Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Son arabulucu: Rusya!

Rusya bugün dünyanın 3 büyük gücünden 3’üncüsü: ABD, Çin, Rusya. Bu güçler siyasi, ekonomik ve askeri yönden aynı değiller ama sentezleri bu boyutlardan hangisinden olursa olsun etkin bir güce ve bu dünyada bir role sahiptir. Rusya büyük bir ekonomi değil.  Örneğin iyi bir uluslararası üne sahip bir Rus beyaz eşyası, bilgisayar ya da araba markası adı hiç duymamışsınızdır. Uzay endüstrisinde anılmaya değer başarılara sahip olsa da son zamanlarda 5-G teknolojisinden olduğu gibi ileri sivil teknolojilerde Batı ya da Çin’e güvenmektedir. Apple ya da Alibaba’ya denk ileri teknoloji şirketleri yoktur. En büyük Rus ihracatçıları petrol ve doğalgaz şirketleridir. Fakat Rusya’yı süper güç yapan şey ilk olarak yakın bir zamana kadar, yani Sovyetler Birliği iken süper bir güç olmasıdır. Bu noktada Rusya’nın kalıtımsak olarak bir süper güç olduğunu söyleyebiliriz. Yine Rusya,  süper bir güç olarak kabul görmesini sağlayacak şekilde davranmayı kendisine öğreten diplomatik ve siyasi geleneklere sahiptir. İkincisi; süper güç mirasının bir bölümü ile dünyayı birkaç kez yok etmeye yetecek nükleer askeri gücüne dayanmaktadır. Bu, Sovyetler Birliği’ni yıkılmaktan koruyamasa da mevcut uluslararası ilişkiler döngüsünde göz önünde bulundurulması gereken bir güçtür. Özellikle de – ki aynı zamanda üçüncüsü- Suriye, Ukrayna ve Gürcistan’da olduğu gibi bu gücün arkasında geleneksel askeri güç kullanma yeteneğinin durduğu göz önüne alınırsa Rusya artık güç dengelerini değiştirebilecek, NATO’nun Orta Asya, Doğu Avrupa ve Ortadoğu’daki genişlemesine karşı koyabilecek bir güç haline geldi. Dördüncüsü; Rusya’nın diplomatik gücü kullanmada usta, becerikli bir “güçlü adamı” vardır ki o da Vladimir Putin’dir. Son 20 yılda Rusya’yı sadece doksanlı yıllarda yaşadığı “Kara 10 yıl”dan kurtarmakla kalmayıp ona kaybetmiş olduğu eski süper gücünün büyük bir bölümünü de yeniden kazandırdı.
Putin büyük ölçüde ülkesini bir dönemden başka bir döneme taşıyan, güç ile zayıflık ve yükseklik ile değersizlik arasındaki farkı belirleyen ve tarihi değiştiren bir lider örneğidir. Ortadoğu’da Suriye sahasında Rus güçleri görüldüğünden bu yana tarih çok değişmiştir.
Suriye, bölgesel çatışmalardaki kolay sahnelerden biri değildi. Bunun nedeni sadece Suriye devletinin çökmüş olması, Suriye’de farklı etnik ve mezheplerin bulunması, terörist örgüt DEAŞ’ın “Hilafet” devletini kurmayı başarması değil, bütün bunların yanında Suriye’nin geniş bir yelpazede bölgesel ve küresel müdahalelere da tanık olmasıdır. Bu müdahalelerin başında ABD ve onunla birlikte NATO ülkeleri, İran adına vekâleten savaşan Lübnanlı Hizbullah örgütü, kurulabilecek her türlü Kürt devletini engellemek için Kuzey Suriye’de bir yer edinmek hatta belki de bir dereceye kadar Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra sona eren Osmanlı varlığını yeniden ihya etmek isteyen Türkiye gelmektedir.
Moskova askeri, siyasi ve diplomatik gücü ile Suriye devletine tekrar hayat vermeyi, Hilafet devletini yıkmayı, Astana sürecinde çözüm için Türkiye ve İran ile üçlü bir ilişki kurmayı, çatışmaları azaltmak için anlaşmalar yapmayı, çatışmaları durdurmayı, muhalif grupların varlığını ve katılımını değiştirmeyi başardı. Belki de her şeyden önemlisi bütün bunları Suriye semalarında askeri uçakların birbiri ile çarpışmasını engellemek için ABD ve İsrail ile koordinasyon içinde olarak ve İran ile İsrail arasında tarafsız bir askeri çatışma bölgesi inşa ederek başarmış olmasıdır. Bütün ölçütlere göre bunlar büyük başarılardır. Bu başarılar, Suriye Baharı’nın başlamasından bu yana yaşanan Suriye krizini henüz çözememiş olabilir  -İdlib’le ilgili çatışma halen devam ediyor- ama uzlaşı olmasa da en azından kendisini yatışma ve ateşkes yoluna sokabilmiştir. Bu da önemli bir askeri ve diplomatik güç ve yetenek olmadan gerçekleşemezdi.
Uluslararası ilişkilerdeki askeri ve diplomatik başarı, devletlere başka alanlarda kullanacakları sermaye ve birikimler kazandırır. Suriye krizinde de Rusya, Ortadoğu’da ilgili ve etkin bütün taraflar ile ilişkilerini yoğunlaştırdı. Halihazırda ise bu birikimini İran krizini çözmek için kullanıyor. Sadece geçen hafta içerisinde kimi zaman gizli kimi zaman da açıktan yürüttüğü diplomatik müdahaleler ile İran ve ABD arasında bir savaş çıkmasını engelledi. Bunu da ABD ve Başkanı Donald Trump’ın saygınlığına halel getirmeyecek bir tevazu ile yaptı.
ABD ve İsrail ile Kudüs’te gerçekleştirdiği toplantılar dizisi, Moskova’da Mısır ile düzenlediği toplantılar, İran ve Türkiye ile hiç kesilmeyen iletişim ve görüşmeleri sayesinde Rusya, mevcut gerilimin sıcak çatışma noktasına taşınmasını engelleme konusunda Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, İsviçre ve Irak’ın girişimlerinin başarısız olmasının ardından kendisine vazgeçilmez bir rol yarattı. Mevcut gerilimin yükselmesinin nedenlerinden biri de taraflardan her birinin belirlemiş olduğu son hedefin (end game) diğer taraf için imkansız olmasıdır. Nitekim ABD nükleer anlaşmada sıfır noktasına dönülmesini ve diğer hususların yanında baştan sona gözden geçirilmesini talep ediyor.
İran, eski anlaşmanın olduğu gibi kalmasını isterken Suudi Arabistan, BAE ve diğer Arap ülkeleri, Husileri ve İran’ın ajanlarını durduracak, Yemen’deki savaşı meşru hükümet lehine sona erdirecek bir çözüm istiyor.
Bu ikilemin çözümü, mevcut krizi ve tarafların taleplerini yeniden gözden geçirmek için nükleer anlaşmaya katılan (5+1) güçlerine bir kez daha müzakere çağrısında bulunmaktır. Bu durumda İran’ın sıfır noktasına dönmediğini, ABD’nin de İran’ı geri adım atmak ve yeni bir anlaşma arayışına girmek zorunda bıraktığını iddia etmesi mümkündür. Her halükarda katılımcı taraflar (ki bu süreçte Rusya, Çin, İngiltere, Almanya ve Fransa’ya da bir rol düşecektir) gözden geçirilebilecek tek bir konuyu ele alıp ilk anlaşmadan tamamen farklı olmak zorunda olmayan bir anlaşmaya varabilirler. Bunun gibi özel bir çözüme, ABD, Meksika ve Kanada arasındaki serbest ticaret bölgesi ile ilgili NAFTA Anlaşması konusunda ulaşılmıştı. Bu konuda ABD Başkanı Trump anlaşmanın iptal edilmesini önerisinde bulunmuş, Kanada ve Meksika ise sürdürülmesi konusunda ısrar etmişlerdi. Nitekim müzakereler ilk anlaşmaya neredeyse çok benzer (yüzde 95 oranında olduğu söyleniyor) bir anlaşma ile sonuçlansa da Trump söz konusu anlaşmanın ABD’nin çıkarlarını sağladığını iddia etmişti. Bütün taraflar kazançlı çıkmış ve Trump ilkinden daha iyi bir anlaşma imzaladığını iddia etme imkanına sahip olmuştu.
Rusya da bunu yaparak G-20 Zirvesi toplantılarından, Putin-Trump arasında kararlaştırılan görüşmeden, nükleer anlaşmayı yeniden gözden geçirecek ve bunu Suriye’deki çıkarları Rusya’nın çıkarları ile birbirine karışan İran’a pazarlamasını sağlayabilecek bir formüle ulaşmak için yararlanabilir mi?
Bilindiği gibi Rusya, İsrail ve İran arasında varılan ve tarafların etki ve koruma alanlarını belirleyen iki tarafın “hayati” çıkarlarını birbirinden ayıran, İran’ın 100 km geri çekilmesini sağlayarak çatışmaları engelleyen “anlaşmada” bir köprü vazifesi görmüştü. Rusya, ABD ve İsrail’in ulusal güvenlik danışmanları; John Bolton,  Nikolay Patruşev ve Meir Ben-Shabbat’ın da katıldığı Kudüs’teki üçlü toplantı sırasında Patruşev, İran’ın özel çıkarlarına ve terörle mücadelede İran’ın çıkarı olduğunu düşündükleri şeye saygı duyduklarını ve bunların dikkate alınması gerektiğini yineleyip durdu. Rusya’nın bunu yapmasının nedeni, son arabulucu olduğunu ve başarısız olması halinde silahların suskunluğunu daha fazla korumayacağını bilmesi ve krizi yatıştırmak istemesi olabilir.