Taceddin Kutay
TT

Suriyeli sorunu konuşulmuyor

Ahmet Özal 15 Temmuz sonrası katıldığı bir televizyon programında “Sadaka kişiyi beladan korur. Allah da Türkiye Cumhuriyeti’ni Suriyeli sığınmacılar başta olmak üzere mazlumlara yapılan yardımlar hürmetine korudu” demişti. Türk halkı Suriyeliler konusunda bütün sıkıntılara rağmen başarılı bir sınav verdi.
Buna mukabil gelinen noktada Suriyeliler konusu gri bölgesi yok olmaya yüz tutmuş, siyah ve beyaz iki pozisyon tarafından konuşulmakta. Bir taraf hiç bir başka izahat getirmeden “Suriyeli” diyerek bir düşmanlık ortaya koyarken, diğer taraf aynı hataya düşerek “Suriyeli” diyerek müdafaa ediyor. Suriyelileri sırf “Suriyeli” başlığı altında koruyup kollamamız gerektiğini teklif edenler, söz konusu başlığın toplumda her geçen gün daha da artan bir rahatsızlığa tekabül ettiğini görmüyor; görse de bizlerin görmemesini talep ediyor.
Taksim’de yılbaşı kutlayan Suriyeli bir grubu eleştirmiş ve sormuştum “Beşar mı devrildi? Yerle bir olan Halep tekrardan mamur mu edildi? Ülkeniz yabancı devletlerin satranç tahtası olmaktan azat mı oldu? Ekserinizin içinde bulunduğu sefalete bir çözüm mü bulundu? Neyi kutluyorsunuz?” Hiç bir mantıklı cevabı olmayan bu soruyu sorduğum için beni Suriyeli düşmanı ilan eden bir kitlenin tepkisiyle karşılaşmıştım. İstiyorlardı ki Suriyeli, sırf Suriyeli olduğu için la yüs’el olsun, bu taraz garaib hiç tenkid edilmesin.
Suriyeliler konusunda rahatsızlığını dile getiren herkesi bir şekilde ırkçılıkla yaftalamak doğru bir tutum değil. İsrail eleştirisi getiren herkesin Batı’da antisemitist olarak yaftalanması benzeri bir tutum bu. Bu arızalı tutum, Suriyelilere sırf Suriyeli oldukları için düşmanlık etmemizi öneren arızalı tutum ile aynı kaynaktan çıkıyor. İkisi de bir küme olarak Suriyeli öneriyor ve bunu iyi yahut kötü olarak kabul ederek bir pozisyon almamızı öneriyor. Meselenin bu şekilde siyah ve beyaz iki alana sıkıştırılması, Suriyeliler sorununu konuşulmaz kılıyor.
Diğer tarafta da benzer bir paradoks karşımıza çıkıyor. 31 Mart ve 23 Haziran seçim süreçlerinde sürekli güler yüzlü, insani, şefkatli, merhametli vb olmak üzerine kurulan bir söylem ve bu söylemi besleyen çevrelerin sayfayı çevirince Suriyelilere bodoslama saldırdıklarını görüyoruz. Hasıl-ı kelam Suriyeliler meselesi konuşulmuyor; yalnızca üzerinden çeşitli kavgalar yürütülüyor, hesaplar görülüyor. Bu sorunun konuşulmasını ve toplumda oluşan reaksiyonlara tatmin edici cevaplar bulmayı sağlayacak yegane imkan Suriyeliler konusunu konuşabileceğimiz gri alanları oluşturmaktır. Meselenin sadece AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir pozisyon almak olduğunu, siyah ve beyaz alanlara bu sebeple mahkum olduğumuzu iddia eden arkadaşlara ise katılmam mümkün değil. Zira bu indirgemeci bakış açısı, Suriyeli konusunun Erdoğan seçmeni arasında da bir sorun haline geldiğini ve bu yarılmanın her geçen gün giderek derinleştiğini görmemize mani oluyor.
Asıl cesaret sorun esnasında mütehammil konuşmak ve hakkını teslim etmek
Özellikle büyük buhran dönemlerinde bir topluluğun tespit edilerek günah keçisi ilan edilmesi bize mahsus bir keyfiyet değil. 1349 yılında Nürnberg’teki Yahudiler İmparator IV. Karl’ın emri ile yakılmışlardı. Oysa İmparator kendisine önemli miktarda ekonomik akar sağlayan bu insanlara “Benim Yahudilerime dokunmayın” sözü ile sahip çıkardı. Oluşan baskılara direnemedi ve bir gün içinde bu insanlar şehir surlarının dışında yakıldı. Hadiseler İmparatorluğun çeşitli bölgelerine de yayıldı ve Speyer, Basel, Freiburg, Strassburg gibi şehirlerde binlerce Yahudi canlarından oldu.
Yahudiler, Avrupa’da yayılan ve binlerce insanın canını alan veba illetinden sorumlu tutulmaktaydı. Yahudiler kutsal ekmeğe hakaret etmiş (Bu uydurma fiile “Hostienfrevel” adı verildi ve daha sonra Engisizsyonda da bu suç bahane edilerek pek çok insan ölüme mahkum edildi), Kutsal Bakire resimlerine küfürler etmişti. Bu sebeple tanrı insanoğlunu veba illeti ile cezalandırmıştı. İnsanlar bu iddialara gerçekten inandılar ve IV. Karl üzerinde büyük bir baskı kurdular. Yahudiler ölmeliydi. Neticede pek çoğu öldü. Bu örnek gibi yüzlercesi sayılabilir.
Özellikle Avrupa tarihi bu ve benzeri yüzlerce hadiseye şahitlik etmiştir. Dolayısıyla örnekleme yapabileceğimiz, ders çıkartabileceğimiz yüzlerce hadise karşımızda duruyor. Böyle bir temayül insan doğasında var ve engelleyemiyorsunuz. Bu tarz sosyal patlamalara mani olmanın yolu üzerinde konuşulabilecek gri alanları ortaya koymaktan geçiyor. Bu ise mutlak taraftarlık yahut karşıtlık refleksini terketmiş konuşmaya hazır bir kitleyi ortaya koyabilme kabiliyetine bağlı. Türkiye bu potansiyele sahip. Bu potansiyeli kullanmak yerine, konforlu bir tercih yaparak iki kümeden birine taraf olmayı tercih eden entellektüellerimiz ise hiç doğru bir şey yapmıyorlar. Neleri neleri konuştuk, nelerle hesaplaştık, hangi gerçeklerle yüzleştik. Bununla da yüzleşebiliriz. Hadisenin üzerinden otuz sene geçtikten sonra belgesel çekimlerinde itiraflarda bulunmak maharet değil. Asıl cesaret sorun esnasında mütehammil bir şekilde konuşmak ve karşının hakkını teslim etmek. Bunu yapabiliriz ve yapmalıyız.
Gri bölge ancak evrensel normlar ile ortaya konabilirAllah’ın varlığına ikna olmamış bir kimse Tebrizli bir âlime sual eder. Âlim delil olarak “Kul huvallahu ehad” der. Suali soran adam yalvaran gözlerle bakar ve “Men özün bilmirem sen sözün söylersin” diye itiraz eder. Nasıl bu ayeti delil kabul etmiyorsun tartışması yapmanın bir alemi yoktur. Adam Allah’a inanmak istiyor ama inanamıyor. Bu adama ayetten delil getirilir mi? İnanmadığı taktirde bununla itham edilerek suçlanabilir mi? Elbette hayır.
Suriyeliler konusunda bir müşterek saha tespiti bulma ihtiyacımız bu darb-ı meseldekine benzer bir keşmekeşten kaynaklanıyor. Öyle bir tasavvuru olmayan, o şekilde bir değerler sistemine inanmayan insanlara ümmet birliği, ensar ruhundan bahsetmenin ve bu kimseleri bu şekilde ikna etmeye çalışmanın bir alemi yok. Söz konusu argümanlar ben ve ben gibi bu değerler sistemi ile kendisini münkayid hisseden geniş bir kitle açısından bir anlam ifade ediyor. Buna mukabil toplumun çeşitli kesimlerinde duyulan rahatsızlık bu ve benzeri argümanlar ile aşılamıyor. Bu tutum aynı Türk Solu’nun insanları ikna etmek için sol argümanlar ile hadiseye yaklaşmasına benziyor. Olmaz.
Gelenek ve göreneklerimizi sahaya sürerek de gri bir alan meydana getirebileceğimizi iddia etmek mümkün değil. Zira özellikle büyük şehirlerde yaşayan genç kuşak açısından örf, adet, töre gibi kavramların hiç bir bağlayıcılığı yok. Neticede sahaya din ve kültürü sürünce, ister istemez bu insanları din ve kültürle kavga eder hale getiriyoruz. Oysa hemen hepimizin kabul edebileceği evrensel normlar var ve bu normlar üzerinde bir saha tesis etmemiz şart. Bunu yaparken sol gelenekten faydalanmamız da zaruri ve oldukça mümkün. Zira sol, teorisi itibariyle “Suriyeli” başlığındaki bir ötekileştirmeyi kabul etmeyecek bir ideolojidir. Bu bakımdan solun zengin müktesebatından da faydalanarak bir tartışma zeminini ortaya koymayı başarmalıyız.
Buna mukabil gerçekçi olmakta fayda var. Suriyeliler meselesini büyük bir toplumsal mutabak ile çözmek mümkün değil. Zira siyasal skalanın her parçası bu meselede yapıcı olmak niyetini taşımıyor. İYİ Parti içinde son derece etkili bir akım Suriyeliler meselesini bir siyasal sermaye haline getirmiş durumda. Buna mukabil HDP ve paydaşları açısından Suriyeliler meselesi, PKK’nın Amerikan himayesinde Suriye’de sürdürdüğü demografik terörün bir parçası olarak ele alınıyor.
Söz konusu iki siyasal hareketin de siyah kümeyi beslemekten geri durmayacakları muhakkak. Ancak kendilerine angaje kitle içinde insani normları kabul edecek ve bu normlar üzerinden ikna olarak çözüme katkı sağlayacak büyük bir kitle var. Bu kitleyi de konuşulabilir gri bir alana ikna etmeliyiz. Bu teklifi son derece realist buluyorum. Elbette idealizm ile suçlayacaklar da çıkabilir. Ancak muhakkak olan bir şey var, o da konuşmanın tartışmaktan hayırlı bir iş olduğu.
Konuşmak dileğiyle..