​Resul Tosun
Gazeteci Yazar
TT

Kutuplaşma ve İstanbul seçimleri

İktidara muhalif çevreler özellikle Cumhurbaşkanının söylemlerinin ülkede kutuplaşmayı körüklediğini söyleyip yazıyorlar.
Doğrudur, Cumhurbaşkanı bazen çok sert tepkiler veriyor. Bu tepkiler siyakından kopartılarak yalın şekilde değerlendirilirse bu sonuç çıkabilir. Lakin o tepkiye sebep olan olay öğrenildiğinde tepkinin az bile olduğu görülebilir.
15 Temmuz darbe ve işgal girişimine karşı kendisi vatandaşlarla omuz omuza direnirken, ana muhalefet liderinin darbecilerin izniyle tankların arasından çıkıp gitmesine verdiği sert tepki; aynı şekilde bu darbe ve işgal girişiminin kontrollü darbe ve tiyatroya benzetilmesine verdiği sert tepkinin kutuplaştırmayla izahı kabul edilebilir olamaz.
Örnekleri artırabiliriz.
Elbette ki Cumhurbaşkanı da yanılabilir, hata edebilir ama bütün kusuru ona yüklemek de insaf ile bağdaşmaz.
Şu mübarek Ramazan ayında kimin kutuplaştırıcı, aşağılayıcı, saygısız ve kimin hoşgörülü olduğu aşikâr değil mi?
Türkiye Müslüman bir ülke değil mi?
Oysa mübarek Ramazan ayında büyük şehirlerin caddelerinde ve sokaklarında Ramazan ayının esamisi okunmuyor!
Eskiden oruç tutmayanlar hatta gayr-i Müslimler bile, tutanlara saygıları sebebiyle Ramazan günü açıktan yemezler içmezlerdi.
Oruç tutanların gözünün içine baka baka yiyip içenlerin tamamı iktidara muhalif çevrelerdir. Ve bunu maalesef saygısızca yapmaktadırlar. Hatta meclis kürsüsünde Ramazan günü su içerek bu saygısızlıklarını tutanaklara bile geçirmektedirler!
İtiraz edilince de hemen insan haklarına sığınırlar. Yanı başındaki insana saygısızlığa insan hakkı kılıfı giydirirler.
Aslında bu saygısızlık, iktidara muhalif çevrelerin kendilerini birinci sınıf vatandaş görme, diğerlerini aşağılama ve ötekileştirme kanaatlerinin dışa vurumudur.
Cumhuriyetin kuruluşundan 1950 yılına kadar bu ülkenin muhafazakâr ve dindar kesimi horlanmış aşağılanmış, ötekileştirilmiş, en basit insan hakkından bile mahrum bırakılmıştır. Bu ihlallerin failleri, bugün kutuplaştırmaktan şikayet eden ve hala muhafazakarları aşağılayan CHP’nin başını çektiği muhalefet kanadıdır.
Bu kesimin tahammülsüzlüğü dün aşağıladıkları muhafazakârların iktidar makamında bulunmasıdır.
İktidarı savunmak için yazmıyorum bunları. Aynı zihniyet daha önce, Menderes’e, Demirel’e, Özal’a ve Erbakan’a da aynı mantıkla muhalefet etmişlerdi.
Bu sayılan isimlerin bu ülkeye hizmetten başka zararları olmamıştır. Bunların tek suçu muhafazakâr ve dindar olmaları ya da muhafazakârlara karşı hoşgörülü davranmalarıdır.
Milletin değerlerine karşı çıkmayı ilericilik ve çağdaşlık olarak görenlerin muhafazakârların iktidarına tahammülsüzlükleridir bugünkü muhalefetin temelinde yatan.
İktidarın kimi hatalarını ve eksiklerini dile getiriyor olmaları temel bakışlarını gerekçelendirmekten öte bir anlam taşımıyor.
Hâsılı kutuplaştırmanın temelinde milleti hakir gören dindar ve muhafazakârlara tepeden bakan zihniyet vardır.
Türkiye toplumunun yüzde 70-80’lik bir kesimi muhafazakârdır. Yüzde 20-30’luk kesimi ise çağdaşlık adı altında milli ve dini değerlere karşı bir zihniyete sahiptir.
Bu toplumsal yapıyı siyasete yansıtacak olursak, -mecliste temsil edilmeyen partiler hariç- muhafazakâr tabanı AK Parti, MHP, İP, SP, BBP oluşturur.
Milli, dini değerlere muhalefeti temsil eden parti ise CHP’dir.
HDP’nin yönetim kadrosu da CHP’ye yakın bir zihniyete sahiptir. Ancak, oy tabanının ezici çoğunluğu muhafazakârdır. Fakat etnik sebeplerle HDP’ye oy vermektedir.
23 Haziran’da yenilenecek olan İstanbul seçimleri de aslında muhafazakâr zihniyet ile diğerinin rekabetinden ibarettir.
Fakat gerek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gerekse İstanbul seçimlerinde muhafazakâr adayın, tüm muhafazakârların oyunu alamamış olması üzerinde durulacak önemli bir noktadır.
Burada kendiliğinden ortaya çıkan soru şudur: Neden Cumhurbaşkanı yüzde 70’lik muhafazakâr oyların tamamını alamamıştır ve neden İstanbul’da muhafazakâr aday aynı başarıyı gösterememiştir?
Çok sebep sayılabilir, fakat bunu muhafazakâr adayın ve partisinin eksiklikleri ve hatalarının yanı sıra, rakip adayın muhafazakâr tabana hitap etmesi ve diğer siyasi etkenler şeklinde özetleyebiliriz.
23 Haziran seçimlerini de bu iki temel saik üzerinden değerlendirebiliriz.
Yine özetle söylemek gerekirse, AK Parti adayı en isabetli aday olmasına rağmen kimi icraatlardan ve tasarruflardan şikayetçi olan muhafazakârlar AK Parti’ye bir ders vermek için bir uyarıda bulunmak için ya sandığa gitmediler ya da gidip adaylarına oy vermediler.
Öte yandan, CHP’nin adayı da klasik CHP’liler gibi davranmayıp muhafazakâr kesime şirin görünecek -namaz kılıyor, kuran okuyor, oruç tutuyor, vb.- ve genç kuşakları cezp edecek bir propaganda süreci takip etti/ediyor.
İşte 31 Mart’ta bu iki saik yarıştı ve başlangıçta 29 bin oy farkıyla CHP adayının kazandığı açıklandı ama oyların sadece yüzde 10’u yeniden sayılınca bu fark 13 bine düştü. AK Parti duruma itiraz etti. Düz bir mantıkla bakınca oyların hepsi yeniden sayılsaydı AK Parti adayı en az 100 bin fark ile seçilmiş olurdu düşüncesi hâkim oldu.
Durum YSK’ya taşındı ve şimdi 23 Haziran’da kimin kazandığı belli olacak!
10 milyonluk seçmenin bulunduğu İstanbul’da 13 bin fark daha önce yazdığım gibi ne kazanan için büyük bir zaferdir ne de kaybeden için büyük bir hezimet.
23 Haziran’da yapılacak seçimde her ne kadar resmiyette 18 aday görünüyor olsa da artık iki adayın yarışacağı netleşti. Seçimi ya İmamoğlu ya da Yıldırım kazanacak!
Aslında iki aday yarışmış olsaydı belediye tecrübesi olan, bakanlık, başbakanlık ve meclis başkanlığı yapmış tecrübesi ve birikimiyle göz dolduran Yıldırım’ın rahatlıkla kazanması beklenirdi.
Ancak, AK Parti’nin 31 Mart seçimlerindeki söylemi İstanbul seçmeni üzerinde olumlu bir izlenim bırakmadı, aday yerine partinin söylemi öne çıkınca İP ve HDP de CHP adayını destekleyince ve kimi muhafazakârlar oy vermeyince mevcut sonuç çıktı ortaya.
Aslında AK Parti oylarında oransal bir gerileme olmadı. 2014 seçimlerinde yüzde 47 alan AK Parti 2019’da yüzde 49 almıştı. Hatta oyunu bile artırmıştı.
Ama sayısal olarak aradaki fark erimişti! Çünkü AK parti 2014’de rakibine 600 bin oy fark atmıştı.
CHP 2014’de yüzde 40 almış, 2019’da ise bu oran yüzde 49’a çıkmıştı. Yani aslında CHP, İP ve HDP oylarıyla ipi göğüslemiştir.
AK Parti’nin ülke genelinde oyu yüzde 44, CHP’nin ise yüzde 30’dur.
Öte yandan, CHP İstanbul’da sadece 14 belediye kazanmışken AK Parti 24 belediye kazanmış ve mecliste de çoğunluğu elde etmiştir!
Tabii “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” mottosu bu kez CHP lehine işlediği için, CHP kanadında moral tavan yapmıştır.
CHP bu moral ile seçime asılmaktadır.
Meseleye İstanbul açısından bakacak olursak, eğer seçimi Yıldırım kazanırsa bence İstanbul kazanacaktır. Çünkü Yıldırım icracı kimliğiyle, iktidarla uyumu ile ve belediye meclisindeki çoğunluğu ile projelerini rahatlıkla hayata geçirecek ve İstanbul hizmet alacaktır!
İmamoğlu seçilirse, bir defa büyük şehir deneyimi olmadığı için, iktidarla uyumlu olamayacağı için ve mecliste de destek bulamayacağı için kelimenin tam anlamıyla topal ördek olacaktır, dolayısıyla İstanbul kaybedecektir!
Ayrıca İmamoğlu muhafazakâr kanada oynasa da, muhafazakâr görüntü verse de CHP’nin adayı olacağı için ve geçmişte CHP, 1989-1994 yılları arasında İBB’de tam bir başarısızlık sergilediği için İstanbullu eski günlere dönme endişesi yaşayacaktır.
Çünkü 1989-1994 arasında CHP’li belediye İstanbul’da çöpleri bile toplayamamış, su sıkıntısı had safhaya varmış, ulaşım tıkanmış hava kirlenmiş, yolsuzluklar ayyuka çıkmış ve yaşanmaz bir şehre dönüşmüştü İstanbul!
İmamoğlu ne kadar iyi niyetli olursa olsun mensubu bulunduğu siyasi partinin sicili bozuktur.
CHP muhafazakârları hep piyon olarak kullanmış sonra da bir kenara atmıştır. Mesela ilahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk, 2002’de CHP’den milletvekili seçilmiş ve bir süre sonra istifa etmişti. Ben de o zaman meclisteydim. Öztürk hocayı buldum ve istifa etmemesini CHP gibi bir partide dinden Kuran’dan bahseden bir vekilin bulunmasının, ülkedeki sosyal barışa katkıda bulunacağını söyledim. Bana verdiği cevap, “CHP’de iliklerine kadar Kuran nefreti işlemiş bir yönetim var!” oldu ve istifa etti.
Dolayısıyla muhafazakâr kitle “İnandığınız Allah’ınız belanızı versin!” diyerek Müslümanlara hakaret eden bir il başkanına bağlı İmamoğlu’ndan, ne kadar iyi niyetli olursa olsun hayır beklememektedir!
Öte yandan emperyalist güçlerin kuklası olan FETÖ ve PKK’nın açıkça desteklediği İmamoğlu’na bu terör örgütlerinin bedel ödettirmesinden endişe edilmektedir.
Hâsıl-ı kelam son sözü İstanbul seçmeni söyleyecektir. Taraflar çok dikkatli olacağı ve tek pusula ile yapılacağı için 23 Haziran seçimleri şaibesi en az, belki de hiç olmayan ve en kısa sürede sonuçlanan bir seçim olacaktır.