ABD Başkanı Donald Trump'ın konuşmalarını dinleyen herkes, kendisinin hoşlanmadığı herhangi bir gerçekliği değiştirebileceğinden emin olduğu kanaatine varacaktır.
Teorik olarak, bu “kanaat” doğru olabilir. O, dünyanın en güçlü ülkesinin mutlak yöneticisi. Burada, “mutlak” kelimesi kasten kullanıldı çünkü Trump, 20 Ocak'ta göreve gelmesinden bu yana geçen birkaç ayda, “başkanlık kararnameleri” yoluyla kurumları ele geçirmeyi, muhalefeti dışlamayı, çıkarları “kişiselleştirmeyi” ve uluslararası ilişkileri cüceleştirmeyi başardı. Hem de 1661'den 1715'e kadar hüküm süren Fransa Kralı 14.Louis'e atfedilen ünlü “Devlet Ben’im" sözünü anımsatan bir şekilde.
Trump'ın hadiselerin seyrine egemen olduğu bu dönem boyunca, rakipleri ve müttefikleri dahil olmak üzere herkes “seyirci kitlesinde” olmayı kabul etti.
Bunlar arasında en belirgin olarak rakip “süper güçler”, yani Çin ve Rusya, geleneksel olarak müttefik Batı “Atlantik” devletleri ve kendilerini uzun zamandır Washington'un “dostları” olduklarına ikna etmiş diğer hükümetler var.
Bugüne kadar, herkesin Beyaz Saray'ın efendisinin kanaatlerine, uygulamalarına ve açıklamalarına tepkisi, bir dizi önceliğe göre değişti, ancak sonuç aynı kaldı. Zira tüm yönetim araçlarını “tekeline almasını” sağlayan açık, “taze” bir halk yetkisine sahip bir Amerikan Başkanı’na karşı durmanın “beyhude” olduğuna inanan ve şimdiye kadar geçerli olan bir his var. Trump’ın önde gelen araçları şöyle sıralanabilir
- Yürütme organına bağlı tüm kurum ve kuruluşlara atanmış tamamen sadık bir çevre.
- Yasama organına hakim bir partizan parlamento çoğunluğu. Bu çoğunluk, kurtarıcı liderin yeteneklerini kabullenirken neredeyse onu “tanrılaştırma” noktasına varan popülist bir halk hareketinden destek alıyor.
- Siyasi kavramları hükümetin kanaatlerini ve çıkarlarını tamamlayan, yargıçları çoğunlukla “ideologlar” ve muhafazakarlardan oluşan bir yargı sistemi.
- Sahiplerinin boyun eğmesi sebebiyle “evcilleştirilmiş” veya siber, “akıllı” ve “daha tehlikeli derecede zeki” medyadaki alternatifleri kontrol ettikleri için kuşatılmış bir medya!
- Kendilerini çıkarlarına hizmet eden her şeyi yapma ve bu çıkarlara yönelik her türlü meydan okumayı alt etme özgürlüğüne sahip bulan milyarder süper zengin insanlardan oluşan bir sınıf.
Binaenaleyh, beklenmedik bir şey olmadığı sürece, dünya en azından bir sonraki ara seçimlere kadar Trump'a “uyum sağlamaya” devam edecek. Onun “deneme yanılma” politikası da hem yurtiçinde hem de uluslararası alanda devam edecek. Ama bu noktada Trump'ın hoşlanmadığı herhangi bir gerçekliği değiştirme gücüne sahip olup olmadığı meselesine varıyoruz.
Ülkelerin hesaplarında ayrıntılı değişkenler yaşanmıyor mu? Burada oynanan bir bahis, orada bir macera ve ikisi arasındaki hayal kırıklığından öğrenilecek dersler yok mu? Dahası doğal afetler gibi hesaba katılmayan ve öngörülemeyen durumlar yok mu?
Dahası, Trump deneyiminin küresel olarak yayılması iki ucu keskin bir kılıç olabilir. Avrupa veya Latin Amerika'da olsun, bazı hükümetlerin deneyimlerinin Washington'un mevcut seçeneklerini güçlendiriyor olması muhtemel. Ne var ki MAGA'dan (ABD'yi Yeniden Harika Yap) kopyalanmış “okulların” ortaya çıkması, MAGA okuluna mensup dolduğunu iddia eden bazılarının daha aşırı olması, Amerikan toplumunun soğurduğu veya soğurmuş olduğu hususları soğurmakta daha az dirençli ve esnek toplumlara sahip ülkelerde çelişkilere yol açabilir.
Öte yandan, Trump 3 Kasım 2026'da yapılması planlanan ara seçimlere kadar ister başarılı olsun ister olmasın, hem başarısızlığın hem de başarının uluslararası sonuçları olabilir.
Bu bağlamda, özellikle Ukrayna, Ortadoğu, Hint alt kıtası ve Tayvan gibi “sıcak noktalarda” riskleri artıran, ABD Başkanı’nın uzun vadeli stratejik politikalara inanmaktan ziyade sezgilerine ve genel ilişkilerine güvenen bir “anlaşmalar adamı” olmasıdır.
Bu nedenle, yardımcıları, danışmanları ve bakanlarından oluşan ekibini oluştururken, Cumhuriyetçi ve Demokrat seleflerinin çoğunun aksine, mutlak sadakat, kişisel dostluk veya mali ortaklığın benimsenen kriterler olduğunu gördük.
Bu, birçok önemli dosyanın birçok kişinin tartışmalı ve niteliksiz olarak gördüğü kişilere teslim edildiği anlamına geliyor. Bunlardan bazıları, Steve Bannon, Tucker Carlson, Nick Fuentes ve diğerleri gibi medyatik figürler ve aktivistler de dahil olmak üzere, aşırı sağ MAGA ideologlarının sağlam “tabanının” bile güvenini kaybetmeye başladı.
Ortadoğu ve özellikle Filistin meselesine gelince, Trump'ın “İran’ın durumu” ve “İsrail’in durumu” konusundaki tutumu, en azından medyada ve sosyal medyada, siyasi tartışmalara kendini dayatmaya başladı.
Amerikan “beyaz Hristiyan sağının” Binyamin Netanyahu'nun politikalarını alenen çıkıp eleştirmesi dikkat çekici. Bunların başında, Netanyahu'nun ve ayrıca Amerikan Yahudi sağının, Likud ve İsrail'in kendi ajandasına hizmet etmek için Washington'u İran ile bir savaşa ittiği suçlaması yer alıyor!
Durum ayrıntılarda farklılık gösterebilir, ancak özünde birçok Avrupa ülkesinde önemli ölçüde aynı. Bu ülkelerin başındaysa, parti hayatını “yeniden gözden geçirme” aşamasına girmiş olabilecek olan İngiltere geliyor.
Mevcut İşçi Partisi hükümetinin İsrail'i kararlılıkla desteklediği İngiltere’de, dün siyasi “sol kanat kampında” kartlar yeniden karıldı. Filistin davasına sempati duyan eski İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn ve milletvekili Zara Sultana liderliğinde sol kanat bir partinin kurulduğu duyuruldu. Bu hamleyi, kendisi de Muhafazakar Parti'den ayrılan katı, yabancı düşmanı Reform Partisi’nin daha sağında konumlanan “Restore Britain” adlı yeni bir aşırı sağ partinin kurulmasıyla “sağ kanat kampı” içinde bir yeniden yapılanmanın başlangıcı izledi. Bu nedenle, uluslararası krizlere gerçek çözümler bulunmaması durumunda Washington'un Kasım 2026'ya kadar yaşayacağı deneyimlerin, Amerikan sahnesinin dışında önemli dönüşümlere ve değişimlere yol açabileceğini savunuyorum. Bu dönüşümler için en tehlikeli yakıtınsa dini fanatizm, ırkçı düşmanlıklar ve kötü ekonomik koşullar olduğuna inanıyorum!