Türki Dahil
Gazeteci yazar
TT

Benim dışımdaki insanları o kadar iyi tanıdım ki

Yakın komşu, eski dost, üstadımız Semir Ataullah...
Ortak ilgi alanlarımızla ilgili bir Köşe yazısını okumadığımız gün gündüzümüz aydınlanmıyor, Allah kendisine sağlık sıhhat ve afiyet versin…
Edebiyatı, zarafeti, şiiri ve şair sevgisini onda müşahede ediyoruz. Geçen haftaki makalesinde Ebu’t-Tayyib Ahmed b. el-Hüseyn b. el-Hasen b. Abdissamed el-Cu‘fî el-Kindî el-Mütenebbî'den (ö. 354/965) bahsederken benden de bahis açmış.
Ubeykan yayınevinde Büyük Arap şairi el-Mütenebbî ile yazısından dolayı herkesin gözü önünde özür dilemesine çok güldüm. Orada bulunup bu olaya şahitlik etmeyi ne kadar isterdim.
El-Mütenebbî’yi ne kadar çok sevdiğini-beş bin defa söylemese de ve onun hakkındaki bazı tenkitlerinden dolayı pişmanlık duymuş olsa da” çok iyi bildiğim üstadımın “Muciz Ahmed” isimli eserden az da olsa bahsetmesini isterdim. Mütenebbî’nin şiirlerinden habersiz kalmış, kendini onun şiirlerini anlamaya vermemiş birisine “Muciz Ahmed” isimli eseri hediye etmek yeterli olacaktır.
Anlam zenginliği tükenmeyen dizelerin arasına dalması ancak bu şekilde gerçekleşmiş olur.
Semir Ataullah’ın Mütenebbî’ye saldırdığı suçlamasına maruz kalmasını çok iyi anlıyorum. Büyük insanlar, etrafındaki insanlarla aynı düşüncelere sahip olmak zorunda değildir. Kritik tarihi olayları diğerlerinden ayıran yön de zaten budur. Herkesin ittifak ettiği konularda dahi bazı kusurlar olabilir. Anı kurtarmak için göstermelik nezaket gösteren de çıkabilir. Ancak Ebu Nasrî (Semir Ataullah) şiirde kınamaları dikkate alan birisi değildir.
El-Mütenebbî’ye duyulan sevgi hiç şüphesiz diğer şairlere duyulan sevgiden daha farklıdır. Bu sevgiyi geride bıraktığı eserlerle ölümsüzleştirmiştir. Onun büyüklüğünü ikrar etmekten başka çare yoktur. Her geçen gün bu sevgi artıyor. Şu satırlara bir bakın:
 Gerçek kahramanlık dünyada bir eser bırakmakla olur
 İnsanlar on parmakları ile kulaklarını tıkasalar dahi
 Bu eserin meydan getirdiği yüksek ses ve sedayı duymazlık edemezler.
Bana göre, senin gibi kimseler bu adama olan sevgisini gizliyor, kıskanç kimselerin şerrinden korkuyor, el-Mütenebbî’ye olan sevgin içten gelen bir sevgidir, belki de Hanbelî kimselerin önünde ve Riyad şehrinin ortasında bu sevgini dillendirmeyi reddediyorsun. Hani Antakya kadısının Ebu Abdullah Muhammed el Hâsibî’yi övdüğü “Nun” kafiyeli bir kaside var ya sanki senin durumunu resmediyor:
Merak edip duracaklar, ancak onlara kendimle ilgili bilgi vermeyeceğim
Onların sû-i zan okları hedefini tutturamayacak
Kimseyi yüceltme ve yerme niyetinde değilim, Ebu Nasrî çapında kimselerin buna ihtiyacı da yok zaten, ancak maruz kaldığı tenkit ve suçlamalardan dolayı bir duygudaşlık sergilemek istiyorum. El-Mütenebbî’yi karalama teşebbüslerinin tamamı başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ona atılan Sû-i zan okları hedefini tutturamamıştır.
Hatta onu tenkit edenler dahi gizliden gizliye ona sevgi duymaktan geri durmamışlardır. Her kim ona sevgi duymada cimrilik ederse iki kapak arasında derlenmiş olan Divan’ı karşısına çıkacaktır. Bu geniş yola çıkmış olan hiç kimse el-Mütenebbî’yi görmezden gelememiştir. Üstadımız Semir Ataallah Beyrut'tan Paris'e oradan Riyad ve Montreal'e kadar her yere seyahat etmiş, tecrübeli ve insan sarrafı bir kimsedir, dolaysıyla bu konuları ondan iyi bileni yoktur.
Semir Ataullah yazdığı makalede benim siyasetten kaçıp edebiyata sığındığımı da yazmış. Birkaç makalemde bu türden konulara değindiğim için sanki beni biraz iğnelemiş gibi. Kendisi kitap kurdudur, Yakub el-Hamevî’nin "Mu'cemu'l-Udeba" adlı kitabında naklettiklerini okumadı mı acaba, bir Arap deyişini şöyle nakleder: “Yönetici olmak isteyen şu dört hasleti edinmelidir: ilim, edebiyat, iffet, dürüstlük.”
Ataullah bu dördüne de sahiptir. Aynı sayfada şöyle bir cümle de nakledilir: “Edebiyatla çokça ilgilenenin şerefi, kendisi güçsüz olsa dahi yüce olur, kendisi avare olsa dahi sesi uzaklara ulaşır, kimsesiz bir kişi olsa dahi tanınan biri haline gelir, hor görülen bir kimse olsa dahi ihtiyaç duyulan biri olur” Üstadımızın her iki güzel makalesinde edebiyat ile ilgili yazı yazmayı çoğaltmam dışındaki nitelemelerin bana pek uymadığını kendisi de görecektir. Ben sadece deneme mahiyetinde birkaç yazı yazdım o kadar. Bunu da el-Müberred’in el-Kâmil isimli eserinde naklettiği şu cümleleri hayatıma tatbik etme bağlamında yaptım: “Edebiyatla muhakkak ilgilenin, yolculukta yol arkadaşınız olur, yalnız kaldığınız anlarda dostunuz olur, törenlere güzellik katar, kişiyi ihtiyaç duyulan bir kimse haline getirir.” Benim edebiyatla ilgilenmem eksiklik değil bir meziyettir.
Ben yine de ölünceye dek arkadaşımızın iğnelemelerinden dolayı şikâyetçi olmayacağım. Hatta seni tenkit etmek için çeşitli gerekçeler öne sürenler hakkında da insaflı olmaya gayret edeceğim. el-Mütenebbi’yi anlamaktan uzaklaştıkları zaten belli. Hatırlatmak isterim ki bu şairden bir başkası şu dikkat çekici tabloları ortaya koyamaz.
Sevdiğimden ayrılmanın hüznü kalbimi parçaladı
Benim Sana olan ihtiyacım benimle uykum arasındaki bağdan daha kuvvetlidir
Ruhum ise bu zayıf ve narin bedenimde gelgitler yaşıyor
Giymiş olduğum elbise olmasa bedenim olduğu dahi anlaşılmayacak
Hatta rüzgâr elbisemi savursa dahi zayıf ve inceliğinden dolayı görünmeyecek
Bir zamanlar Beyrut'taydım, o zaman bazı arkadaşlardan duymuştum, Semir Ataullah el-Mütenebbî hakkında şunları şunları söylüyor diye… Sözlerini dikkate almadım. Ama o gün Beyrut'ta aradığım bir kitabı sana vermek niyetindeyim.  
İlginç olan şey, bu niyet bir türlü gerçekleşemedi, zira kitabın sadece bir nüshasını bulabilmiştim. Artık seni seven kardeşinin ofisinde bulunuyor.
İkinci baskısı yapılan ve Abdulmecid Diyab’ın tahkik ettiği “Muciz Ahmed” dört ciltten meydana geliyor. Mısır Kültür Sarayları Genel Kurumu tarafından basıldı.
Benim şu anki niyetim, el-Mütenebbî hayranları arasında yayılan "muciz"in orijinal versiyonunun kaybolduğuna dair söylentiyi bir kenara bırakmak. Rabbim nasip eder de bir araya gelirsek bu yeni nüshayı size vereceğim. Dedikoducu kimselerin üstadımız hakkında söylediklere şeylere inanmıyorum. Zira ben onu iyi tanıyorum, tanımanın da ötesinde seviyorum.
Bakın şairimiz ne demiş:
Benim dışımdaki insanları o kadar iyi tanıdım ki kimin aldattığını hemen anlıyorum
Savaş meydanında korkak olanlar iş konuşmaya gelince cesaretli oluverirler
Cesaretli görüneni denemek yeterlidir
Sözde mi yoksa gerçekten mi cesur olduğu ortaya çıkıverir
Necid halkının genel olarak Arap halkına olan kıskançlığı bilinir, Ataullah’ın Ubeykan yayınevinde başına gelenler bundan kaynaklı olsa gerek, aslında bu durum iyinin habercisi ve her edebiyat ve dil sevdalısını sevindirecek bir durum.
Üstadım, duyduğun pişmanlıktan dolayı sevinmiş olsam da Shakespeare'in hayranları tarafından saldırıya maruz kalacağını söyleyebilirim.
Her neyse, sözümü Hz. Ali ile İbn Abbas arasında geçen bir diyalogla bitirmek isterim: Hz. Ali şu ayeti okur, “Cehennem bekçisine şöyle nida ederler: "Malik! Ne olur, tükendik artık! Rabbin canımızı alsın, bitirsin işimizi!" (Zuhruf,43/77)
İbn Abbas ayette geçen nida harfindeki uzatmanın kısaltılmasına karşı çıkar. Hz Ali de bu terhim’dir (Hafiflik için münadanın ahirini hazfetmektir) der.
‘Cehennem halkını böyle bir kısaltmaya sevk edecek hangi meşguliyet var ki?’ Der İbn Abbas.
Hz. Ali de ‘doğru söyledin’ der.
Bu hikâye her ne kadar sahabenin dil bilgisine verdiği önemi yansıtıyor olsa da benim amacım şiirin edebiyatın önemine vurgu yapmak, Mütenebbi’nin eşsiz konumunu ortaya koymaktır.
Mütenebî’nin şiirleri bir 4 bin 900 yıl daha tartışılacak gibi gözüküyor!