Fuad Matar
Lübnanlı gazeteci, araştırmacı yazar.
TT

Yüreklerin daraldığı bir dönemde “Alemu’l-Yakin” isimli eser

Şaban ayının girmesiyle beraber mübarek Ramazan ayı için fikri, inanç ve entelektüel öğünler hazırlamayı alışkanlık haline getirdim. Bu öğünler, okumayı ertelediğim bazı bu kitaplar ve hikâyelerdir. Ramazan ayı girdiğinde okunmaya hazır hale gelirler. Mübarek Ramazan ayının gelmesiyle beraber lambalar camileri süsler, minarelerden lahuti sesler yükselmeye başlar, fener taşıyan gençlerin sevinci her yeri kaplar, tütsü ve parfüm kokuları her yere yayılır. Ramazan ayına has tatlılar, şerbetler, meyan ve hurmadan yapılmış içeceklerin kokusu her yeri kaplar.
Bu ritüeller Mısır’ın köklü gelenekleridir. Beyrut-Kahire arasında gidip gelerek yürüttüğüm yaklaşık 20 yıllık basın kariyerim esnasında doyasıya yaşadığım ritüellerdi bunlar. Milyonlarla beraber sabırla ve iştiyakla beklediğim mübarek bir aydı Ramazan. Yılın diğer günlerinden farklıydı. Özellikle de Hüseyin mahallesinde El-Ezher'in gölgesinde Ramazan gecelerini geçirmek gerçekten çok keyifliydi.
Ramazan ayı her türlü hayrı ve bereketi içerisinde barındırır, Resululllah (s.a.v) bunu şöyle özetlemiştir:”Sabır, imanın yarısıdır, oruç da sabrın yarısıdır.” Diğer bir hadis-i şerifte ise; "Oruçlu için iki sevinç ânı vardır: Biri, orucu açtığı anki sevinci; diğeri de orucunun sevabıyla Rabbine kavuştuğu anki sevincidir'' buyrulur.
Ramazan ayı sadece bu türden sevinçlerin yaşandığı bir ay değildir. Aynı zamanda bir muhasebe ve bir murakabe ayıdır. Bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz kusur ve günahların muhasebesini yapar tövbe ederiz. Başkalarına verdiğimiz zararlardan ve dilimizden sadır olan kötü sözlerden dolayı özür diler helallik alırız. Tembellik yapıp ihmal ettiğimiz görevlerimizi ve hayır işlerini telafi etmeye çalışırız. İmam Cafer-i Sadık’ın şu sözü ne de güzeldir: "Oruç tuttuğunuzda, kulağınız, gözünüz ve diliniz de seninle beraber oruç tutsun.”
Oruç tuttuğumuz otuz gün boyunca alışkanlık haline getirdiğim diğer bir husus da selef âlimlerimizin söz ve davranışlarını gözden geçirmek, tasavvuf ehli insanların kulluk adına ortaya koydukları güzel hasletlere göz atmak, Resulullah (s.a.v) ve ashabının hayatlarını, sözlerini ve başkalarına yönelik davranış biçimlerini ne şekilde içselleştirip hayatlarına aktardıklarını mütalaa etmek ve üzerinde tefekkür etmektir. Selef uleması ve tasavvuf ehli insanlar, verdikleri sözleri tutan, sabır ve sebatla bu dine sahip çıkan, davet güneşi her yanı kaplayana kadar mücadele eden bu en hayırlı nesli yani sahabe neslini örnek almışlardı.
Şu an bile bu duruş her yeni ortaya çıkan kötülük karşısında dimdik ayakta durmakta, sağlamlığını korumaktadır. Bu hanif dinin çehresini bozmaya çalışanlara, olduğundan farklı gösterenlere ders verir niteliklerini koruyorlar.
Üç gün önce Hicri 1440 yılının Ramazan ayını idrak ettik. Mısırlı parlak yazar Sena El Beisi, Mısır halkına ve bu ümmetin evlatlarına bir eser sunmayı başardı. El-Ahram'daki kıymetli görüşlerini hevesle okuyan birçok kişi vardı zaten. Ramazan ayında dini, vicdani ve fikri bir öğün önümüze sermiş oldu. Zira “Alemu’l-Yakin/Hakikatler dünyası” isimli eseri Nahde yayınları arasında çıktı.
Bazı yeni ilavelerle beraber 12 bölüm ve 653 sayfadan oluşan kitap son derece akıcı bir üslupla yazılmış. Muḥammed Mütevellî eş-Şaʿrâvî’ye gelinceye kadar İslam tarihinde etkili olmuş birçok şahsiyeti ele alıyor. İslam sahnesinde etkili olmuş Mahmut Şeltut, Mustafa Meragi, Muhammed Gazali, Abdulhalim Mahmud, Mustafa Abdurrezzak, Ahmed Hasan el-Bakuri ve Ahmed Tayyib gibi isimler akıcı ve edebi bir dille anlatılıyor. Bunların yanı sıra Taha Hüseyin, Aişe Abdurrahman Bintü'ş-Şatî gibi Nebi (s.a.v) ve onun ashabı hakkında onlarca kıymetli eser geride bırakarak Rabbine kavuşmuş pek çok yazar yine edebi bir dille anlatılmış.
Bintü'ş-Şatî El-Ahram’daki yazıları ve verdiği eserlerle kültür dünyamıza büyük katkılar sağlamış, Arap kütüphanesine eşiz eserler bırakmış, yolumuzu aydınlatmıştı. Sena El Beisi’nin “Alemu’l-Yakin” isimli eseri, her türlü endişe ve korkunun Arap ve İslam uluslarının yüreğini kapladığı, başta Lübnan, Sudan, Cezayir, Yemen, Filistin, Irak ve Libya'da olmak üzere, tüm halkların canlarının yandığı bir dönemde yayımlandı.
Trajediler silsilesi duracak gibi değil. Bu ülkelerdeki insanların büyük bir çoğunluğu, Arap dünyasının en zengin insanları arasındaydı, şimdilerde ise hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Can boğaza dayanmış durumda, dik durmaya ve ayakta kalmaya çalışıyorlar. Boğazlardan bazen şimşek çakması sonrası gelen gök gürültüsü bazen de füzeler misali çığlıklar atılıyor, ama bazen de nezaketen acılar yüreklere gömülüyor. Sahnede olup bitenlere bakacak olursak, isteklerimiz az veya çok elde edilene kadar çığlıklar ardı ardına atılmaya devam edecek gibi gözüküyor.
Sena El Beisi, Abbas Mahmud el-Akkad’ın Hz Muhammed(s.a.v)’den başlayarak yazdığı “Abkariyye/Yüce şahsiyetler” serisine yeni bir halka eklemiş oldu. Daha da önemlisi büyük bir hassasiyetle ayrıntılara daldı, sorgulamalar yaptı, olayları bütün canlılığıyla nakletti, bilinmeyenleri bilinenlere yaklaştırmayı başardı. Emin olmadığı bir bilgiyi nakletmedi. Kitabın isminden anlaşılacağı üzere kesinlik ifade etmeyen bilgi nakledilmedi. Ayrıca, kuru anlatı şeklinde nakledilen kültürel mirasımıza bir canlılık kazandırıldı. Dini semboller ve meseleler ele alınırken son derece hassas davranıldı. Tarihsel dönemler ve bunlara dair yorumlar büyük bir hassasiyetle işlendi.
Anlatılanlar bizleri, görkemli bir tarihin her aşamasına inançlı olmanın getirdiği bir hassasiyet ile aldı götürdü. Kanaatim odur ki, parlak yazarımızın “Alemu’l-Yakin” isimli eseri, 1440 yıllık tarihsel mirasımızın nasıl ele alınması gerektiğine dair yeni bir metot ve yaklaşım kazandırmıştır. Meseleleri ele almada bir karmaşıklık yaşanmadığı gibi dini gerçeklikler, dünyevi hükümlere feda edilmedi. Diğer bir deyişle heva ve hevese dayalı yorumlardan alabildiğine kaçınıldı. Başta Nebi (s.a.v) olmak üzere kültürel mirasımızın sembol isimlerine dair ifrat ve tefrite dayalı dayanaksız yorumlar yapılmadığı gibi bidat denilebilecek fetvalara da tevessül edilmedi.
Sena El Beisi’nin Hz. Muhammed(s.a.v)’in o aydınlık ikliminden başlayarak yaptığı bu güncelleme, Arap ulusunun kıymetli evlatlarına birçok yararlar sağlayacaktır. Zira Hz. Muhammed(s.a.v) ve ashabını, onların izinden giden imam ve liderleri, İslam düşüncesini aydınlatan âlimleri bu üslupla ele alacak birisi gerekiyordu.
Yeni neslin aldığı bilgiler sağlam ve ikna edici olmalıdır. İslam dünyasını yıkıma götüren, vermiş oldukları fetvalar, yaymış oldukları fikirler, izlemiş oldukları sapkın eğilimler ile yeni neslin bir kısmının zihnini bulandıran DEAŞ ve bunların türevlerinden kurtulmanın yollarından biri de bu türden eserlerin yaygınlaşmasıdır. Yazarımız dini meseleleri ele alma konusunda son derece cesaretliydi, ancak kitabının en başından sonuna kadar kesinlik ifade etmeyen bir bilgiye dayanmama gayreti içinde oldu. Hz. Peygamber (s.a.v)’in şu hadisini kendine rehber edindi: “Allah mutlak anlamda adil olduğu için sevinci ve mutluluğu kesin bilgi ve rızaya bağlamıştır.”
Oruç tutulan bu ayda ümmet adına temennimiz odur ki, hakikatin ve güvenilir bilginin yokluğundan kaynaklanan sıkıntılardan kurtulur, istikrarın ve sevincin her yanı kuşattığı günlere geri döneriz. Hakikatin yokluğu bazen yüreklerimizi dağlıyor, boğazımızı düğümlüyor, canımızı acıtıyor. Darbeyle gelenin akıbeti darbeyle gitmektir. Rabbim yar ve yardımcımız olsun.