Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Hiç kimse savaş istemiyor ama herkes ondan bahsediyor

New York Times gazetesi 2 ay önce Pentagon’un Başkan Donald Trump’a, İran’a saldırması değil de İran’ın ABD güçlerine saldırması ya da nükleer gücünü artırmaya çalışması ile krizin tırmanması halinde bölgeye 120 bin askere ulaşabilecek bir güç göndermeyi hedefleyen bir plan sunduğu haberine yer verdi.
Pentagon daha çok savaş uçakları ve füze gücüne dayalı bir operasyon düzenlemeyi düşünüyor. Ancak krizin 2 ana tarafı yanında bölge ülkeleri, Avrupa, Rusya ve Çin savaş istemiyor.
İran’ın bölgesel çıkarlarını korumak için yürüttüğü askeri stratejisi caydırıcılığa ve gerekirse Körfez’e ulaşmasını engelleyerek ABD müdahalesine karşı koymaya dayanıyor. İran’ın stratejik planlamasının yetersizliği ABD’nin askeri gücüyle kıyaslandığında kabul ediliyor. Askeri Harcamalar Veri Tabanı’na göre İran, 2018 yılında savunmasına 13 milyar dolar harcarken ABD 649 milyar dolar harcamış. Görüldüğü gibi aralarındaki fark çok büyük...
Görüşüne başvurduğum askeri bir uzman, dikkate alınması gereken başka etkenlere de dikkatimi çekti. Bunlardan ilki, ABD’nin Körfez’de, özellikle de Bahreyn ve Katar’da askeri üslerinin bulunduğu. ABD’nin bölgede Beşinci Filosu ve Katar’daki dev El Udeyd Hava Üssü’nde 10 bin askeri var. Bu üs ayrıca Ortadoğu’dan sorumlu ABD Merkez Komutanlığı’nın da merkezidir. Bunlar İran’ın da bazı avantajlara sahip olmadığı anlamına gelmiyor. İran geniş, zor coğrafi özelliklere ve 80 milyona ulaşan nüfusa sahip bir ülke. Bu da İran’a yönelik herhangi bir kara operasyonunun çok zor, karmaşık ve maliyetli olacağı anlamına geliyor. İran’ın coğrafi konumu kendisine Hürmüz Boğazı aracılığıyla ticari ve askeri deniz trafiğini kolayca yasaklama ya da engelleme fırsatı veriyor. Bunu da mayınlar, insansız hava araçları, roketler ya da küçük denizaltıları ile düşük bir maliyete gerçekleştirebilir.
Pentagon yetkilileri yeni gerilim ile İran ile geçmişte yaşanan sınırlı çatışmaya, yani 1980’li yılların sonunda yaşanan tanker savaşlarına dikkat çekiyor. Görüştüğüm askeri uzman, mevcut durumu ve buna eşlik eden tehlikeleri anlamak için tarihi bir ölçü olarak bugünkü durum ile 1987 yılının temmuz ayından 1988 yılının temmuz ayına kadar devam eden ABD-İran tanker savaşları arasında yüzeysel benzerlikler olduğunu belirttiği açıklamasında şunları söyledi:
“Bugün olduğu gibi İran, petrolünü ihraç edemediği için düşmanlarının çıkarlarını hedef alarak onların maliyetlerini yükseltmeye çalışmıştı. O gün de Washington, Arap müttefiklerini desteklemek, Körfez’de ve yakın sularda petrol tankerlerini ve diğer gemileri İran’ın askeri gemilerinin ve hücumbotlarının saldırılarına, mayın ve füzelerine karşı korumak için bölgeye ek deniz gücü göndermişti. İran deniz birlikleri, askeri olarak kendisinden üstün olan ABD güçleri ile doğrudan çatışmaya girmekten kaçınmıştı. Başlangıçta ABD’nin koruduğu gemilere karşı yaptığını kabul etmediği saldırılar düzenleme politikası uygulamıştı. ABD’nin cezalandırma amaçlı saldırıları 1988 yılının ilk aylarına kadar İranlılara karşı caydırıcı olamamıştı. Bugün de İran’ın kararlılığı, karşı karşıya olduğu risklerin ABD'nin karşılaştığı risklerden çok daha yüksek olduğunu kanıtlamaktadır.
Askeri uzman, söz konusu dönemde yaşanan tanker savaşının sonucunu da hatırlamamız gerektiğini belirtiyor. ABD fırkateyni USS Samuel B. Roberts'ın 1988 yılının nisan ayı ortalarında bir İran mayınına çarptığı için batma tehlikesi geçirmesi üzerine ABD donanması büyük bir operasyon düzenleyerek Devrim Muhafızları’na ait birçok hücum botu ve İran deniz güçlerine bağlı savaş gemisini batırmıştı. Devrim Muhafızları bu operasyondan sonra daha dikkatli olsa da ticaret gemilerine yönelik saldırılarını durdurmamıştı. 2 buçuk ay sonra, 3 Temmuz’da Devrim Muhafızları’na ait hücumbotları ile girilen çatışma sırasında USS Carl Vinson uçak gemisi, İran Air 655 yolcu uçağını savaş uçağı zannederek yanlışlıkla düşürdü. Uçakta bulunan yolcular ile mürettebatın tamamı, yani 290 kişi öldü. Tahran2 hafta sonra İran-Irak savaşında ateşkesi kabul etti ve gemilere yönelik saldırıları sona erdi.
Askeri uzman, tanker savaşının ABD’nin hava ve deniz saldırıları nedeniyle sona ermediğini de vurguladı. Bunun nedeni, gemilere saldırmayı sürdüren Tahran’ın aynı zamanda Irak’ın saldırılarına da maruz kalmasıydı. Irak’ın topraklarına gönderdiği 140 balistik füze milyonlarca vatandaşının şehirlerden kaçmasına neden olmuştu. İran kara kuvvetleri, nisan ayından temmuz ayına kadar Körfez ülkeleri yanında Sovyetler Birliği ve Batı’nın da kendisine silah ve askeri yardım yaptığı Irak’ın askeri saldırıları karşısında dağılmıştı. Kayıpların artması, ekonominin ve İranlıların morallerinin çökmesi üzerine Humeyni zehri yudumlamak ve ateşkesi kabul etmek zorunda kalmıştı.
Bugünkü durum ile 1980’li yıllardaki durum arasındaki farklılar açık ve nettir. İran, neredeyse küreselleşmek üzere olan ABD yaptırımlarına maruz kalıyor olsa da güçlü bir bölgesel güç ile savaşta değil. Kara sınırları büyük bir düşman güç tarafından tehdit edilmiyor. Ordusu sağlam ve savaş gücü deneyimlenmemiş. Füzelere ve uzun menzilli hava savunma sistemlerine, bölgenin her yerinde konuşlanmış ve ABD’nin müttefiklerinin çıkarlarına saldırmaları için eğitilmiş “vekillere” sahip.
İran rejimi buna ek olarak ABD yaptırımlarının kendisine yönelik varoluşsal bir tehdit oluşturmasından da korkuyor. Bu nedenle geçen yıl boyunca uzlaşma çağrısında bulunan sesleri susturmaya çalıştı. Bu bağlamda İran halkı da teokratik yöneticilerinden nefret etse de kendisine zarar verebilecek bir dış güçten de rahatsız.
Ancak İran rejimi, savaş çıkana kadar provokasyonlarını sürdürmekte ısrar ederse çok şey kaybedecek. Çünkü kendisinin 2006 yılında Hizbullah’ın İsrail’e karşı yaptığı gibi savaşa devam etmesine ve direnmesine yardımcı olacak büyük bir sponsoru yok. Yine o dönemde de taraflar savaş istemiyordu. Hizbullah, İsrail hapishanelerindeki üyeleri ile takas için 12 Temmuz’da bir İsrail askeri devriye gücüne saldırarak birkaç İsrailliyi esir aldığında Tel Aviv’in bu kadar sert bir karşılık vermesini beklemiyordu. Nitekim Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah daha sonra “Bilseydim!” dedi. Bugün de ABD’nin hava saldırıları açık bir cezalandırma ve rejime yönelik büyük bir baskı oluşturacaktır. Ama koşulların bu tür bir operasyona uygun olup olmadığı belirsizdir.
İran savaşın fitilini ateşleyecek provokasyonlarını sürdürürse bu savaşta yerel savunma sanayisine güvenmek zorunda kalacak. Ama yerel olarak üretilen ekipmanların kalitesi her zaman sorgulanmaya açık olmuştur. İran’ın ayrıca ABD donanmasına meydan okumasına yetecek büyük askeri gemileri yoktur. Genel olarak hava savunması da kötü bir durumdadır. Her şeyden önemlisi İran’ın stratejisi temel olarak caydırıcılığı amaçlamaktadır. Yani herhangi bir ABD müdahalesinin maliyetini yükseltmek ve onu herhangi bir saldırıda bulunmaktan caydırmak... Ancak Başkan Trump, yıllar sonra İran’ın en önemli caydırı aracını, yani nükleer silaha sahip olmasını engelliyor.
Daha da önemli olan İran’ın stratejisinin her şeyden önce psikolojik olduğudur. Washington’daki karar alıcıları kendisine yönelik herhangi bir askeri operasyonun çok maliyetli olacağı konusunda ikna etmeyi amaçlamaktadır. Ancak İran savaşmakta ısrar ederse bütün büyük zorluklara rağmen savaşın kazananı ABD olacaktır. ABD, modern tarihin Afganistan’da ve Irak’ta açıkça gösterdiği gibi tahmin edilmesi ve yönetilmesi zor olan savaş sonrası senaryo ile ilgilenmemektedir. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed kazandığını söylüyor ama bugün ortada gerçekten de bir Suriye var mı? İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif şu sözü tekrarlayıp duruyor: Eğer savaş başlarsa hiç kimse nasıl sona ereceğini bilemez.
Bunu hepimiz biliyoruz ama İran da bilmelidir. Çünkü savaştan sonra ya “zehri yudumlamak” ya da “bilseydim” demek zorunda kalacak.