Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Trablus: Kan ve petrol savaşı

2011 yılından bu yana yeni kanamalara açık Libya yarasının eninde sonunda kapanması gerekiyor. O halde bizler şu anda, ülkeyi tekrar birleştirecek ve Doğu Beyrut ile Batı Beyrut’un acı dolu hikayelerini hatırlatan Doğu Libya ile Batı Libya hikayesini sona erdirecek son savaş ile mi karşı karşıyayız?
Libya Ulusal Ordusu Komutanı General Halife Hafter Trablus’u geri almak için operasyonunu başlattığında Meclis Başkanı Akila Salih de İskenderiyeden; batıdaki başkent Trablus, silahlı milis güçlerin işgalinde olduğu için çatışan silahlı gruplar arasında barış anlaşmasına ulaşmanın ve başkent Libya ordusu tarafından kurtarılmadan barış konferansı düzenlenmesinin imkansız olduğunu deklare ediyordu. Hem meclis hem de Libya Ulusal ordusu, Trablus’ta cirit atan silahlı güçler var oldukça gerçekten de anlaşmanın uygulanamayacağına ikna olmuş durumda.
Trablus’ta bulunan ve uluslararası meşruiyete sahip Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin Başkanlık Konseyi başında Fayiz Es-Serrac bulunsa da; “Özel Caydırıcı Güç”, “El-Navasi”, ”Trablus Devrimcileri Tugayı” gibi aşırılık yanlısı silahlı örgütlerden oluşan bu gruplar nedeniyle ülkenin batısında silahlı kaos yaygınlaşıp yükseliyor.
Mareşal Hafter; doğuda Temsilciler Meclisi ile Libya Ulusal Ordusu, batıda Ulusal Mutabakat Hükümeti, ortada aşırılık yanlısı silahlı örgütler arasında bölünmüş olan Libya’yı yeniden birleştirecek uzlaşı ve çözümün başarılı olmasını engelleyen ve engellemeyi sürdüren karşıtlıkların boyutunu çok iyi biliyordu. Ama buna rağmen son savaş için yoğun bir hazırlığa girişti ve görünüşe bakılırsa çözüme ulaşmak için aşağıdaki gelişmelerin arka planını göz önüne alarak, çok iyi hesaplanmış bir zamanlama ile kesin saldırıyı başlatmayı seçti:
Birincisi; Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika’nın mirasçısının kim olacağı konusunda bir mücadeleye tanıklık eden Cezayir’in durumu. Bu mücadele elbette Cezayir ordusunu, geçmişte Hafter’e yönelik uyarılarından vazgeçmesini sağlayabilecek zorluklar ile karşı karşıya bırakmıştır. Çünkü Cezayir; Hafter’in Trablus’u kurtarmak için Batı’ya doğru ilerlemesine, bunun Burka eyaleti boyunca Mısır nüfuzunun daha ağır basmasını sağlayacağını söyleyerek karşı çıkıyordu. ,
İkincisi;Türkiye’nin boğucu bir ekonomik krizle boğuşması ve sonuncusu belediye seçimlerinin sonuçları olmak üzere siyasi anlaşmazlıklarda boğulması.
Üçüncüsü; Katar’ın üç düğüm nedeniyle zor bir durumda olması: Körfez krizinin ardından çöken ilişkileri, Türkiye’deki huzursuzluklar ve İran’da büyüyen kriz.
Bu bağlamda; Libya Ulusal Ordusu’nun Resmi Sözcüsü Ahmed el-Mismari geçen hafta yaptığı açıklamada: “Katar,Trablus’taki teröristlere karşı başlattığımız askeri operasyonu karalamak için bir medya kampanyası yürütmektedir. Oysa Trablus’taki İçişleri Bakanı bile başkentteki silahlı milisleri açıkça dış istihbarat örgütleri ile bağlantılı olmakla suçlayarak, Başkanlık Konseyi’nin ‘Müslüman Kardeşler’ ve başkenti karıştıran aşırılık yanlısı örgütler ile ilişkisinin açık bir şekilde ortaya çıktığını söylemiştir” dedi.
Hem bölgesel hem de uluslararası düzeyde ise durum şu anda Hafter için daha cesaret verici görünüyor. Birkaç hafta önce Moskova, Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun Mareşal Hafter ile Libya’daki durumu, terörle savaş, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da güvenlik meselelerini görüştüğünü açıkladı. Moskova ziyaretinin ardından Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Es-Sisi de geçen hafta Pazar günü Mareşal Hafter’i ağırlayarak Libya’daki gelişmeleri görüştü.
Görüşmenin ardından yayınlanan resmi açıklamada Es-Sisi; ülkesinin, Libya vatandaşlarının güvenliğini ve istikrarını sağlayacak egemen ve istikrarlı bir sivil  devletin kurulmasını, Libya’nın yeniden imarına başlanmasını ve yeniden ayağa kalkmasını sağlayacak  terör, radikal gruplar ve milisler ile mücadele çabalarını desteklediğini vurguladı. Bilindiği gibi Sisi, daha önce de Hafter ile bir araya gelmişti.
Washington ise başlangıçta; başkenti işgal eden ve siyasi çözümü engelleyen terörist örgütleri gerçekten de ortadan kaldırmak arzusu ile Batı’ya doğru harekete geçen Hafter’in planlarına karşı gözlemci konumunda kaldı. Ancak Rusya’nın Hafter’i desteklemek için harekete geçmesinin ardından durum değişti. Görünüşe bakılırsa Moskova Hafter’e destek vererek şu iki şeyi gerçekleştirmek istiyor: Libya sahillerinde bir yer edinmek ve Avrupalı ülkelerle yüzleşmesini Akdeniz sahillerine taşımak.
Buradan yola çıkarak; ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun birkaç gün önce yaptığı, Libya’da sorunun askeri bir şekilde çözülemeyeceği açıklamasını ve Hafter’e yaptığı, Trablus’a yönelik saldırısını hemen durdurma çağrısını neden yaptığı da anlaşılmaktadır. Buna karşılık Rusya hemen harekete geçerek Güvenlik Konseyi’nde Hafter’e saldırıyı durdurma çağrısında bulunan karar tasarısını veto etti. Pompeo ise Washington’un BM Özel Temsilcisi Gassan Selame aracılığıyla siyasi müzakarelere dönmeleri için uluslararası ortakları ile birlikte Libyalı liderlere baskı yapmayı sürdürdüğünü açıkladı.
Pompeo daha askeri operasyonun sivillerin güvenliğini tehlikeye attığını dillendirmeden önce Avrupa’nın mülteci dalgalarına karşı panik seviyesi yükselmişti. Bu nedenle İngiltere, Washington’un desteği ile Güvenlik Konseyi’ne ateşkes ve Libyalı tarafların siyasi diyalog masasına dönmesi çağrısında bulunan bir karar tasarısı sundu. Ancak bahsedilen bu diyalog, petrol gelirlerinden yararlanan ve bu gelirlerden vazgeçmeleri kolay olmayan terörist grupların başkenti ele geçirmiş olmaları nedeniyle şimdiye kadar bir sonuç vermedi.
Asıl kaynama şu anda; bazı Avrupalı ülkelerde ve özellikle de Libya ile arasında petrole dayalı çıkarları olan ya da Libya sahilleri karşısında bulunan yerlerde yaşanmaktadır. Bu bağlamda; Avrupa Parlamentosu Başkanı Antonio Tajani’nin (ki kendisi İtalyandır) geçen hafta Çarşamba günü yaptığı açıklamada, Muammer Kaddafi dönemini hasretle anan biri gibi konuşması şaşırtıcı ama hiç de hoş değildi. Tajani aynen şöyle demişti: “Kaddafi’yi yıkmak bir hataydı.” Bunun yanında “Libya’daki durum çok korkunç” diyerek Avrupa ülkelerini ortak bir tutum benimsemeye teşvik eden AB Dışişleri ve Güvenlik Politikasından Sorumlu Yüksek Temsilci Federica Mogherini gibi Tajani de AB’ye, Libya’daki gelişmelere karşı tek bir duruş sergileme çağrısında bulundu.
Ancak sadece İtalya ile Fransa arasındaki çok iyi bilinen petrol çıkarları nedeniyle var olan anlaşmazlık bile Avrupa’nın ortak bir tutum benimsemesinin imkansız olduğunu açık bir şekilde gösteriyor. Fransızların ‘Total’, İtalyanların da ‘ENI’ şirketi aracılığıyla Trablus’taki Ulusal Petrol Kurumu ile ortak projeler yürüttüğü bir sır değil. Yine iki ülke arasında Libya’ya yönelik politikaları nedeniyle keskin bir anlaşmazlık olduğu da biliniyor. Bu nedenle Doğu Libya’da petrol varlıkları bulunan Fransa, Mareşal Hafter’e askeri destek sunarken İtalya, Trablusta’ki Fayiz Es-Serrac’a destek veriyor.
Bu bağlamda; İtalya Başbakan Yardımcısı Matteo Salvini geçen Çarşamba yaptığı açıklamada, Libya’da yaşanan gelişmelerin göçmen botları ile teröristlerin de Avrupa’ya taşınma riskinin var olduğu anlamına geldiğini belirtti. Salvini bu nedenle ve özellikle de daha önce Recep Tayyip Erdoğan’ın Avrupa’yı tehdit ettiği gibi Fayez Es-Serrac’ın da Avrupa’yı göçmen dalgası ile tehdit emesinin ardından hiçbir geminin İtalyan sahillerine demir atmasına izin vermeyeceklerini ifade etti.
Rus analist Sergey Markov’un dediği gibi bu; Trablus’taki savaş, kanla yoğrulmuş petrol savaşının en şiddetli bölümüdür. Ancak Trablus savaşı iki nedenden ötürü çok daha sert ve zordur: Birincisi; kalabalık bir nüfusa sahip olması, ikincisi ise; bölgesel ve karmaşık küresel çıkarların kavşağında yer alması.