Sevsen Ebtah
Gazeteci ve yazar. Lübnan Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü Profesörü
TT

​Lübnan’ın kadınları

Kendi alanında ağırlık sahibi hiçbir kadın yoktur ki vefatının ardından Lübnanlı erkek politikacılar taziyelerini sunmakta, üzüntülerini belirtmekte ve başardığı büyük işleri anmakta yarışmasın. Birkaç gün önce ölen gazeteci ve edebiyatçı May Menassa’nın ardından üzüntü ve kederlerini göstermekte aralarında görülen ateşli rekabet de bunun başlı başına bir kanıtıdır.
Ondan önce de Emily Nasrallah vefat ettiğinde, sanki okumak politikacılarımızın bir özelliği ve edebiyat da tutkularıymış gibi aralarında onun yazılarını hatırlamayan ve bu kayıp için gözyaşı dökmeyen kalmamıştı. Her halükarda bu, biraz ciddiyet eşliğinde ince bir uyanış ve geç kalınmış bir idrak olabilir. Zira politikacılarımız, kadınların da bu ülkeye yüksek hizmetlerde bulunduklarını ve bilerek görmezden geldikleri büyük yeteneklere sahip olduklarını sadece son veda anında hatırlamaktadır. Ama bu durum göründüğü kadar masum değildir. Bilakis içerisinde gizli bir kötülüğü de saklamaktadır.
Lübnan siyasetinde kadınların temsiliyeti kesin ve katı bir şekilde erkek egemendir. Burada siyasette yer alan kadınların adlarını zikretmenin hiçbir faydası yoktur. Çünkü bu kadınlar çoğunlukla ya nüfuzlu ve güçlü bir politikacının mirasçısı ya da en iyi ihtimalle siyasi liderlerden birinin yakınıdır. Bu kadınlar amaçlarına ulaşmak için en az erkek meslektaşlarının gösterdikleri derecede itaat gösterdikleri için bulundukları mevkilere gelebilmişlerdir. Bilindiği gibi politikacıların dile getirip durduğu temennilere, kadınların meclisteki koltukların yarısını doldurmasına, en önemli mevkilere gelmelerine ve yüksek görevleri yerine getirmelerine yönelik o “aşırı” isteklerine rağmen fiili olarak Lübnan siyasetinde kadınsı duyu sıfıra eşittir. Bu istek ve temenniler sadece Lübnan’ın sıkıcı yapısının bir bölümü ve kürsülerde söylenen süslü sözlerin bir parçasıdır.
Görünüşe bakılırsa politikacılar –ya da kendileri böyle iddia ediyor- başarılı ve profesyonel kadın yönetmenleri de çok iyi tanıyor. Önemli uluslararası ödüller kazanırken Nadine Labaki ile övünerek onun şerefine Twitter mesajları atıyorlardı. Ama belediye meclisi üyesi olabilmek için aday olduğunda sonuna kadar kendisi ile savaştılar. Ne yeteneği ne de kendi çocuklarının ve Lübnan’ın bütün çocuklarının sağlığını tehdit eden kirlilikten ve yolsuzluktan duyduğu korku nedeniyle bir şeyler yapmak istemesi kendisini kurtarbildi. Kuşkusuz onlar kadınlara karşı “Şiddete Son” kampanyasında gösterdiği inanılmaz performanstan, acı çeken kadınların hayatlarını kurtarmak ve eşlerini öldüren erkeklerin ceza almaları sağlamak için verdiği mücadeleden, Lübnanlı kadınlara çocuklarına vatandaşlık verme hakkında erkeklerle eşit olmalarını sağlamak için harcadığı çabalardan sonra parlamento seçimlerine aday olan Zoya Rouhana’yı da tanıyorlardır.
Buna rağmen büyük siyasi kutuplar arasındaki paylaşım mücadelesi, Zoya Rouhana’nın bir bakanlığa getirilmesine ya da uzman olduğu sosyal faaliyetler alanında bir danışman olarak atanmasına bile izin vermemektedir. Lübnan’da edebiyat, düşünce ve eğitim alanında bir lidere yalakalık yapmak ya da hizmetlerini sunmak için bir yetkilinin kapısına kul olmak gibi hareketlere zamanları olmayan, bilakis zamanları kendileri için sonu olmayan bir labirentte kaybedemeyecekleri kadar değerli olan mücadeleci ve emekçi kadınların adları uzun bir liste oluşturuyor.
Ölmelerinin ardından politakacılarımızın haklarında hararetle mersiyeler düzdükleri kadınlara bir kez daha dönecek olursak...
Bu kadınların hiçbiri erkeksi değildi. Bilakis işlerine dört elle sarılan, kendilerini adadıkları amaçlarını gerçekleştirme yolunda müthiş bir sebatla ilerleyen kadınlardı. Buna rağmen hiç kimse onlara danışmadı ve görüşlerini sormadı. Hepsi de ilgisizliğin ve görmezden gelinmenin acısına katlanmak zorunda kaldı. Ama yine de maruz kaldıkları haksızlık, ilgisizlik ve görmezden gelme onları acılarla dolu bu yolda yalnız başlarına olsalar da sonuna kadar ilerlemekten alıkoymadı. Jocelyne Saab’ın zorlu yolculuğunu, filmlerine finansman bulabilmek için yaşadığı zorlukları, hem Lübnan içerisinde hem de dışında kendisine saldıranlara ve eleştirenlere karşı mücadelesini anlatmak sayfalar alabilir.
Bizzat May Menassa’nın kendisi bile yazılı basının yok oluşunu ve En Nehar gazetesinin sarsılmasını izlerken geleceğe büyük bir korku ile bakıyordu. İnsanın hayatının sonunda geçim kaynağını kaybetmesi hiç de kolay bir şey değildir. Birkaç gün önce ölen tiyatro yönetmeni Siham Nasser, her ne kadar hayatının son yıllarında tiyatrodan uzaklaşmış olsa da birçok oyuncuyu eğitmiş ve birçokları onun eğitimi ve cesareti sayesinde başarılı olmuştur. İsyankar eğilimi, yüksek sanatsal kışkırtıcı içgüdüsü sayesinde bugün öğrencilerinden her biri kendi özel sanatsal çizgisini ortaya koyuyor. Aynı şekilde zorluklarla karşılaşan ama yılmayan ve gurbette hastalanarak ölen kadın yönetmen Randa Chahal’i hatırlatmamıza bile gerek yoktur. Elbette hiçbir zaman kültür politikaları, sanatsal meseleler ve ulusal stratejilerde bu kadınların hiçbirine görüşleri sorulmadı.
Lübnan’da adaletsizlik ve haksızlık sadece kadınlarla sınırlı değildir. Lübnan’da şeref ve onur sahibi her insan kendisini dışlanmış ve bir kenara itilmiş hisseder. Ama kadınlar iki kat hatta daha fazla haksızlığa maruz kalıyor. Çünkü siyaset arenasında yer alsalar bile hep ikinci planda kalırlar, görüşlerine ve kararlarına hiç önem verilmez. Doğrusu şunu şöylersek aşırıya kaçmış olmayız: Lübnan’da hiçbir politikacı şimdiye kadar dar hesapları bir kenara bırakarak kadınların yeteneklerine yatırım yapmaya cesaret etmemiştir. Hiçbiri önceden belirlenmiş politikalarına bağlı olmayan yetenekli kadınlarla çalışmak istememiştir.
Bu politikacıların büyük bir çoğunluğu deneyimli iş adamları olmalarına ve küçük şirketlerin bile kadın bakış açısının farklı ve gerekli olduğunu anlamaya başladıklarını bilmelerine rağmen onlarla çalışmayı düşünmemektedir. Oysa birbirini tamamlayan bu iki bakış açısı olmadan hiçbir kurum ayakta kalamaz. Kadın bakış açısı olmadan her kurumun görüşü zayıf, adımları topaldır. Dolayısıyla eğer kadınlar gerçekten de politikada temsil edilmek isteniyorsa erkekler tarafından kendilerine dayatılan, tartışmadan boyun eğmeleri ve gözleri kapalı bir şekilde kabul etmeleri gereken politikalara ve kararlara uyarak değil sesleriyle, kişilikleriyle, görüşleriyle ve annelik duygularıyla temsil edilmelidirler.
Lübnanlı kadınların tamamı mankenler, şöhret peşinde koşanlar ve estetik ameliyatı uzmanları değildir. Lübnanlı kadınlara yapıştırılan bu hazır etiket, kendilerini ve çocuklarını etkileyen çılgın savaşlara rağmen ayakta kalarak ülkenin varlığını korumasında büyük bir rol oynayan, büyük bir çoğunluğu zor ekonomik şartlarda çalışan ve emek veren kadınlara yapılan bir başka haksızlıktır.
Bu dünyadan ayrılmalarının ardından kendilerini istediğiniz gibi anabilirsiniz. Zira büyük bir cömertlik göstermiş olursunuz. Ama ne olursa olsun yaşarken onları unutmayın. Çünkü onların heybelerinde, erkek egemenliği altında çırpınan bu vatanı kurtarmaya intihara verecek derecede katkıda bulunabilecek çok şey saklıdır.