Hanna Salih
Lübnanlı yazar
TT

Lübnan’ın Akka Valisi ile Şam Valisi arasında, tehdit altındaki zenginliği

Lübnanlılar 10 yıldan uzun bir süredir ülkeyi ve halkını daha iyi bir yere taşıyacak olan bir petrol ve doğalgaz kaynakları üzerinde yüzen bir geleceğin pembe hayalleri tarafından kuşatılmıştır. Eski Enerji Bakanı ise bu rezervler ile ilgili ulaşılan verileri kendi şahsına ve rolüne mal etmektedir. Kendisi yaklaşık 10 yıl önce bu zengin Lübnan ile ilgili yayınladığı resimli bir kitapçıkta, ülkenin eşi benzerini görmediği kalkınma çalışmalarının sonuçlarını göstermek için oğlu ile birlikte Batrun şehrinden başkente yaptığı tren yolculuğunu da yer verir.
O günlerde kamu borcu 60 milyar dolara yaklaşıyordu ve önceliği borcun kapatılması olacak bağımsız bir fon kurulmasının gerekli olup olmadığı konusundaki tartışmalar alevlenmişti. Bugün ise kamu borcu 100 milyar doları aştı ve bu zenginlik ile ilgili pembe hayaller, meşru olmayan silaha dayanan mezhep merkezli, kota temelli ittifakların siyasi uygulamaları nedeniyle söndü.
Akla gelebilecek bütün şüpheleri ve karışıklığı gidermek için şunu belirtmeliyiz ki münhasır ekonomik bölgenin belirlenmesi ile petrol ve doğalgaz aramaları için parsellere ayrılıp dağıtılmasından bu yana yöneticiler arasında ilk önce hangi parsel için ihale yapılacağı konusunda “Besus” savaşına benzer bir savaş başlamıştır. Herkes bilip bilmeden bu parsellerin taraflara daha önce görülmemiş bir şekilde paylaştırıldığını düşünmeye başladı. Sonunda rakipler, ilk aşamada güneyden merkeze ve kuzeye Beyrut’a kadar uzanan bir bölgede başlatılması konusunda kendi aralarında uzlaşıya vardı. İlginç olan ise karar mercii ve sahibi, son sözü söyleyecek olan meclisin bu süreçte bıktırıcı bir tarafsızlık politikası izlemiş olmasıdır. Meclis böyle yaparak ilgili grupların liderlerinin kendi kendilerine bir uzlaşıya varmalarının önünü açtı. Ancak rakipler bir şeyi öngörememişlerdi; o da bu kaynaklara ilgi gösteren uluslararası petrol şirketlerinin Lübnan’ın petrol ile ilgili yasalarının bu şirketlere başka ülkelerde hayal edemeyecekleri öneriler ve teklifler sunmasına rağmen kendilerini geri çekmeleridir. Bunun nedeni ise Lübnan’ın münhasır ekonomik bölgesinin sınırının belirlenmemiş olması, ekonomik bölgede İsrail ve Suriye ile Lübnan arasında 9’uncu parsel konusunda ciddi bir sınır anlaşmazlığının bulunması, buna ek olarak Suriye ile anlaşmazlığın 1 ve 2 sayılı parsellere de uzanmasıdır.
Sayılarla ifade edecek olursak; Tel Aviv ile anlaşmazlık yaklaşık 365 kilometrekarelik bir alanı kapsarken Suriye ile Lübnan arasındaki anlaşmazlık 900 kilometrekareden fazla bir alana yayılıyor.
Tarih bir kez daha tekerrür etmektedir. Yaklaşık 200 yıl önce güneyde Akka’dan kuzeyde Lazkiye ve karadan doğuda Şam’a kadar uzanan Cebel-i Lübnan emirliği döneminde de Lübnan çoğu zaman bir yandan Akka valisi diğer yandan Şam valisinin emelleri arasında sıkışıp kalırdı. Aynı şey tek bir farkla bugün de yaşanmaktadır. Bugün de ülke ve halkının çıkarları yerine bir grubun çıkarına dayanan mezhep merkezli ittifaklar ön plandadır. Bu ittifaklar belki de en az dıştakiler kadar tehlikelidir. Vaat edilen zenginliğin kaybedilmesine yol açabilir. Bu yüzden; Lübnan’ın haklarını koruma konusunda adaletsiz olduğu için petrol yasasına karşı olan uzmanların da aralarında olduğu birçok kişi uygun koşullar sağlanana kadar bu servetin denizin dibinde kalmasını temenni etmektedir.
Direniş silahının bu doğal zenginliği koruduğu yalanı ile başlayarak İsrail’e karşı direniş cephesi ile sona eren hikâyeye güvenmekle ve tartışmalar ile 7 yıl kaybedildikten sonra ve İsrail ile Kıbrıs neredeyse doğalgaz ihraç etme aşamasına ulaştığında Lübnan, BM’nin gözetiminde İsrail ile dolaylı görüşmeler yürütmek için ABD’den arabuluculuk yapmasını istedi. Bu talep üzerine ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı David Satterfield bir süre önce Tel Aviv ve Beyrut arasında mekik dokumaya başladı. Beyrut, İsrail ile hem kara hem deniz sınırlarını nihai olarak belirlemek istiyor. Lübnan İsrail ile kara sınırında Kafr Şuba tepeleri, Gacar beldesi ve Şeba Çiftlikleri’ne ek olarak 13 bölgede daha sınır anlaşmazlığı yaşıyor. Burada bir parantez açarak kara sınırının Nakura’dan, özellikle de “B1” ve “B2” sınır noktalarında başlatılmasının Lübnan’ın haklarını netleştireceğini vurgulamalıyız.
Tel Aviv ise görüşmelerin sadece deniz sınırlarını kapsamasını ve 2012 yılında ABD Büyükelçisi Hoff’un belirlediği sınırların temel almasını istiyor. Hoff bu sınırın bir bölümünü çizerken münhasır ekonomik bölgenin sınırlarının belirlenmesi ile ilgili yürütülen Kıbrıs-Lübnan müzakareleri sırasında Lübnan’ın yaptığı hataları temel almıştı.
Sınır gerilimlerini azaltma, bölge ülkelerinin petrol çıkarmaya başlaması, ulaşılabilecek bütün rezervlere ulaşılmasının ABD’nin çıkarına ve kesinlikle lehine olacağı göz önüne alınırsa bu görüşmelerden nispeten güvenilir sonuçlar elde edileceğini söylemek mümkündür. Ancak daha acil olan ve resmi makamlar tarafından görmezden gelinen nokta Lübnan’ın İsrail ile sınırlar için müzakerelere başlamasının basit bir teknik süreçten ibaret olmayıp birtakım yeni gerçekler ortaya çıkaracak bir süreç olmasıdır. Lübnan Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri'nin bu konuda görevlendirilmesi ve David Satterfield’la görüşmesinin iyi geçmiş olması yeterli değildir. Çünkü mesele Tel Aviv ile Nebih Berri’ye yetki veren Hizbullah arasındaki bir anlaşmadan çok daha önemlidir. Lübnan makamları, bakanlar kurulu hatta belki de meclis, bu müzakarelerin içeriğini, hedeflerini ve etkilerini ayrıntılı bir şekilde tartışmalıdır. Aksi takdirde Lübnanlı müzakareciyi bir süpriz bekliyor olabilir.
Düşmanın bize bir şeyleri karşılıksız hediye etmesi imkansızdır. Hatta Lübnan lehine atılacak herhangi bir geri adımın mutlaka bazı siyasi koşullara bağlı olacağı bilinmelidir. Burada bir gerçeğin daha üzerinde durmalıyız; eğer Lübnan müzakare sürecini sınırlarını belirlemek için başlattıysa Hizbullah’ın silahının ulusal siyasi karar ve Lübnan ordusu dışında varlığını sürdürmesine ne gerek var? Sonuçta sınırların belirlenmesi konusunda uzlaşıya varılması sınırların karşılıklı tanındığı ya da en azından güneyde soğuk barışın sağlandığı anlamına gelmiyor mu?
Bugün neredeyse tamamen güney sınırının çizilmesine odaklanılmış durumda. Elbette bu çok önemli ve öncelikli bir konu ama kuzey sınırının çizilmesi de aynı öneme sahiptir. Çünkü Suriye rejimi ile deneyimler hiç de cesaret verici değil. Nitekim önümüzde uzun bir süredir çözülemeyen ve Suriye’nin düşüncesizliği nedeniyle elden gidebilecek bir Şeba Çiftlikleri örneği vardır. Evet; Suriye-Lübnan sınırlarında boşluklar var ve sınır tam olarak belirlenmemiş değildir. Lübnan karasularında 1 ve 2 numaralı kıta sahalarını kapsayan özel bir boşluk bulunmaktadır. Verilere göre Suriye Lübnan’a ait münhasır ekonomik bölgenin 900 kilometrekareden fazlasına el koymuştur. Lübnan 18 yıl boyunca bu sınırları belirleme sorununu çözmeyi başaramadı. Bu konuda yapılan son ciddi girişimler, 2010-2011 yılları arasında gerçekleşen, Lübnan’ın bakanlık düzeyinde bir heyetle katıldığı ve sürekli bir takım engellemeler ile karşı karşıya kaldığı girişim ve Başbakan Hariri’nin talebi ile 2017 yılında Rusya’nın başlattığı ama hiçbir sonuca ulaşılamayan adımlardır.
Hükümette üst düzet yetkililerinden çoğu ve özellikle de etkin olanlar, Suriye rejimi ile ilişkileri övüp duruyor. Nitekim yakın zamanda Lübnan Savunma Bakanı’nın Almanya’da gerçekleşen bir konferansta Suriye’nin bakış açısını ve Suriye rejiminin çıkarlarını savunduğuna tanıklık ettik. Dolayısıyla Lübnan’ın münhasır ekonomik bölgesini gasp edenlerin elinden geri almak için bazı şeyleri düzeltmenin ve yoluna sokmanın zamanı gelmiştir.
Lübnan, güneydeki sınırını belirlemek için nasıl ABD’den önce de birçok ülkeden arabuluculuk talebinde bulunmuşsa kuzeyde işgal altındaki topraklarını geri almak için de hiçbir şeyin kendisini engellemesine izin vermemelidir. Bu konuda yaşanacak herhangi bir gecikme ya da çekimserlik, bundan sorumlu olan tarafın en hafif tabiriyle Lübnan’ın egemenliğini, bağımsızlığını, anayasasını ve Lübnanlıların haklarını inkar ettiği anlamına gelecektir. Bunun bedelleri ise ağır olacaktır.