Taceddin Kutay
TT

Ekonomi ve beka Türkiye için iki farklı sorun değil

24 Haziran seçimlerinin en iyi tahim edenleri arasında arasında yer alan Optimar Araştırma Şirketi 31 Mart seçimleri öncesinde de sahaya çıkarak vatandaşın nabzını tuttu ve Mart başı itibariyle “Türkiye’nin Nabzı” isimli kamuoyu araştırmasını bizler ile paylaştı. Yirmi altı şehirde, 1500’den fazla denek ile yüz yüze yapılan anketin sonuçları seçim sonuçlarına yönelik bir tahminden daha ziyade, ülkenin genel gündemi hakkında fikir edinmeyi mümkün kılar mahiyette.
Araştırmada “Sizce bugün Türkiye'nin en önemli sorunu nedir?”, “Türkiye’de en güvendiğiniz kurum hangisidir?”, “Ülkemizde yeni bir siyasi partiye ihtiyaç var mı?”, “Türkiye’nin Venezuela ile Amerika arasındaki ilişkilere karşı tutumu ne olmalı?” gibi sorulara cevap aranmış. Optimar elbette “seçimlerde hangi partiyi tercih edeceksiniz?” sorusunu da katılımcılara yöneltilmiş; ancak araştırmanın asıl ağırlık noktası vatandaşın gündeminin ne olduğunu tespit etmek olmuş. Bu bakımdan seçim gündeminden bağımsız olarak Optimar’ın araştırmasına dikkatle bakmak ve sonuçlarını değerlendirmek durumundayız.
Ankete katılan vatandaşların yüzde 45’lik bir kısmı Türkiye’nin en önemli sorununun ekonomik olduğunu, buna mukabil ancak yüzde 20’si terör gibi bir sorunumuz olduğunu belirtmiş. Temmuz ayından beri ülkemize düzenlenen ekonomik taaruzun bir karşılığı olduğunu tespit etmek bu bakımdan mümkün.
Türkiye’ye saldıranlar boş saldırmıyor, aksine sokaktaki insanı en fazla meşgul edecek yerden saldırıyor. Silahlı saldırının, yahut herhangi bir eskalasyonun birbirine kenetleyeceği kamuoyu ekonomik saldırı ile ister istemez çözülüyor. Buna mukabil söz konusu saldırıyı yapanların hesaba katmadıkları şey, Türkiye ekonomisinin Trump’ın attığı tweetlere ve Pazar manipülasyonlarına teslim olmayacak kadar kendine özgü dinamikleri olduğu. Evet, yaşanan bir ekonomik suikast ve milletçe sendeledik. Bunu reddetmek mümkün değil. Buna karşın Türkiye siyasetinin gerçeklerini Optimar araştırmasının sonuçlarında gözlemlemek mümkün. Türk siyasal kültürü halen “liderlik” kavramının çok güçlü olduğu ve insanların liderliğe çok fazla inandığı bir motife sahip.
İnsanların en fazla güvendiği kurum Cumhurbaşkanlığı kurumu. Halkın yüzde ellinin üzerinde bir kısmı Recep Tayyip Erdoğan’ı halen en güvenilir siyasal figür olarak görüyor ve en önemlisi Türkiye’yi içine çekildiği ekonomik darboğazdan çıkartacak olanın yine Ak Parti olduğuna yönelik yerleşik bir inanç var. Dolayısıyla Türk halkının önemli bir kesiminin yaşanan sıkıntılardan çıkış yolunu yine güçlü liderlikte arıyor zira siyasal yatkınlığı ve tarihsel tecrübesi kendisine çıkış yolu olarak bunu gösteriyor.
Liderlik kavramının Türk siyasetinde ne kadar belirleyici olduğu Erdoğan ve Bahçeli’nin kamuoyundaki karşılığından anlaşılıyor. Türk insanı macera aramıyor; lider olarak gördüğüne yeri geldiğinde tepki gösteriyor, ancak liderlik koltuğuna bu özelliklere sahip olmayan kimseyi oturtmak aklının ucundan geçmiyor.
Kılıçdaroğlu’nun anamuhalefet partisi lideri olmasına rağmen halen güvenilir bir siyasal figüre dönüşememesinin en önemli sebebi işte bu. Kendisinde olmayan liderlik özelliklerine gereksinim duyan bir koltukta oturuyor sayın Kılıçdaroğlu. Bu sebeple kendisine güvenen kitle yüzde 27 ile, yani partisinin seçmeni ile sınırlı kalıyor. Buna mukabil, Meral Akşener yüzde 32’lik bir güven oranına ulaşmasını, liderlik özelliklerinin Kılıçdaroğlu’nun önünde olmasına borçlu.
Ekonomi, yerel seçimlere yaklaştığımız şu günlerde göz önünde bulundurmamız gereken en önemli başlık. Zira seçmen davranışlarını etkileyeceği gündem yoğunluğundan da anlaşılıyor. Buna mukabil ekonomi ile alakalı olarak sahada ele gelir şeylerden bahseden bir muhalefet ile karşı karşıya değiliz. Aksine muhalefet adayları anlaşılması güç bir kültüralist söylem ile seçimlere giriyor.
Bir yanda CHP’nin ittifak adayı olarak Beyoğlu’nda seçime hazılanan Alper Taş’ın her girdiği ortamda eşcinsel meclisi vaadi gündemi işgal ediyor; öte yanda DSP’nin Üsküdar adayı Güven Hokna’nın Nevmekan okuma kafesini “alkol ile özgürleştirme” vaadi gündeme bomba gibi düşüyor. CHP’nin ekonomi üzerinden makro bir okuma yaparak, yerel seçim için çalışan adaylarının yelkenini şişirdiğine denk gelemedik. Bu sebeple kendisini CHP seçmeni olarak tanımlayan katılımcıların yarısından fazlası Optimar’ın “Ülkemizde yeni bir siyasal partiye ihtiyaç var mı?” sorusuna evet şeklinde cevap vermiş.
Bu oran “mevcut partilertin hiç birisini desteklemiyorum” diyen seçmenin yeni partiye karşı duyduğu gereksinimin çok üstünde. Ak Parti seçmeninin yeni partiye olumlaması mevcut siyasal partiler arasında en düşük oranda ve yüzde 15 civarında. Dolayısıyla sokağın nabzını tutan ve vatandaşı, daha önemlisi kendi seçmen kitlesini yakalayabilenin yine iktidar partisi olduğunu görmek Türkiye siyaseti açısından şaşırtıcı bir durumu ortaya koyuyor. Yıllardır dillendirilen “Türkiye’deki asıl sorun muhalefet sorunudur” söylemi bu bakımdan Optimar araştırmasının sonuçları ile de tasdik edilmiş oluyor. Muhalefet Türkiye’nin ana gündemini yakalayamıyor; dahası onlarca yıldır bildiğimiz kültüralist ezberinin dışına çıkamıyor. Oysa Türkiye’nin ekonomi sorunu gibi görünen bir beka sorunu var.  
Beka sorunu yok mu?
Optimar araştırmasının ilginç verilerinden birisi de “Vatandaşlarımızın bir kısmı ülkemizde “beka” yı bir kısmı da “ekonomik durumu” öncelikli sorun olarak görmektedir. Size göre bu sorunlardan hangisi daha önceliklidir?” sorusuna verilen cevap. Ankete katılanların yüzde yirmilik bir kısmı “beka sorunu” diye bir gündemimiz olduğu kanaatinde iken, yüzde seksen ekonomiyi öne çıkarmış.
Buna karşın söz konusu oran son günlerde en fazla gündem edilen beka sorununun halkta bir karşılığı olmadığı şeklinde okunabilecek bir veri olarak karşımızda durmuyor. Aksine insanların Türkiye’nin dış tehdide maruz kaldığı yolunda bir kanaati var. Buna mukabil “beka” kavramı kelime olarak anlaşılabilmiş ve içselleştirilebilmiş bir kelime değil. Bundan dolayıdır ki kamuoyu araştırmalarına katılan insanlara “beka mı, ekonomi mi?” diye sorduğunuzda alacağınız en doğal cevap “ekonomi” oluyor.
Beka gibi içselleştirilmemiş ve soyut bir kavramdansa, katılımcı doğal olarak ekonomi gibi popüler ve somut bir kavramı cevap olarak vermeye meylediyor. Ancak beka ile anlatılmak istenen şeyin halkta bir karşılığı olduğu muhakkak. Zira ekonomik saldırıları da beka meselesinin bir karşılığı olarak okuyan önemli bir kitle var.
Ekonomi cevabı veren vatandaşlarımızın önemli bir kesimi için ekonomi bekaya içkin bir mesele olarak konu ediliyor. Dolayısıyla yapacağımız tespit, ekonominin “beka” meselesine alternatif bir gündem olmadığı, aksine pek çoğumuz için bir parçası, belki de en önemli parçası şeklinde okunduğu olmalıdır. Zira hepimiz bir gerçeğin farkındayız: Türk insanı sürekli olarak kendisine yöneltilmiş bir husumetin muhatabı olduğunun farkındadır.
Ekonomi gibi bir gündeme sahip olması Türk toplumunu batı kaynaklı bu hasmane duruş karşısında müteyakkız olmaktan geri tutmaz. Gerek tarihsel yatkınlığı ile gerekse çıkarları sebebiyle Türk batılının birinci hasmıdır. Hulasa-i kelam “beka” bir kavram olarak içselleştirilmiş olmasa da Türk toplumunun gündeminde ifade ettiği manalar itibariyle her zaman karşılığı olan bir husustur. Türkiye’ye yönelik ekonomik saldırıların, hem de aşikare yapıldığı şu dönemde, toplumun önemli bir kesiminde beka meselesi olarak okunduğunu tespit etmek hiç de zor değil. 31 Mart seçimlerinde bu duygu ne oranda sandığa yansır bilemeyiz; zira yerel seçim pek çok lokal dinamiğin eş zamanlı olarak işlediği bir süreçtir. Buna mukabil “beka meselesi” Türk insanının yakın dönemde gündemini çok yoğun olarak meşgul edecek bir husus olarak karşımızda duruyor. Toplumu bu gündem ile müteyakkız tutmak ve bunu yaparken de ekonominin dengelerini gözetmek ancak Türk siyasal kültürünün temel taşı olan liderlik ile mümkün olacak.