Ekrem Bunni
Suriyeli yazar
TT

Lübnan’da Suriyeli mültecilerin sıkıntıları artıyor

Ateş, yıkılmış çadırdan geriye kalanları yakıp kül ederken Ahmet, kontrol noktasından uzaklaştı. Edinilen bilgilere göre yetkililer, güvenlik ve ekonomik sebeplerden ötürü çadırları kaldırmaya karar verdi. Ahmet, akan gözyaşlarını gizlemek için yüzünü yana çevirerek, küçük kızının ellerini sıkıca tutup hızlı adımlarla yürüdü.
Ahmet’i endişelendiren en acımasız soru da şuydu:
Şimdi nereye gidecek?
Eşi ve iki çocuğuna yeni bir sığınak nasıl bulacak? Ahmet, Suriyeli mültecilerin, ‘Lübnan cehennemi’ olarak isimlendirmeye başladığı gerçekten kurtulmak istiyor. O, kendi toprağına ve kendi köyüne dönmeyi arzuluyor. Fakat bugün seçim yapma hakkına sahip değil. Ahmet, Suriye rejiminin kontrol ettiği bölgelere geri dönmenin kendisini daha korkunç bir cehenneme ve ölüme teslim etmek olduğunu biliyor. Hama ve Halep kırsallarına ve İdlib’e gitmek de aynı şeydir. Zira bu şehirlerde yaşayan göçmenler, radikal İslamcıların dikte ettiği yaşamdan ve rejimin varil bombalarıyla yaptığı saldırılardan kaçıyor.
Savaşın azaldığı ve belirli cephelerle sınırlı kaldığı doğrudur. Ancak asla huzur ve güven yok. Uzlaşmacı kişilere ne yaptıklarına bir bakın. En nihayetinde onlar, kaçırılarak öldürülmüyor mu? Birileri, Suriye yönetiminde uzlaşma ve çözüm istemeyenlerin olduğunu söyleyebilir. Fakat Suriye yönetiminde kim uzlaşma ve çözüm istiyor ki? İşte Cenevre müzakerelerinde yıllardır bir sonuca ulaşılamadı. Daha fazla öldüren ve yıkan bir rejimin dikte ettiği siyasi bir çözüm karşılığında muhalefetin taviz vermediği hiçbir şey kalmadı.
Birçok barışçıl gösteriye katıldığımı ve kalabalıkla birlikte coşkulu bir şekilde ‘özgürlük’ sloganı attığımı itiraf etmeliyim. Fakat silah taşımaya şiddetli bir şekilde karşı çıktım. Ahlakım buna müsaade etmiyordu. Zira bir öğretmen olarak çocuklara başkalarını sevmeyi ve onlara eziyet etmemeyi nasıl öğretebilirdim. Olaylardan hızlıca uzaklaştım. Savaş şiddetlendiğinde Lübnan’a gittim. Köyüm, savaşan tarafların temas noktasındaydı. Lübnan’ı çok iyi biliyorum. Sivil toplum ve kalkınma çalıştaylarına katılmak için birçok kez Lübnan’ı ziyaret ettim. Lübnan’da beni hala hatırlayan ve bana yardım edebilecek dostlarım olduğundan emindim.
Bana Lübnanlıları sormayın. Onlar bizim gibidir. İçlerinde iyi de kötü de bulunmaktadır. Fakat bugün çok azı, bizim yanımızda yer alıyor ve sıkıntılarımızı paylaşıyor. Çoğu da insanların sorunlarıyla ilgilenen ya da Suriye vesayeti döneminde sıkıntı çeken aydın kesimindendir.
Beyrut’taki son protestoya katılanların sayısının ne kadar az olduğunu fark ettiniz mi? Mültecilere karşı düşmanlık, kin ve nefret duygularının artmasını kolaylaştıran ve epistat gen tarafından ayartılan bazı yetkililerin açıklamalarını çok az kişi kınadı. Evet, protesto edenlerin sayısı azdı. Ancak onların yaptıkları bu davranış, tüm Suriyelilerin saygısını hak ediyor. Çünkü onlar, iki halk olarak trajedilerimizin aynı olduğunu dile getirdi. Yine onlar, trajedilerimizin özünde kaderimizi ve imkanlarımızı kontrol eden egoist, bozuk, ırkçı ve popülist hâkimiyetin yer aldığını vurguladı.
Çünkü onlar, sığınmanın dezavantajlarına ve Suriyelilerin Lübnan gibi ekonomik sıkıntı çeken bir toplumda yol açtıkları külfetlere yoğunlaşmadı. Aksine onlar, üretimi iyileştirme, piyasaları canlandırma, Suriye parasını Lübnan bankalarına aktarma ve Lübnan hükümetinin mülteciler için elde ettiği yardımlarla ekonomiye yatırım yapma noktasında tüm bu dezavantajların olumlu tarafına baktı.
Birkaç gün önce dağıtılan bir broşürde Lübnan mallarının boykot edilmesi çağrısına karşı çıktım. Bunun doğru bir tutum olduğunu düşünmüyorum. Yanlışa yanlışla karşılık vermemeliyiz. Lübnanlı küçük dükkân sahipleri de bizim gibi bakmakla yükümlü oldukları ailelere ve çocuklara sahipler. Yaşam masraflarının artmasının ve hizmetlerin azalmasının sıkıntısını hep birlikte yaşıyoruz. İçinde bulunduğumuz durumla ilgili onların bir suçu yok. Bize düşmanlık edenler belli.
Düşmanlık eden kimseler, şehirleri kontrol altına almak ve gençleri öldürmek için silahlarını alıp Suriye’de ayaklanmanın olduğu yerlere gittiler. Hizbullah’ın Suriye’de yaptıklarıyla ilgili acı hikâyelere sahibim. Onlardan Suriye rejimini destekleyen, rejimle ilişkileri normalleştirmeye teşvik eden ve mültecilerin gitmesi için baskı yapan kimseler var. Bu kimseler, Birleşmiş Milletler’in (BM) mültecilerin gönüllü ve güvenli bir şekilde geri dönüş ilkelerini göz ardı ediyor. Yine onlardan ‘yeniden imar’ projesinden kâr sağlamak için salyası akanlar ya da mültecilere şantaj yapmanın yanı sıra mülteci meselesinde uluslararası toplumu ve Arap ülkelerini kışkırtma kaygısı güdenler var.
Sıkıntılarımızla oynamak suretiyle onlardan seçimlere ve politik mücadelelerine katılan demagoglar ve popülistler mevcut. Onlar, kendi toplumlarındaki krizlerin gerçek sebeplerini düzeltmekten kaçmaya çalışıyor. Onlar, Lübnan ırkçılığını kızıştırarak kendi imtiyazlarını ve yolsuzluklarını örtbas etmeye ve yoksul insanları Suriyeli mültecilere karşı kışkırtmaya çalışıyor. Onlar, kaos ve yolsuzluğun yanı sıra ekonomik, sosyal ve güvenlik alanındaki kötüleşmenin, hatta hava kirliliğinin ve çöp krizinin sorumluluğunu Suriyelilere yüklemeye çalışıyor.
Ahmet, küçük kızının elini yeniden sıkıca tutuyor ve kızının küçük başının sağa sola hareket etmesini engellemeye çalışıyor. Ahmet, saatine bakıyor ve zamanı kontrol ediyor. Eşi gecikti. Başına herhangi bir sıkıntının gelmemiş olmasını ümit ediyor. Eşi, komşu köyde varlıklı bir ailenin yanında hizmetçilik yapıyor. Suriyelilere akşam sokağa çıkma yasağının getirilmesinin ardından Ahmet, iyice endişelenmeye başladı.  Ahmet, sokağa çıkma yasağını ihlal ettiği gerekçesiyle birkaç gün önce darp edilen bir mülteciyi halen hatırlıyor. Yasağı ihlal eden mülteci, ertesi gün sabaha kadar yol ortasında bırakıldı. Söz konusu mülteciye yardım etme ya da evine götürme konusunda hiç kimseye izin verilmedi. Bu kin ve merhametsizliğin arkasında bizi teröre bulaştırıp gitmeye mecbur etmek dışında başka bir amaç var mı?
Ahmet, sesi boğazında düğümlenerek şunları söylüyor; “Bizi küçük düşürmek ve bize baskı yapmak için her taraftan peş peşe hain saldırılar yapılıyor. Neden yapılmasın? Zira tüm dünya bizi yüzüstü bıraktı. Belki şiddeti durdurma ve sivilleri koruma noktasında anlaşmalar yapıldı. Ancak en iğrenç öldürme ve işkencelere terk edildik. Kanunu kötüleyen bazı mültecilerin tutumları nedeniyle genelleme yapıldı. Lübnan topraklarındaki tüm İslami terör saldırılarından biz sorumlu tutulduk. Daha kötüsü de sıkıntılarımızın ve sorunlarımızın kaynağı olan Suriye rejimi, varlığımızı tanımayı reddediyor ve homojen toplumunda bize yer olmadığını hayâsızca dile getiriyor.”