arap Birliği’nin genel merkezinin Kahire’den Tunus’a taşınma kararı bir sonraki zirveye bırakılsaydı muhtemelen daha iyi olurdu.
Bunu söyleme nedenimiz, Başkan Sedat'a konuyu tartışma fırsatı verilmemesiydi. Bu gerçekleşseydi belki de Arap liderleriyle ortak bir formüle ulaşabilirlerdi.
Sedat’ın, üyeliğin askıya alınması ve Arap Birliği’nin genel merkezinin taşınması kararı hakkındaki görüşünü açıklayamaması, rolünü daha rahat oynaması açısından kendisine yaramıştı.
Bu rahatlık açıklamalarına şu şekilde yansımıştı:” İstediğiniz yapın, Mısır, Arap Birliği ile çalışmaya çok da istekli değil.”
Sudan devlet başkanın Cafer en-Numeyri’nin zirvede Mısır’ın yanında yer almasına istinaden  “Ben ve Sudan Arap milletinin yarısıyız ”ifadesini de eklemeyi ihmal etmedi.
Bu sözler alınan kararların zararlarını hafifletmek için söylenmişti, zira “Saddam Hüseyin Zirvesi”nde alınan kararlar Mısır’ı zor durumda bırakmıştı, ancak okyanustan Körfez’e kadar bu ümmetin evlatlarına verdiği acı bu zararlardan daha az değildi.
Arap zirvelerinden 9. olan "Saddam Hüseyin Zirvesi”nden sonra da Mısır rejimini cezalandırma kararlılığı devam etti ve Sedat’ın bu anlaşmalardan vazgeçmesi gerektiği sürekli vurgulandı.
Ancak Sedat’ın bu anlaşmalardan geri adım atması o günkü şartlarda mümkün değildi. Bağdat’taki 9. Olağanüstü zirve ile Amman’daki zirvenin(25 - 27 Kasım 1980)  arasındaki bütün zirvelerde bazı Arap liderleri, Mısır’ın Arap Birliği’ne üyeliğini askıya alma ve Birliği’nin genel merkezinin Tunus’a taşınması kararlarını hafifletmeye çalışıyorlardı.
"Kral Hüseyin Zirvesinden" çıkan siyasi kararlar, Libya devlet başkanı Muammer Kaddafi ve Suriye devlet başkanı Hafız Esed hariç herkesi rahatlatmıştı.
Bu iki devlet başkanı zirvede alınan kararları tanımadılar. Zirvede alınan karar ise şu şekildeydi:
"8-11 Kasım 1987 tarihleri arasında Amman'da düzenlenen Olağanüstü Arap Zirvesi çerçevesinde toplanan Arap ülkelerinin liderleri, devlet başkanları, kralları ve prensleri, kapsamlı ve kardeşçe bir çalışmadan sonra, Birliğin herhangi bir üye Devleti ile Mısır arasındaki diplomatik ilişkinin, her bir devletin anayasası, yasaları uyarınca belirlenen bir egemenlik faaliyeti olduğuna karar verdiler. Dolayısıyla böylesi diplomatik ilişkileri belirlemek Arap Birliği’nin sorumluluk alanında olan bir şey değildir.”
Belki de Lübnan savaşının trajedisi, Mısır'ın Birlikten uzak tutulması kararının kademeli olarak yeniden gözden geçirilmesini sağladı.
Ve belki de Mısır’dan istenen şeyin, yani İsrail’le barış anlaşmasının feshedilmesinin, uluslararası kararların bağlayıcılık yönü de dikkate alınarak, mümkün olmadığı inancına vardılar.
Ayrıca Mısır kamuoyu, Başkan Sedat'ın attığı barış adımı gönülsüzce de olsa büyük oranda kabullenmişti.
Bu şekilde ihtiyatlı konuşma nedenimiz bu acı veren adımı atan kişinin artık aramızda olmamasıdır.
Zira 6 Ekim 1981'de, kazandığı zaferin yıldönümünü kutlarken kendisine düzenlenen bir suikast sonucu ölmüştü.
Aslında bu zafer onun, İsrail’le yaptığı barış anlaşması gibi yanlış bir adım atmasına neden olmuştu. Sedat bir suikast sonucu ortadan kaldırıldığına göre, cezai kararlar da onunla sınırlı kalmalı, Sonraki devlet başkanı Hüsnü Mübarek'e uzanmamalıydı.
Bu nedenle, 1978 yılındaki "Saddam Hüseyin Zirvesi" ne katılan her ülkeye kendi kaderini tayin etme yetkisi veren "Kral Hüseyin Zirvesi"nde alınan kararlar esas alınmaya başlandı.
Bir anlamda dokuz yıl süren cezalandırma bitmiş oldu.
Bu aşamaya ikna olunarak mı yoksa Sedat Mısır'ına karşı isyancı bir devrimin oluşturduğu iklimin etkisinde mi gelindi, çok da önemli değil.
Sedat sırrı hala çözülememiş bir olayla suikasta kurban gitti ve belki de gizli taraflarını sadece istihbarat örgütleri biliyordur.
Sedat ölüp yardımcısı Hüsnü Mübarek göreve geldikten sonra, Mısır aynı çizgisini devam ettirdi.
Kral Hüseyin'in ev sahipliği yaptığı zirvenin "Kararları”ndan birkaç ay önce, Suudi Arabistan "Mısır Sedat”ının şartlarını iyi anlamıştı, dolayısıyla bu ülkede kalıcı bir istikrarın oluşmasını arzu ediyordu, aradaki kardeşliği ise yaptığı jestlerle pekiştirmeye çalışıyordu. Bu, Cumhurbaşkanı Mübarek'in Kral Fahd bin Abdülaziz’den (Allah rahmet eylesin) aldığı bir telgrafta açıkça görünüyordu.
9 Temmuz 1986'da Suudi gazeteler bu telgrafı yayınladılar. Zira Suudi ve Mısır halkının bu konuda bilgilenmesi arzu ediliyordu.
Telgrafın içeriği şu şekildeydi:
“Kıymetli kardeşim Hüsnü Mübarek, Allah'ın selamı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. En iyi dileklerimi sizlere sunuyorum. Suudi Arabistan'da tarım mevsiminin sona ermesi vesilesiyle, bu yıl, 200 bin ton buğdayı Mısır Arap Cumhuriyeti Krallığına Suudi halkı adına sunmaktan mutluluk duyuyorum. Bu, Suudi Arabistan Krallığının, basiretli liderliğinizde ilerleyen Mısır Arap Cumhuriyeti'ne takdir ve saygısını yansıtan bir hediyedir. Allah’a emanet olunuz. Fahd bin Abdulaziz.”
Bu manevi hediye, 1985 yılında 150 ton rezerve ve bir milyon üç yüz bin tona ulaşan Krallığın yerli buğday mahsulünün bir parçasıydı. Buğday hediyesi, Kral Selman bin Abdülaziz'in (o sırada Riyad Prensiydi) Mübarek'le birbirlerine karşılıklı iyi dilekte bulundukları bir döneme denk geldi, zira Prens 17 Haziran 1987’de 12 gün sürecek (Almanya, Londra ve Paris’in dönüşümlü faaliyetleri nedeniyle daha fazla devam etti) “Bugün ile Dün Arasında Suudi Arabistan” sergisini açmak için Kahire'ye gelmişti. Kahire'ye vardığındaki ilk ifadesinde şöyle dedi:
"Mısır halkı Arap halklarının ön saflarında yer alıyor, Mısır halkının rolünü son derece önemsiyoruz, zira Suudi Arabistan'ın uzmanlık gerektiren bütün alanlarda insan gücünün sağlanması konusundaki etkin katkısının farkındayız, Mısır halkının da Suudi kardeşinin katkılarını görmesi gerekiyor."
Suudi Arabistan’ın Mısır'ın tarihi dostu olması hasebiyle Selman bin Abdülaziz çok sıcak karşılandıktan sonra, Cumhurbaşkanı Mübarek gazetecilere ve medyaya, kendisiyle beraber iki ülke arasındaki ikili ilişkileri ve Körfezdeki durumu görüştüklerini söyledi. Mübarek, özellikle Mısır-Suudi ilişkilerinin eski sıcaklığına dönmesi konusunda gazetecilerin bu kısa açıklamadan daha fazla beklediklerini fark ettiğinde, onlara şunları söyledi:
“Mısır ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler normal ilişkilerdir ve kökleri güçlüdür. İşbirliğini devam ettireceğiz, elçiliklerimiz faaldir, karşılıklı ziyaretler devam ediyor, belki de bunların kısmını elçilerimiz dahi bilmiyor”
Mübarek ve Selman bin Abdülaziz arasındaki karşılıklı iyi temenniler ve buğday hediyesi –tabiri caizse- "Kral Hüseyin Zirvesi"nde oluşan olumlu havanın bir ön hazırlığı mesabesindeydi.
Ardından, Kaddafi Libya’sı ve Esed Suriye’si hariç pek çok ülke Mısır’la ikili ilişkileri tekrar geliştirmeye başladı.
Bu iki ülke ısrarla ikili ilişkilerin geliştirilmesine itiraz ettiler. Bu konuda şu gerekçeleri öne sürdüler:
"Sorun ulusaldır, aldığımız karar da ulusal bir karardır,  ilişkilerin kopmasına sebep olan nedenler hala varlığını devam ettiriyor, şayet normalleşme başlarsa, İsrail bayrağının elçiliğinin üzerinde yükseldiği Kahire'de büyükelçilikler açılmaya başlar”
Mısır'ın Arap Birliği'ne üyeliğini askıya alan karar iptal edildi. Bütün ülkeler –sonrasında Suriye ve Libya dâhil olmak üzere- ilişkileri yeniden başlattı.
Hüsnü Mübarek'in, Kudüs ziyaretine ve Kamp David görüşmelerine katılmamış olması, Arapların durumu yeniden değerlendirilmesinde önemli bir unsur olmuş olabilir. Ve belki de herkes, Cumhurbaşkanı Mübarek'in bize ve bir dizi yabancı medya mensuplarına değişik zamanlarda yaptığı şu açıklamayı iyi idrak etmiştir:
“Ben, Mısır'ın üyeliğinin askıya alınmasının iptalinin ve Arap Birliğinin merkezinin Kahire'ye geri dönüşünün ve ikili ilişkilerin yeniden tesis edilmesinin Camp David Antlaşması'nın iptal edilmesine bağlı olduğunu söyleyen Arap ve Müslüman liderlere şunu söyledim:
‘Camp David Antlaşması'nı iptal etmeyeceğim, zira iptal edilmesi, İsrail’le savaş ilanı anlamına gelecektir.’ Arap liderler esasında Mısır'ın konumunu anlıyorlar. Onlara şunu sordum, Mısır İsrail’le savaşa tutuşursa Mısır’ın yanında durabilecek misiniz? Onlar da: “hayır buna gücümüz yetmez” dediler. İsrail’le savaşa girişirsek yanımızda kim duracak? Irak, Körfez Savaşı ile meşgul. Suriye, İsrail saldırıları ile karşı karşıyadır (o zamanlar, Hafız Esed'in konumunu böyle görüyordu). 
Körfez ülkeleri İran tehdidi ile mücadele ediyorlar.
Kim kaldı geriye?
Cezayir binlerce kilometre uzaklıktadır. Hiç kimse… Hiç kimse… Arap yardımı bile garanti değil.
Anlaşmayı iptal etmek her şeyi mahvetmek anlamına geliyor ve İsrail'in istediği de zaten budur. Şimdi benim görevim tam olarak; borç problemini çözmek, Mısır'ın altyapısını restore etmek, demokrasiyi, özgürlükleri ve hukukun üstünlüğünü korumaktır.
Mısır bu problemlerinden kurtulduğunda başka bir söz söyleme hakkı doğacaktır. Ancak bundan önce intihar etmeye hazır değilim ve içinizden birisi Camp David anlaşmasını iptal etmek istiyorsa ben yokum, başka bir başkan arayın..."
Bu, daha önce benzeri görülmemiş ve acı verici bir cezadan sonra Mısır’ın tekrar Arap Birliğine alınma süreciydi.
Gözden geçirme kararı daha acı vericiydi, çünkü cezalandırma gerekçesi aynen yerinde duruyordu.
Bu durumda, hikmetli tavır öfke duygularının önüne geçmeliydi, zira sonraki tavır her zaman istişare olmaktadır.
Esed Suriyesi'ne gelecek olursak burada durum farklıdır. İşte Suriye halkının hesap sorma konusundaki sorumluluğu, Arap liderlerin cezalandırma konusundaki kararlarını yeniden gözden geçirdikleri noktadan başlıyor. Burada da Beşşar Esed’in niyetinin ve tutumlarının test edilmesi gerekiyor. Ocak 2009’da Kuveyt’in ekonomik zirvesinde Kral Abdullah bin Abdülaziz’in hikmetli inisiyatifini bırakıp, 30 yıl boyunca Hüsnü Mübarek’in yaptığı gibi selameti ve güveni Arap’lara sırtını dönmekte bulmanın muhasebesini kendi nefsinde yapacak mı?
Test etmeden önce kesin bir cevap bulamayız.
Öncelikle Suriye devlet başkanının, Suriye’de yaptıklarını tekrar gözden geçirmesini istemekten başka herhangi bir suçu ve günahı olmayan milyonlarca aç insandan özür dilemelidir.
Onları bu sıkıntılı ortamdan kurtarabilecek tek şey Yüce Allah’ın inayetidir.