Nayif bin Bender es-Sudeyri
Suudi yazar
TT

Mekke zirveleri ve İran’ın pervasızlığı

Suudi Arabistan, bölgede gerilimi azaltmak, barışı ve istikrarı pekiştirmek için elinden gelen tüm gayreti gösteriyor.
Buna rağmen İran, bunun tam tersini yapıyor. Birçok ülke, nükleer programı -ki nükleer program, bölgeyi ve dünyayı tehdit eden bir kâbusa dönüştü- dâhil İran’ın uluslararası güvenliğe ve barışa karşı sergilediği tehlikeyi bertaraf etmenin gerekli olduğu çağrısında bulunarak, Suudi Arabistan’ın yanında yer aldı.
Uluslararası toplum, Lozan anlaşmasından ya da Nisan 2015’te Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üye devletiyle İran arasında imzalanan ve “5+1” olarak adlandırılan anlaşmanın ardından iyimserliğe kapıldı. Gözlemciler, anlaşmanın Tahran’a yönelik tüm yaptırımların kaldırılması karşılığında İran’ın nükleer programının barışçıl yapıyı garantileyeceğini zannetti. Anlaşmaya meşru bir görünüm vermek için Güvenlik Konseyi, kapsamlı eylem planının ve anlaşmayı uygulamaya yönelik zaman çizelgesinin yer aldığı 2231 sayılı bir karar yayımladı. Adet olduğu üzere Tahran, anlaşmada ve Güvenlik Konseyi’nin kararında yer alan kararları uygulamamak için asılsız bahaneler üretti. Hatta İran, yaptırımların kaldırılmasından elde ettiği ekonomik geliri istismar ederek, bunu bölgenin istikrarını sarsmak, balistik füze programını geliştirmek ve başta Husiler ve Hizbullah olmak üzere terör gruplarını desteklemek için kullandı.
Uluslararası toplumun sabrının tükenmesinin ardından ABD Başkanı Donald Trump, Hürmüz Boğazı’nda serbest deniz ulaşımına yönelik tehdidin ve Yemen müdahalesinin yanı sıra Devrim Muhafızları’yla ilgili belirli hedefleri gerçekleştirmek için ekonomik, diplomatik ve askeri yetkilerini kullanarak İran’la çatışma stratejisini açıkladı. Unutmamalıyız ki sadece zayıf Lozan anlaşması, İran’ın nükleer emellerini sınırlamayı amaçlamadı. Aksine daha önce de aynı amaç için bir dizi girişimler başlatıldı ve kararlar alındı. Fakat hepsi de başarısızlıkla sonuçlandı. Bu girişimler, İran’ın nükleer silaha sahip olma emelini engelleyemedi. Bu girişimlerin başında Nükleer Güvenlik Zirvesi(NSS), Nükleer Terörle Mücadele Küresel Girişimi(GICNT), Nükleer Yayılmaya Karşı Güvenlik Girişimi(PSI) ve tehlikeli maddelerin terör gruplarına ulaşmasını engellemek için etkin mekanizmalar oluşturmayı amaçlayan Güvenlik Konseyi’nin 1540 sayılı kararı gelmektedir.
Suudi Arabistan, tüm bu kuruluşların aktif bir üyesidir. Bu, güvenliği ve istikrarı pekiştirme konusunda Suudi Arabistan’ın uluslararası bir rol oynadığının göstergesidir. İran’ın nükleer bir silaha sahip olması tam bir felakettir. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun raporlarına göre İran’ın şu anki barışçıl programı, minimum güvenlik prensiplerini gözetmiyor. Bu da Basra Körfezi kıyısındaki Buşehr reaktöründen sızan bazı radyoaktif maddeler nedeniyle Körfez sularının kirlenmesine neden oldu.
Kral Selman, önümüzdeki günlerde Mekke’de İslam, Arap ve Körfez zirvelerini düzenlemeye yönelik bir çağrı yaptı. Bununla o, uluslararası güvenliğin ayrılmaz bir parçası olan bölgenin güvenliğini sarsmak için Tahran’ın büyük hatalar yapmaya devam ettiğini göstermeyi amaçlıyor. Bu zirvelerde alınacak kararlar, uluslararası toplumun İran rejimini kapalı sağlam bir kafese koymak için alacağı kararlara zorunlu bir hazırlık olacaktır. Rejimi kapalı sağlam bir kafese koymaktan maksat, rejimin davranışlarında değişiklik meydana getirmektir. Bu, meşru bir istektir. Bu isteğin gerçekleşmemesi halinde uluslararası toplum, askeri çatışma olasılığının yüksek olduğu en kötü senaryoya başvuracak.
İran’ın pervasızlığı ve dikkatsizliği, şu ana kadar Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de büyük zararlara yol açtı. Son derece önemli diğer bölgelere ulaşana kadar bu pervasızlığa sessiz kalınamaz. Aksine bu, tüm dünya için kırmızı çizgidir.