Abdulaziz Hamad Uveyşik
Körfez İşbirliği Konseyi Siyasi İşler ve Müzakereler Yardımcı Genel Sekreteri
TT

Trump, İran’ın kışkırtmalarına neden karşılık vermedi?

Bugünlerde Washington’da olmak, yönünü ve şiddetini her gün değiştiren bir kasırgayı izlemeye benziyor. ABD İHA’sının düşürülmesinden önce, İran’ın Mayıs ayındaki petrol tankerlerine yönelik saldırıları ve Suudi Arabistan’a karşı Husi milisleri tarafından gerginliğin artırılması planı kapsamında ajanlarının, önce Suudi petrol boru hattına, sonra da Abha Havalimanı’na yönelik saldırıları ile gerçekleştirdiği kışkırtmalara ABD’nin cevap verip vermeyeceğine dair birçok kehanet vardı.
Geçtiğimiz Perşembe günü İHA’nın düşürülmesinin ardından pek çok kimse, Washington’un İran’a güçlü bir karşılık vereceğine emindi. Ancak nihayetinde bir karşılık verilmediği görüldü.
Neler oluyor?
ABD’li birkaç yetkili ile (önceden planlanmış) yaptığım toplantılar sırasında Washington’da İran’ın tacizlerine karşı ABD’nin cevabının nasıl olacağı ve geçtiğimiz yılın başında ilan edilen İran ile yüzleşme stratejinin uygulanmasına dair geniş bir tartışmanın yaşandığını anladım.
ABD yönetimi ile Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti liderleri arasında İran’ın nükleer silah edinmesinin engellenmesi ve bölgedeki müdahaleleri ile terör örgütlerine olan desteğinin sınırlandırılması gerektiği konusunda bir nevi görüş birliği söz konusu. İran’da devrim yapılarak, ABD karşıtı bir konum alındığından bu yana devam eden Amerikan politikası ile araştırma merkezleri ve askeri kurumlar tarafından desteklenen popüler eğilim de bu şekilde.
ABD’nin hedefi, İran’ı bölgede normal bir devlet olarak, sınırları içerisinde hareket etmeye ve bölgeye egemen olma arzularını sonlandırmaya yönlendirmek. ABD, bu hedefini ekonomik, askeri ve diplomatik baskı yoluyla gerçekleştirmeye çalışıyor ve İran’ı yalnızca nükleer programı değil Washington’ı endişelendiren tüm meseleleri müzakere etmeye davet ediyor.
1979 yılından beri birbiri ardı sıra gelen ABD yönetimleri boyunca bu ilke tutarlı iken, şu an Amerikan kurumları içerisinde bu yüzleşmenin araçları ve zaman çizelgesi konusunda bakış açıları farklılaşıyor.
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın liderliğindeki önemli bir kanat ile yönetim ve Kongre içerisinde yer alan birçok lider, İran’ın tüm saldırgan eylemlerine askeri bakımdan güçlü bir şekilde karşılık verilmesi gerektiğini düşünüyor. Zira teorik düzeyde kaldığı sürece ABD’nin askeri caydırıcılığı etkili olmayacakken hızlı ve güçlü bir yanıt alan Tahran, uluslararası denizciliği tehdit etmesinin veya bölge ülkelerine yönelik tekrarlayan saldırılarının bir fayda sağlamayacağına ikna olacak, dolayısıyla müzakereye meyledecektir.
Bu radikal eğilimin bir iç politika boyutu da var. Yetkililer belki bunu açıkça itiraf etmiyor ancak bu, ABD seçimlerinden bildik bir durum. Şöyle ki seçim kampanyası kızışmadan ve siyasi rakipleri onları İran’ın kışkırtmaları karşısında zayıflıkla suçlamadan önce iktidar partisinin, İran’ın bu kışkırtmalarını durdurarak, ABD’nin üstünlüğünü vurgulaması gerekiyor.
İran’ın ABD’nin düşmanları eline geçmeyen ve bilgi toplamada yüksek bir teknoloji barındıran en iyi insansız hava araçlarından biri olan (Boeing 747 boyutunda) dev bir İHA’yı düşürmesinden sonra bu eğilim, birkaç saatle sınırlı kaldı. Birçokları, ABD tarafından, en azından uçağın düşürülmesinden sorumlu olan Devrim Muhafızlarının planlarını değiştirecek güçlü bir darbe bekledi.
ABD Başkanı Trump, genelde bu radikal eğilime meyletse de nihayetinde onların görüşünü benimsemeyerek diğer eğilimi tercih etti. Meseleyi düşünüp tartmak gerektiğini düşünen bu diğer eğilim, şu anda ABD kurumlarında baskın gibi görünüyor.
Bu eğilimin İran’a düşmanlık konusunda aşağı kalır yanı yok. Bununla birlikte İran ile yüzleşmenin uzun vadede ele alınması gereken hayati bir mesele olduğu ve hazırlıkların, Devrim Muhafızlarının kasıtlı olarak içine çektiği hızlı çatışmalara başvurmaksızın sağlam bir şekilde tamamlanması gerektiği görüşünü benimsiyor.
Bu eğilim tarafından İran’ın ekonomik göstergelerine, ihracatının düşmesine, hükümet gelirlerine ve Devrim Muhafızlarının bölgedeki elemanlarını finanse etme işlemini sürdürme gücüne bakarak ABD’nin geçen sene benimsediği ‘olabildiğince baskı’ yaklaşımının başarılı olmaya başladığına işaret ediliyor. Ayrıca bu başarının, Devrim Muhafızlarını, denizcilik rotası ile Suudi Arabistan Krallığı’na yönelik saldırılarını artırmaya ittiği düşünülüyor.
ABD hükümetinin Nisan 2019’da Devrim Muhafızlarını terör örgütleri listesine dâhil etme kararı, Tahran’a vurulmuş önemli bir darbeydi. Güvenlik ve askerî planda olduğu gibi ekonomik anlamda da büyük bir yapı olan Devrim Muhafızları, bu adım karşısında ABD ile açık bir çatışmaya girerek Hürmüz Boğazı’nı kapatmak ve bölgeden petrol ihracatını durdurmak ile tehdit etti. Nitekim (yeni Devrim Muhafızları Komutanı) Hüseyin Selami’nin ABD’ye yönelik ‘net ve keskin bir mesaj olarak’ seyir halindeki uçağı düşürmekle övündüğüne şahit olduk. Başkan Trump’ın kasıtlı bir adım olmayabileceğini söyleyerek sakinleştirmeye çalıştığı bir zamanda bu hareketle, bunun kasıtlı olduğu ortaya çıktı.
İşin seçim boyutu, bu sefer tutumun belirleyicisi olmuş ve Trump’ı düşünüp taşınmaya sevk etmiş olabilir. Her askerî eylem, risklerle doludur. Birçokları Carter döneminde başarısız olan askerî eylemin, Carter’a seçimleri kaybettirerek nasıl ABD’li rehinlerin serbest bırakılması için ABD yönetiminin ardından İran ile müzakere eden Reagan’ın kazanmasına yol açtığını hatırlatıyor. Bugünlerde Başkan Trump yönetiminin bazı üyeleri de bu yolu tercih ediyor ve bu yüzden söz konusu kesim, Washington’un vereceği karşılığın seçimlere olumsuz etki etmesinden çekiniyor.
Uluslararası tutumda böylesi bir karışıklık yaşansa da, İran eğer Trump’ın bu sefer tereddüt etmesinin, siyasi şartlar olgunlaştığında intikamını almayacağı anlamına geldiğini zannederse hata etmiş olur.  En büyük yanılgı da İran’ın nükleer silah veya balistik füze programı edinerek ya da terör örgütleri ile mezhepçiliği destekleyerek bölgeye egemen olma teşebbüsüne karşı koyma konusunda ABD kurumları içerisinde bir ayrılık olduğunu düşünmektir. Zira davranışlarına çekidüzen vermesi için, geniş askerî saldırı haricinde tüm yolları kullanarak İran rejimine olabildiğince baskı uygulamaya devam edilmesi yönünde bir ABD görüş birliği mevcut.
Bölgede BM Sözleşmesi’ne ve uluslararası hukukun gereklerine göre yaşayan normal bir devlet haline gelmesi için İran’ı müzakere masasına yöneltmek ve davranışlarını değiştirmek için belirgin bir uluslararası uzlaşmanın da var olduğu söylenebilir.
Bu baskılar, İran’ın tutumlarında bir değişiklik veremezse ABD yönetimi, İran’ın kışkırtmalarına kararlı bir askeri karşılık vermek gerektiği yönünde vatandaşlarını ve müttefiklerini ikna etme imkânı elde edecektir.