Fuad Sinyora
Lübnan eski Başbakanı
TT

Küreselleşmenin sonu mu?

Ekonomistlerin ve devlet liderlerinin son yıllarda dikkatini ve ilgisini çeken bir konu da küreselleşmenin geleceğidir.
Önümüzdeki yıllara hazırlanma yollarını ve araçlarını keşfetme çağrısı yapılabilmesi için küreselleşme konusu uygun bir zaman ve zeminde tartışılmalı ve gerekli değerlendirmeler yapılmalıdır.
Çevremizdeki dünyanın yeni paradokslarla karşı karşıya kalmaya başladığı bir zamanda, küreselleşmenin geleceği merak ediliyor ve sorgulanıyor.
Küreselleşmenin ve modern iletişim araçlarının dünyayı daha birbirine bağımlı bir yer haline getirdiği doğrudur, ancak toplumlar eskisinden daha parçalı hale gelmiştir. Ayrıca, ülkeler arasındaki ve ülke içindeki gerilimler daha da arttı ve yaygınlaştı.
Eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın çok önceden belirttiği gibi bu fenomen yani gerilimler “vize” olmadan seyahat ediyor, her yerde huzursuzluk ve karmaşayı yaymak, daha fazla göç ve yer değiştirmeye neden olmak ve kültürel çatışmalar yaratmak için “kuş gribi” gibi yayılıyor.
Bu kültürel çatışmalar nihayetinde aşırı sağ kanat hareketlerini ve radikal popülist eğilimleri besliyor.
Bu durum pek tabii ki yabancı düşmanlığını, ırkçı eğilimleri ve şovenizmi yaygın hale getiriyor.
Bu da Radikalizm, şiddet ve terör dalgasını artıran karşı tepkiler üretiyor.
Küreselleşmenin geleceği, hem İngiltere’nin AB’den ayrılması, hem de ABD Başkanı Donald Trump’ın seçilmesi ile gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere benzer duygular yaşatmaya başladı.
Bununla birlikte, tartışma ve diyalog durumu devam etse dahi, küreselleşme eğilimi Batı'da güçlü saldırılarla karşı karşıya kaldığı sürece bu tartışmalı ortam yakın bir gelecekte sona ereceğe benzemiyor.
Gerçekte gördüğümüz şey, kitlelerin duygularına hitap eden ve milli duyguları köpürten popülist fikirlerin yayılmasıdır. Kaçınılmaz sonuç ise daha fazla içe kapanma ve radikalizmdir.
Bu iki fenomen şayet kontrol altına alınamazsa büyük uluslararası çatışmalar, terör dalgalarının patlaması ve belki de yıkıcı savaşlar kaçınılmaz hale gelecektir.
Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, 2017'de Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'nda yaptığı konuşmada şunu söyledi: "Ekonomik küreselleşmenin yeni sorunlar yarattığı doğrudur. Ancak bu durum, ekonomik küreselleşmenin uluslararası gündemden tamamen kaldırılması için yeterli bir gerekçe olamaz. Bunun yerine, küreselleşmeyi doğru yönetmeliyiz. Olumsuz etkilerinden kaçınmak, tüm uluslar ve ülkeler olarak muazzam faydalarından yararlanmak için de küreselleşmeye adapte olmalı ve uyum sağlamalıyız. Aynı zamanda açık bir küresel ekonomi geliştirmeye devam etmeli ve bu konuda kararlı olmalıyız.” Benim tahminime göre, açık ekonomi hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerin yararınadır.
Aynı forumda, Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Christine Lagarde, küreselleşmenin ayakta kalması ve devam etmesi isteniyorsa, küreselleşmenin nimetlerinin daha hakkaniyetli paylaşılması gerektiğini vurguladı. Eşitsizliğin sonuçları hakkında uyarılar yaptığı dört yıl önceki forumda kullandığı ifadeleri yineledi.
Ancak yapılması gerekenin gerileme veya kendi kendine yetme olmaması gerektiğini söyledi.
Onun söylediklerini burada zikretmek istiyorum: “Dünyada yaklaşık 3,6 milyar insan, günde sadece iki, belki de bir öğün yemek ve daha iyi bir gelir istiyor.
Küreselleşmeden tamamen vazgeçme, kalkınmanın yeterince desteklenmediği bir dönemde doğru bir yaklaşım değildir. Küreselleşmenin istihdamı tahrip ettiğini söyleyerek dezavantajları sürekli dilendirmek çözüm değildir. Mantıksal analizler ve beyin fırtınası yapılmalı, mesele derinlemesine anlaşılmaya çalışılmalıdır.”
Hiç şüphe yok ki, zengin ve fakir ülkeler arasındaki uçurum bir miktar daralmış olsa da, bir ülke içindeki zengin ve fakir arasındaki uçurum giderek artmaktadır.
Bu, zengin ve fakir arasında fırsat eşitliğini sağlamayı gerektirir, çünkü Yüce Allah insanları eşit haklara sahip olarak yarattı. Bakın ne buyuruyor Yüce Rabbimiz: "Allah katında en değerli olanınız, takvaca en ileri olanınızdır." (Hucurat,49/13)
Tabii ki, takva sahibi olmak sadece dindarlara has bir özellik değildir, bilakis en cömert olan, işini en iyi ve en sağlam yapan da bu kapsama girmektedir.
Ele alınması ve çözülmesi gereken sorun budur. Makul bir çözüm bulunmadan kendi haline terk edilirse, küreselleşmenin ölümüne katkıda bulunacağız ve hak ettikleri gelişme ve refah için daha az şanslı olan halklar grubunun umutlarını ortadan kaldıracağız.
Bu bağlamda, İtalyan Maliye Bakanı Pier Carlo Padoan’un sözlerinden alıntı yapmak istiyorum: “Küreselleşmeden ayrıldığımızı sanmıyorum ama küresel uluslararası ilişkilerin yeni bir aşamasına girdiğimizi düşünüyorum. Ulusal politikaların nihayetinde küreselleşmenin gelişme ve kalkınma keyfiyetini şekillendirmek için çalıştığını biliyoruz.”
Mevcut süreçlerin ıslahını yeniden düşünmek, önümüzdeki en büyük zorluklardan biridir. Ancak, tecrübeli ekonomist Klaus Schwab'ın dediği gibi: “Mevcut süreçleri ve kurumları iyileştirmek yeterli olmayacak. Hükümet liderleri, sivil toplumun ve şirketlerin desteğiyle, yeni bir küresel yapı oluşturmak için birlikte çalışmalıdır.”
Bu yeni küresel yapı, nihayetinde bu ülkelerin gelişmesinde kalkınmanın itici güçleri olan gelişmekte olan ülkelerin ekonomilerinin kurallarının genişlemesine yol açacak bir işbirliğine ve sinerjiye dayanmalıdır.
Ancak, şu ana kadar alınan önlemler sonuç itibariyle yeterli değildir. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin küreselleşmenin doğrudan etkilerinden kaçınmalarına yardımcı olmak ve sonrasında küreselleşmeye adapte olabilmelerinin yollarını kendilerine göstermek için Gayrisafi yurt içi hâsıla’nın bir bölümünü onlara tahsis etmeyi taahhüt etmişlerdi. Ne yazık ki bu girişimler sözde kaldı, herhangi bir somut uygulama hayata geçirilmedi.
İşbirliği ve kriz çözme kültürünü yaygınlaştırmak, çatışma ve savaşları engellemek için birlikte çalışmamız gerekiyor, çünkü sonuçta hepimiz -zengin veya fakir– aynı gemideyiz. Ya birlikte yelken açmaya devam edeceğiz ya da hep beraber batacağız.
Küreselleşmenin gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkisini hatırlatmış olduk, ancak merak edilen birkaç mesele var, sözgelimi küreselleşmenin olumsuz etkilerini yenmek ve dünyanın dört bir yanında bulunan insanların yaşam kalitelerini iyileştirmek adına küreselleşmeyi güçlendirmek için ne yapılmalı? Küreselleşmeyi daha kapsayıcı ve sürdürülebilir bir şekle nasıl dönüştürebiliriz? Bu, elbette, liderlerin kendi ülkelerinde bu konudaki kurumsal hükümleri güçlendirme yeteneklerine bağlıdır. Sosyal güvenlik ağlarını iyileştirmeleri ve ekonomik büyümelerinin sürdürülebilirliğini sağlamaları gerekmektedir.
Bu bağlamda, gelişmekte olan ülkelerin halklarının, gelişmiş dünya açısından potansiyel tüketici nüfus ve dünyadaki yeni büyümenin itici gücü olduklarını hatırlatmak gerekir.
Ekonomiler geliştikçe satın alma gücü de artmaktadır. Bu durumda iç çatışmalar ve bölgesel çatışmalar azalmakta, küresel istikrar daha rahat sağlanabilmektedir.
Gelişmiş dünya, bölgesel krizleri en başta Ortadoğu’da olmak üzere, meydana geldikleri her yerde çözmek için çalışmalıdır.
Arap-İsrail çatışması, ilgili ülkelerin sosyo-ekonomik kalkınmasını ve ekonomik büyümesini engellemeye devam ediyor ve aynı zamanda radikalizm ve terörizm artırıyor. Bu durum, mevcut Suriye krizinin yanı sıra bu çatışmayı çözmek için samimi ve ciddi çabalar gerektiriyor. Önemli miktarda olumsuz sonuçlar meydana getiren bu çatışmaların kışkırtıcılarını ve faillerini cezalandırmak gerekir. 
Faaliyetlerini sürdürmeleri zinhar engellenmelidir.
Küreselleşme orijinal haliyle iki ucu keskin bir kılıçtır. Zenginlere fayda sağlayan bir nimet olsa da, fakirler üzerindeki olumsuz etkilerini hafifletmek için uygun adımlar atılmazsa, son derece girift bu ikilemi çözmek mümkün olmayabilir.
Annan, “Küreselleşme yaşamın bir gerçeğidir, ancak bence kırılganlıklarını çok fazla hafife aldık” demişti. Umarım küreselleşmeyi, herkese fayda sağlayan ve hakkaniyetli bir denklem ortaya çıkaran bir fenomen haline getirebiliriz. Bunun için hep birlikte çalışmalıyız.
*Eski Lübnan Başbakanı’nın dün Azerbaycan’da Bakü Dünya Forumu’nda yaptığı konuşmadan alıntıdır.