Taceddin Kutay
TT

Avam, muhafazakar orta sınıfa dahil midir?

Eğer önermesi “muhafazakar orta sınıf” olmasaydı İsmail Kılıçarslan’ın Yeni Şafak’ta yayınlanan “Muhafazakar orta sınıf nasıl delirdi?” başlıklı yazısına ancak ilavede bulunabilirdim. Ancak muhafazakar orta sınıf denilince, yer yer itiraz etmemiz gereken önermelerle karşılaşıyorum. Buna ek olarak sevgili Hasan Basri Yalçın’ın Sabah Gazetesi’nde yayınlanan “Ezikliğin kökenleri” başlıklı yazısında tanımını “muhafazakar camia” olarak yapıyor olması aynı itirazı yapmamı mümkün kılmıyor. Orta sınıf bir başka şey bizim için çünkü. O sebeple sevgili İsmail Kılıçarslan’ın hoşgörüsüne sığınarak bir iki küçük itiraz ile meramımı anlatmaya girişeyim:
Öncelikle bir sosyal bilimci arızasını ortaya koyayım ve saha hakkında tenkitte bulunayım. “Muhafazakar” diye adlandırılan çevre, hudutları son derece müphem ve önüne geleni kendisine ait görebildiğiniz bir çevre. Muhafazakarlıkla ilgili analiz yapmaya niyetlenen bir kimse, ezan okunurken “Aziz Allah” diyen amcayı muhafazakar olarak adlandırabildiği gibi, Ak Parti’ye oy veren Ermeni vatandaşımıza da politik tercihi sebebiyle muhafazakar diyebiliyor. Haliyle sahanın büyük bir homojenite sorunu var. Önümüze gelene muhafazakar deme lüksümüz yok; buna mukabil önüne gelene muhafazakar diyen -bu ifademle Kılıçarslan’ı kesinlikle kastetmiyorum- analistlere cevap yetiştiriyoruz: Hayır efendim o aslında biz değiliz. Bahsettiğiniz şahıs şöyle bir ideolojiye mensupken muhafazakarlık aslında....vb. Buna mukabil Kılıçarslan’ın “muhafazakar orta sınıf”tan söz etmiş olması bizleri daha anlamlı bir sahada tartışmaya sevk ediyor. Bu da az iltimas değildir. 
Muhafazakarlık, ecnebice ifadesiyle konservatizm, Fransız İhtilali’nin yarattığı teşviş deminde ortaya konmuş bir itirazdı. Edmund Burke başta olmak üzere konservatiflerin savunduğu en temel tez, aydınlanmacı bir saldırı ile toplumsal düzenin bozulmasının, sonu gelmez bir yıkımlar silsilesini başlatacağı itirazıydı. Seküler bir yıkım, sonu gelmez bir yıkımlar hareketini başlatacaktır; zira yıkan, yıkılana nazaran son derece zayıftır ve kendisi de yıkılmaya mahkumdur. Bir karşı çıkış hareketi olarak ortaya çıkan Protestanlığın kendi içinde de pek çok kontra hareket doğurmuş olması buna misal teşkil eder. Dolayısıyla “korumak, muhafaza etmek” kavramları bu siyasal görüş için rast gele seçilmemiştir. Verdiği mesaj açıktır: Bir kez yıkma, yıkarsan enkaz altında kalırsın!   
Reis’ül Kurra Abdurrahman Gürses hoca efendi hazretleri merhumun, kerimeleri Leyla hanımefendiye verdikleri bir nasihat çok mühimdir:

  • “İnsanlara kibir ile yaklaşmak gayet fenadır. Gelgelelim avam diye de bir şey vardır. Avam ile münasebetini belli bir mesafede tutmak ve avama avam kadar muamele etmek kibir değildir, olması gerekendir.”

Bu satırları okuyan pek çoklarının tüylerinin diken diken olduğunu görür gibiyim. Zira evvela sol propaganda, sonrasında ise postmoderniteye geçiş sürecimiz bizleri herkesin her hususta eşit olduğuna inandırdı. Özellikle düşünsel sahada mutlak olarak var olduğuna inanılan bu eşitlik, herkesin kendisini ait gördüğü kesimde eşit derecede söz hakkına sahip olduğu intibaını yaratıyor.
Mesail-i diniyede “bence”li yorumlar yapılıyor okumadan fakih olmuş niceleri tarafından. Okurlar müteselli olacaklarsa söyleyeyim, kendisine sol diyen mahallede de durum bundan farklı değil. Marx adına ahkam kesmek için Das Kapital’in kapağını açmak zorunluluğu, internet hayatımıza girdikten sonra ortadan kalktı. Gerçekten acınası bir kaht-ı rical vaziyeti yurdumuz siyasal skalasının her yanına eşit oranda dağılmış durumda. Bu kaht-ı rical deminde hem kel hem fodullar, olanca cesaretleri ile her gün bir şeylerin “bence”sini anlatıyor. Parası fazla olanın üstünlüğünü kabul edebiliyor böylece idlal olan zihnimiz; zira ancak para sayesinde iki kişi arasında gözle görülür bir fark ortaya konabiliyor. Buna mukabil avam diye bir adam olduğunu ve avamın en fazla avam kadar olması gerektiğini anlattığımız anda “bu ne kibir?” benzeri itirazlarla karşılaşıyoruz. Halbuki avam diye bir sınıfı tespit dereken bir kibirden yola çıkmıyoruz. Yukarıda da belirttiğimiz üzere, üzerine bir şey bina edebilmek adına homojen, dolayısıyla sağlam bir zemin arıyoruz.
Sevgili İsmail Kılıçarslan’ın delirdiğini düşündüğü ve pek güzel örneklerle ortaya koyduğu adam aslında bu avamdan başkası değil. Tweet atabiliyor, ben varım diyebiliyor, kendisine ait olmayan şeyler hakkında internet malumatı ortaya koyabiliyor diye biz bu kimselere avam değilmiş gibi davranıyoruz. Ve belki de en büyük hatayı burada yapıyoruz. Bu satırların okurları beni bir takım kimselere avam deme cesareti gösterdiğim için bağışlasınlar lütfen; zira ahmak tevazuu göstereceğim diye avama bir hudut çizmezsem inandığım bütün değerlere ihanet etmiş olurum.
Evet, avam diye bir şey vardır ve avam olmak ayıp değildir. Avam değilmiş gibi davranan avamın ortaya koyduğu pek çok şey ise ayıptır. Tadad etmek istemediğim nice görgüsüzlük bu kimselerden sadır oluyor. Hal böyleyken pek çoğumuz sırf bize elitist demesinler diye, bazılarımız gerçekten Müslümanca bir şefkatle, ancak her halükarda hepimiz “ayıptır” eşiğini aşamadığımız için avamı avam olarak adlandırmama hatasına düşüyoruz. Sanki “avam” sözcüğü hakaretmiş gibi bir mahcubiyet içine giriyoruz.
Orta sınıf muhafazakarımızın delirdiğini düşünmek şu halde oldukça kötümser bir bakış açısı olarak karşımıza çıkıyor. Zira sevgili Kılıçarslan’ın delilik olarak tarif ettiği görgüsüzlüklerin ekserisini ekonomik olarak bir üst sınıfa eklemlenmiş avam ortaya koyuyor. Söz konusu kitlenin önemli bir kısmının dindar karakterde olması, bu insanları muhafazakar kılmıyor.
Zira muhafazakarlık mevcut düzeni muhafaza etmeyi önceleyen bir dünya görüşü iken, ekonomik olarak üst sınıfa eklemlenen avam sürekli olarak mevcut düzeni yıkmak, böylelikle kendisine yer açmak gayreti içinde.
Üstünlük kıstası olarak parayı kabul eden bu kimseler için bir sanat zevkine sahip olmak mühim değil, aksine Kılıçarslan’ın şikayetçi olduğu gibi kalitesiz eserlere çok para vermiş olmak önemli. Kendince dünyanın parasını verdiği bir eser ile – ki eser dilediği kadar niteliksiz olsun, önemli olan fiyatıdır- elit bir kategoriye çıkmış olan bu avam açısından sanatın izzeti, sanatçının itibarı akla gelmeyen kavramlardır. Bu adamlar için zevksizlik örneği, ancak son derece şatafatlı bir sanat türü ortaya konuluyor. Alıcısı da oluyor bu sanatın. Bu görgüsüzlük, müptelalarına her gün internet ortamında saçma sapan yiyeceklerin videosunu paylaşarak müthiş bir şey yaptığını düşündürüyor. Pazar artığı gibi, ne bulsalar içine koydukları sandviç-tost vb. videolarını bir izleyiniz; bolluğun insana nasıl şuurunu kaybettirdiğine şahit olacaksınız. 
Bu ve benzeri onlarca örnek bizlere bir hakikati gösteriyor: Dilediği kadar dindar olsun, muhafazakar değildir bu adam. Her şeyden önce Türk muhafazakarının en önemli reflekslerinden birisi olan “ganisi olmak” bu adamın yabancısı olduğu bir kavramdır. Kendisine “Bir şey arzu eder misin?” diye sorulduğunda “ganisiyim” diyerek teşekkür etmek bu kimse için anlaşılır bir tutum değildir. Bundandır ki “Allah bereket versin” diyerek vasatla iktifa etmeyi ve bir yerde hırsını dinginlemeyi düşünmez. Dilediğiniz kadar Edirne çarşısında alış-veriş yapan Fatih Sultan Mehmet’e esnafın verdiği “ben siftah ettim, komşumdan alınız” menkıbesini anlatınız. Bu hikaye eminim bu adamın gönlünde bir tel olsun ihtizaza getirmeyecektir. Dedik ya, söz konusu adam muhafazakar değildir. Aksine sürekli bir üst sınıfı hedefleyen bir avamdır. Bu adamın politik olarak bir stabilite sahibi olmasını da ümit edemezsiniz. Zira yıkmaya bir kez başlayınca, bir üste çıkmak için yıkmayacağı bir değeri yoktur. Ganisi değildir hiç bir şeyin.
Bu adamın sürekli olarak bir üst ekonomik sınıfa çıkma gayretinin muhafazakar orta sınıfta yol açtığı reaksiyon ne oldu diye bir soru ile ister istemez karşı karşıya kalırız. Cevap benim için son derece hazindir: Bir dönemin muhafazakar orta sınıf mensubu, bu özelliğini kendince kaybetmemeye gayret ederek, huzuru daha seküler muhitlerde aramaya başlamıştır.
Bu arayışın izahı Zizek’in “Bütün negatif özelliklerine ve dışarıdan gelenlere karşı kötü muamele etmesi ile meşhur olmasına rağmen Avrupa neden mülteciler için çekicidir?” sorusuna verdiği cevapta gizlidir. Avrupa çekicidir, çünkü öteki ile aranızda aşılmayacağına emin olduğunuz duvarlar örmeyi başardığınız bir hayat imkanını sizlere sunar. Kimse bu duvarları aşarak sizi, özel hayatınızı taciz edemez, değerlerinizi aşağılayamaz, gündelik hayatınıza müdahale edemez.
Dilediğimiz kadar soğuk, bencil bir hayat olarak yaftalayalım, özlemini duyduğumuz hayat budur. Bu sebeple, bir dönem orta sınıf muhafazakar olarak tanıdığımız kimseler, huzuru daha görgülü bir hayat yaşayacaklarını umdukları seküler muhitlerde, sitelerde aramaktadır. Zira ekonomik olarak yükselen avamın üstünlük ölçüsü olan para, bu kimseye satın alabildiği her sahada ibadullahuın hukukunu haleldar edecek üstünlüğü kendisine verdiğini düşündürür.
Politik olarak kırgın olduğunu söyleyen pek çok dostum esasen, aslında yaşaması gerektiği muhitte, hayatı paylaşmayı umduğu dostlar ile hayat paylaşamamaktan müşteki. Hulasa orta sınıf muhafazakarımız delirmedi, ama bu adamdan kaçtı. Orta sınıf muhafazakarımızın kaçtığı alana bu adam geldi ve büyük bir kibirle yerleşti. Bu kibri sağlayan şey ise bir şekilde kesesine giren akçe oldu. Avam olduğuna ikna edemeyiz, zira parası var. Parası olduğu için her konuda fikir beyan etme salahiyetine sahip. Şimdi bu adamı siyasal skalada bizimle aynı yere oturtup, bir de vitrinimiz olarak sunmak bana oldukça insafsız geliyor. Zira bu bizim gerçeğimiz değil. Çarptığımız en acı duvar ise dünya umurunun, dünya metâı ile görüleceği hakikati.
Parayı bastıran, orta sınıfın terk etmek istemediği alandan da bu sınıfı çıkartmayı başarabiliyor. Yetmezmiş gibi avamın yol açtığı her hasarın faturası kadim mal sahibi orta sınıfa kesiliyor. Mütemadiyen, hiç bir hayat müşterekliğimiz olmayan bu adamın hayatımıza, imajımıza açtığı yaraları bir yerlere izah etmek durumunda kalışımız maalesef bu sebeptendir.
Oğuzhan Bilgin hocamızın Sabah Gazetesi’nde yayınlanan “Özeleştiri mi Özgüven sorunu mu?” başlıklı yazısındaki eleştirisi bu bakımdan bir cevap buluyor. Pek çoğumuz muhafazakar olmaktan da dindar olmaktan da utanmıyor aslında. Çekindiğimiz, yaygınlaşan görgüsüzlüğün bir parçası haline gelmek. “Kıroyum ama para bende” sözü ile vücut bulan pervasız ile yan yana gelmeye çekinenimiz çok.
Bu adam için pek bir şey ifade etmeyecek ama biz yine de bir ayet-i kerimeyi hatırlayarak müteselli olalım: Vallahu ğani ve entüm fukara! Zengin olan Allah’tır, sizler ise fakirsiniz! Fakrı fahri olan bir orta sınıf muhafazakar aile çocuğu olarak, cari görgüsüzlükten beri olduğumu, yerimin ise muhafazakarlık olarak tarif edilen muhitin tam göbeği olduğunu beyan ederek bu yazıyı sonlandırmak isterim.