Dilaver Demirağ
Araştırmacı-Yazar ve doğa korumacı aktivist
TT

Kıyametin dolarına karşı Oruç Medeniyeti

Yaşadığımız tüm sorunların kaynağı egoizm ve onu altetmek için oruç medeniyetini yeniden ihya etmemiz gerek.
İnsanın çekilip, bir parça büzüşmesi ayı olan Ramazan’ı uğurluyoruz. Ardından bayrama giriyoruz. Ramazan’ı yaşadığımız kadar bayram yapacağız. Ama kötülüğün cisimleşmesi olan Trump yüzünden bölgede dolaşan sert ritimler nedeniyle bu bayrama da buruk giriyor gibiyiz. Asrın anlaşması diye pazarlanan anlaşma ile Filistin halkı için, İsrail’e tabi, gölge bir varlık olarak yaşamak ile ölmek arasında bir tercih gündemde. Sadece bölgemizde mi, dünyanın her yerinde sürekli savaş davullarının gürültüsü eksik değil.
ABD denen hormonlu devlet, sürekli pazularını şişirip orayı burayı tehdit ediyor, eh diğer devletlerinde ondan kalır yanı yok; modern ulus devletle beraber kurulan milli ordularla her devlet sürekli bir başka devlete pazularını şişirip duruyor. Ama Alman Anarşist Düşünür Gustav Landauer’in ünlü sözü ile devlet sonuçta bizim sosyal ilişkilerimizin bir yansıması çok da bağımsız değil. Bizler birbirimize pazu şişirdiğimiz insan yapımı bir kurum olan ve onu yönetenlerin de bizler gibi insanlardan oluşan devlet de pazu şişirecektir. Yani ne ekersek onu biçeriz.
Biz barışseversek, hak ve hukuka riayet ediyorsak davranışlarımız öteki ya da başkalarına dönük duygudaşlık ile şekillenmişse yönetimlerimizde böyle olur, sonuçta seçerek göreve getirdiklerimizin tümü de bizim göreve getirdiklerimiz. Öyleyse barış yoksa sömürü varsa, gezegeni paylaştığımız diğer kültürlere karşı alabildiğine hoyrat bir bencillik içindeysek yönetsel kurumlarımız da aynısı olur.
Hatta öyle ki, bir tür kolektif bencillik biçimi olan Milliyetçilik, bugün dünyada en revaçta olan siyasi ideoloji ise bizler de kendimizi önceliyor, kendimizi başkalarından daha çok önemsiyor isek bu böyle. Narsizm ya da büyüklenmek hayatımızda başat değer olduğu için süper devletler de büyükleniyorlar. Biz zayıf olanı eziyor olduğumuz için güçlü devletler güçsüz devletleri hâkimiyeti altına alıyor.
Emperyalizm denen sömürgeleştirme siyaseti hepimiz bir emperyalist olma eğilimini taşıdığımız için var. Kapitalizm diye ekonomik siyasi bir sistem, bizlerin hırsının bir neticesi. Ve eğer bugün gezegen -hem doğal dünyanın çöküşü olarak hem de küçük savaşların eninde sonunda büyük bir savaşı doğurması ihtimalinden dolayı-adeta bir yıkım sürecine doğru ilerliyorsa, bu sonuçta duygudaşlık becerimizi kaybetmiş olmamızdan kaynaklanıyor. Hâsılı sorunun bir parçası olduğumuz kadar çözümünde bir parçasıyız.
Kıyametin dolarları
İki yazıdır sürdürdüğüm küresel ısınmacılık hikâyesinin, daha doğrusu bir bilim değil bir ideoloji olan ve adeta engizisyon gibi de düşünce denetimi yapan bir kıyamet çığırtkanlığının arkaplanında kapitalizmin dönüşüm sancıları yatıyor. Kendini yeşillendirip doğayı bir kazanç unsuruna dönüştürerek bambaşka bir teknolojik sürece yönelmek isteyen kapitalistler ile klasik biçimiyle kapitalist üretim mekanizmalarını bildik haliyle sürdürmek isteyenler.
En büyük Pazar kızıştırıcıları ise Amerikan-İngiliz “sol” basını. Pazar kızıştırma dedim bunu bilerek ve vurgulayarak söylüyorum. İklim değişimine dönük panik dili, aslında büyük kazançları sağlarken diğer yandan da şirket bilim ile kapitalizm arasındaki al gülüm ver gülüm ilişkisini gizleyen ve milyonlarca dolarlık kazançlar için ağzı sulandıran felaket kapitalizmi için koçbaşı vazifesi görmekte.
Kısa süre önce yayınlanan IPCC SR15 raporları (A1'de), küresel ısınmanın 2032 ile 2050 arasında 1,5 ° C'ye ulaşmasının muhtemel olduğunu ve (B'de) muhtemelen türlerin neslinin tükenmesini, aşırı hava koşullarını ve gıda arzı, sağlık ve ekonomik büyüme risklerini beraberinde getireceğini bildirdi. Bundan kaçınacak olursak, net karbon dioksit salım oranlarının 2030 yılına kadar 2010 seviyelerinden de yaklaşıkyüzde 45 oranında daha az olması, 2050'ye kadar da net sıfıra ulaşması gerekiyor.Bunun olabilmesi için sadece gerekli enerji yatırımı yılda 2.4 trilyon dolar olacak.Bu, büyük küresel bankaların, özellikle de Londra'nın Küresel Isınma söylemine, bunun gündemde tutulmasına dönük ilgisini açıklayabilir mi?
Rakamın dudak uçuklatıcılığı ortada. Böylesine bir kazanç için iklim bilim tartışmaları ortadan kaldırılmakta ve insan kaynaklı küresel ısınma dini içinde, bu dilden bu dille birlikte ortaya atılan tahminlerden şüphelenenlerin deyim yerindeyse kâfir ilan edilmekte. İnsan kaynaklı küresel ısınma kavramından kuşku duymak bugün belirli çevrelerde adeta idam gerektiren bir suç gibi. O yüzden argo deyimle denizi bulandırmamak gerek. Eğer bu küresel ısınma meselesinde şunu yapmazsak mahvoluruz, yok oluruz söyleminin tam gaz devam etmesi lazım ki bu pazarlara girilsin. Şirketlerin kasası tıka basa dolsun.
Şimdiden birileri bize ya paranı ya canını diyebilmek için deli gibi yatırım yapıyor. Ne yatırımı derseniz genellikle tarım arazisi ve su kaynakları üzerine yapılan yatırımlar bunlar. Ama bu yatırımlar öyle basit bir yatırım değil bunun adı toprak ve su gaspı. Yani birileri Afrika başta olmak üzere düşük gelirli ülkelerde toprak satın alıyor, ama bu satın alınan topraklar ya satın alınarak tekelleştirilen su kaynakları adeta zorla ele geçiriliyor.
Devletler kendi çiftçisini deyim yerindeyse kolundan tutup atıyor ve o toprağı bir bankaya ya da İngiliz Amerikan kökenli büyük bir şirkete satıyor. Bu topraklarda su da var-ki gelecekte çok değerli olacak. Sadece toprak değil su kaynakları da deyim yerinde ise üç otuz paraya kapatılıyor. Böylece bir yanda kıyamet çığırtkanlığı yapılırken diğer yanda birileri suyu ve toprağı kapatıyor. Diğer yanda ise karbon ticareti tüm hızı ile devam ediyor. Birleşmiş Milletler İklim Değişimi Çerçeve Sözleşmesi (UNFCC) ve bunun bir parçası olan Taraflar Konferansı (COP) toplantıları ise bir fuar adeta. (Yürürlüğe giriş tarihinden bu yana BM İklim Değişimi Sözleşmesini kendi yasama organlarından geçiren, onaylayan, kabul eden ya da kabul etme niyeti sergileyen devletler, Taraflar Konferansı ya da kısaca COP olarak bilinen yıllık toplantılarda bir araya gelmekteler.) Çünkü üstünde durulan en önemli konu endüstriyel değişim ve bu değişime uygun teknolojiler ile çeşitli teknolojik çözüm önerileri.
Küresel Adalet Ekolojisi isimli ekolojist bir gönüllü kuruluş temsilcisi Anne Petermann söz konusu kurumu Küresel İklim Ticaret Örgütü olarak adlandırıyor. Ve bu kuruluşun şirketlerin kurum üzerinden kendilerine alan açarak gerçek çözümleri geciktirmede önemli bir rol oynadığını söylüyor.[1] Yani BM raporları ve kurumları tıpkı su meselesi gibi iklim değişimini de sömürerek şirketler için alan açma vazifesi görüyor.
Daha kötüsü ise BM’nin IPCC (Hükümetler Arası İklim Değişimi Paneli) gibi bir kurumun atmosferde biriken karbonu elimine etmek için gezegenin iyice çıldırmasına neden olacak jeomühendislik ya da iklim mühendisliği dediğimiz şeyleri tavsiye etmesi. Bunlar karbon depolamadan, atmosfere bir tür dev vantilatörler yerleştirme, denizlerde plankton miktarını arttırmak için denizlere bol miktarda demir atmaktan tutun güneşi perdelemek için bulut miktarını arttırmaya kadar akla gelebilecek bütün çılgın fikirleri içeriyor. Tüm bunların ne tür olumsuz sonuçlar yaratarak dünyadaki yaşamsal dengeleri değiştirip farklı felaketlere yol açacağı bilinmiyor. Dahası bunların hakikaten işe yarayıp yaramayacağı da. Bütün bu bilinmezlere rağmen BM bu teknolojileri teşvik ediyor. Çünkü BM’yi kontrol eden şirketler bunu istiyor.
Kısacası Küresel Isınma kavramı etrafında estirilen panik havası, ana akım medyayı kaplayan kıyamet söylemi aslında çokuluslu şirketler tarafından bitkiler ve hayvanlar gibi yaşayan canlıları bile patentlenmek ve kontrol etmek ve gezegendeki tüm insanları birbirine bağlayan su gibi yaşam için gerekli olan unsurları özelleştirmek için kullanılan bir gerekçe olarak iş görüyor. Ve bilin bakalım bizde de küresel ısınma konusunda medya medya dolaşan ünlü radyocu, akademisyenler eski yeşiller partisi sözcüsü vb kişiler kimler tarafından fonlanıyor. Soros Vakfı başta olmak üzere çeşitli şirketler. Bütün bunlar uğruna bilim öldürülmüş, bunlar uğruna yaşam daha çok kötüleşmiş kimin umurunda.
İşin daha da garibi şudur Küresel Isınma konusunda araştırma fonları sağlayan vakıflardan Rothschild Vakfı, Rockefeller Vakfı dünyanın en büyük iki petrol şirketinin vakıfları. Kim Küresel Isınma konusunda kuşkuları, bilimsel hataları, IPCC’nin kuşkulu bilimsel faaliyetlerini, bu kurumun ciddiyetini sorguya çekse kalıp yargı hazır. Bu kişi petrol şirketleri tarafından finanse ediliyor.
Peki, İnsan Kaynaklı Küresel Isınma tezini desteklemek için araştırma fonları veren bu iki büyük vakıfta petrolcü değil mi. Söz konusu bilimsel araştırmaları fonlayan şirketlerin kim olduğu ise hiç belirtilmedi. Kimdirler neden bu araştırmaları fonlamaktalar? Bütün bu sorular boşlukta buna mukabil şiddetli bir karartma hâkim konumda.
Kısacası birileri bu felaket iklimini çok sevdi ve bu iklimden kasasını doldurmakta. Geriye ise kapitalizmin yıkımı için uğraşan, sosyalist, anarşist, derin ekolojist, radikal ekolojist vb geniş bir antikapitalist koalisyon var. Onların bu işteki heyecanlı çığırtkanlıkları kapitalizm denen şey aleyhine yeni bir negatif propaganda imkânı sağlamaları. Lâkin bunlar çok uzun yıllardır hep benzer şeyleri söylediler, ama kapitalizm yıkılmak bir yana daha diri, daha gürbüz bir biçimde varlığını devam ettiriyor ve bu aleyhtarların kıyametçiliğinden çok memnun. Öyle ya antikapitalistlerin de içinde olduğu geniş kıyamet lobisi sayesinde amiyane tabir ile işler ayna. Tarihin ironisi de bu olsa gerek, kapitalizme yüklendikçe kapitalizmin kazancını arttıran kapitalizm düşmanları.
Ego denen şey
Meselenin gelip dayandığı şey şu. Ego dediğimiz benci anlayışla nalıncı keseri gibi hep kendimize yontuyoruz. Kapitalizm denen sistemin de ana yakıtı bu egoist tavır. Ego ya da benlik bir kendilik bilincidir ve İslam Kültüründeki karşılığı ise nefs’dir.Felsefi olarak egoizm üç şekilde ele alınıyor.
Ahlaki egoizm: Bireylerin her zaman kendi çıkarlarına uyan şeyi yapmalarının doğru olduğunu savunan doktrin,Psikolojik egoizm: Bireylerin her zaman kendi çıkarları için hareket ettiği savunan doktrin,Aklileştirilmişegoizm: İnsanların kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmesinin rasyonel olduğunu savunan doktrin.
Psikoanaliz teorisine göre de “ben” veya Latince “ego”, zihnin dış dünya ile temasta bulunan kısmını oluşturur. Her şeyi kendine mal eden, yalnız kendi çıkar ve menfaatini gözetip düşünen kimseler için kullanılır. Günümüzde buna, kendini düşünme olarak anlam verilmektedir. Bununla yakından ilişkili durum ise ahlaki kayıtsızlık biçimidir. Yani başkalarının, duygusal manevi ya da maddi ihtiyaçlarını umursamamak hali.
Bugün küresel olarak hâkim sistem olan kapitalizm ve milliyetçilik tamda bu kayıtsızlık biçimini ve kendimizi düşünmenin en doğrusu olduğunu vaaz ediyor ve bizim buna uygun davranmamızın kendimiz için en iyisi olduğunu söylüyor. Bunun neticesi yoksulluk, açlık sefalet, şiddet ve daha birçok negatif sorunlar oluşuyor, gezegeni birlikte paylaştığımız diğer canlıları dikkate almıyoruz ve tüm gezegeni başkalarını kendi ihtiyaçlarımıza uygun olanı yapmakla mükellef sayıyoruz, savaşları bu yüzden çıkarıyoruz ve savaşırken ölenlere dair de en ufak bir yakınlık hissetmiyoruz.
Bunun ilacı ise küresel oruç hali. Yani oruç esnasında nasıl nasıl enerjimizi minimize ederek nefsimize çeki düzen veriyor ve rahmet ayı olarakRamazan’da bencilliğe ara verip başkalarına yönelik bir duyarlılık içinde oluyorsak, küresel düzeyde de buna ihtiyaç var.
Bu bakımdan dinlerin yeniden hayatımıza yön vermesine yol açabilmek gerek; Müslümanlara büyük bir sorumluluk düşüyor. Gezegeni ve kendi türdeşlerimizin içine sürüklendiği sefaletin son bulması için bütün Müslümanların kendi inançları üzerinde düşünüp bilinçli Müslümanlar olması ve İslam medeniyetinin diğerkâm yani başkasını düşünmeyi esas kabul eden değerlerinin dünyaya yön vermesi için yeniden ayağa kalkması lazım. Bu olmazsa Müslümanların da hataları ile gezegenimiz yaşanmaz bir yere dönüşür.
Hepinizin bayramı mübarek olsun bayram o bayram olup yüreğimizi affı mağfiret sevinci kaplasın, bu güzel ayın sonunda selamete ermenin bayramını yapmak nasip olsun.
[1]Anne Petermann On Not Attendingthe UN Climate Conference in Doha
http://climate-connections.org/2012/12/11/on-not-attending-the-un-climate-conference-in-doha/