Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Savaş sonrasına dair derin düşünceler

Bu yazı, muhtemelen İran'ı sevenleri de sevmeyenleri de hoşnut etmeyecek, ama özellikle son günlerde defalarca kez “Yaşananlar birikmiş hataların sonucu mu, yoksa kaçınılmaz bir kader miydi?” sorusunu soran bazı İranlıları memnun edebilir.

İranlıların nükleer silahlanma çabasında oldukları iddialarını reddeden tutumlarına inanıyorum. Düşmanlarının, İranlıların inkarlarına rağmen nükleer silahlanma çabalarında oldukları iddiasına da inanıyorum.

Karar vericilerin düşünce tarzını, endişelerini, beklentilerini ve yeteneklerini değerlendirme biçimlerini anladığım iddiasındayım. Onların nükleer silah üretmeye değil, nükleer silaha sahip olmaya çalıştıklarını, yani ‘teknik döngüyü tamamlamaya’ çalıştıklarını iddia edebilirim. Bu döngünün tamamlanması için kısa bir süre kala nükleer bomba denemesi yapılması gerektiğini biliyoruz. İranlılar bu noktada durmayı planlıyorlardı. Eğer bunu başarırlarsa, nükleer silah veya benzeri silahların (örneğin seyreltilmiş uranyum mühimmat) üretimi sadece siyasi veya askeri bir karara bağlı olacaktır.

- Peki onların buna hakkı var mı? Dünya ülkeleri, özellikle de çevre ülkeler, bundan korkmalılar mı?

Bunun çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Her iki durum da tartışmaya açık. Ancak, diğer tarafların korkacağı maddi bir güçle desteklenmedikçe, bu sadece siyasi bir açıklama olacaktır. ABD tam da bunu yaptı. İran'a saldırısını yasal bir gerekçeye dayandırmadan Tomahawk füzeleri, B-2 uçakları ve 3,5 tonluk patlayıcı bombalara başvurdu.

Hoşumuza gitse de gitmese de uluslararası toplum hukuk ve karşılıklı haklar hakkında bol bol konuşuyor. Ancak güçlülerin hukukun uygulanması hakkında konuşmalarının, zayıfların konuşmalarından farklı bir tona sahip olduğunu da kabul ediyor. Bu durum bir milyon riyal hakkında konuşan bir fakir ile bir milyon riyal hakkında konuşan bir milyoner arasındaki farka benziyor.

Özetle, bu tartışmanın prensipte bir anlamı yok ve bizi hiçbir yere götürmez. Bugün yararlı olansa sosyologların ‘araçsal rasyonalite’ olarak adlandırdığı, mevcut koşulların sağladığı imkanları ve fırsatları, kısa ve orta vadede istenen amaçlara ulaşmak için değerlendiren bir eylem planı oluşturmaktan geçiyor. Bu arada yetenekli politikacılar en çokta bunu yapıyor.

Bence, İran'ın nükleer programının siyasi yönü ABD'nin saldırısıyla sona erdi. Maddi olarak sona erdiğini düşünmüyorum. Ancak siyasi olarak sona erdi, yani artık düşmanlara baskı yapmak için bir koz ve dostları ikna edecek bir başarı kanıtı olmaktan çıktı. Son savaş, İran toplumu için gurur kaynağı olsa da çok maliyetli olduğunu gösterdi. İyi bir hükümetin ilk görevi, halkının hayatını kolaylaştırmaktır, maddi gücüyle övünmek değil.

Siyasi yönü ise düşmanı tehdit etmek için kullanılabilme olasılığıdır. Bu faktör, Amerikalıların yaptığı gibi hava operasyonlarıyla etkisiz hale getirilebileceği anlaşıldıktan sonra ortadan kalktı. Ancak bu bir son değil. Savaş, İranlıların büyük yeteneklerini ortaya çıkardı. Bu yetenekler, Kore, Tayland, Singapur, Malezya ve Çin'in yaptığı gibi, ekonomi ve sanayinin geliştirilmesi için yeniden yönlendirilebilir. Bahsi geçen bu ülkeler gelişmiş bir teknoloji tabanına sahipti ve askeri yeteneklerini geliştirmek için buna yatırım yaptılar. Büyük bir ordu ülkenin enerjisini tüketirken teknik olarak daha gelişmiş olanlarla başa çıkamaz.

İran'ı uranyum zenginleştirme seviyesini yüzde 4 ile sınırlandırmaya çağırıyorum. Ayrıca, NATO'nun etkisinde kalan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) denetimine alternatif olarak, Çin, Rusya ve Güney Afrika'nın da dahil olduğu, tesislerini denetleyecek uluslararası bir kulüp kurmaya çağırıyorum. Bunun zor olduğunu biliyorum, ama bunu yapmaları gerekiyor. Yüzde 4 zenginleştirme seviyesiyle yetinmeleri, birçok tesisten kurtulmalarını ve büyük miktarda para tasarrufu yapmalarını sağlar.

Son olarak, yoğun ideolojik propagandaya rağmen, güvenlik ihlallerinin yaygınlığı ve kolayca diğer ülkenin adına çalışabilecek ajanlar bulunabilmesi beni şaşırttı. Bu ihlal, nedenleri devam ederse daha da kötüleşecektir. Bu nedenler arasında ekonomik katılık, yani dar görüşlülük ve yaşam tarzları; siyasi katılık, yani Velayet-i Fakih rejimine karşı çıkanların dışlanması; ideolojik katılık, yani insanların kişisel davranışlarının denetlenmesi; güvenlik katılığı, yani her türlü farklılığa karşı aşırı denetim ve şüphecilik yer alıyor. Bu katılıklar, İran'ın düşmanlarının içeride kendi adlarına çalışacak ajanlar ve savaşçılar bulmalarını kolaylaştıran verimli bir zemin oluşturuyor.

İran hükümeti ekonomik, siyasi, ideolojik ve güvenlik alanlarında sert tutumunu değiştirmediği sürece, düşmanları içeride kendi adlarına çalışacak ajanlar ve savaşçılar bulmaya devam edecekler.

Son olaylar İran hükümetinin kredisine bir şeyler kattı. Ancak başka bir şeyi, yani siyasi meşruiyetin bir kısmının dayandığı ideolojik söylemi de yıktı.

Bahsettiğim aşırılık ortadan kaldırılmadıkça, söylemde ortaya çıkan çatlaklar, İranlı düşünürlerin son yıllarda sıkça bahsettikleri gibi, giderek derinleşen bir kırılma çizgisine dönüşecek.