Cemil Matar
Mısırlı düşünür ve yazar
TT

Süslenen imparatorluklar

Daha az gürültülü bir dönemin ardından bizlere, geçmiş yıllarda büyük güçlerin çıkardığını hatırlatan bir gürültüyü tekrar duymaya başladık. Benim kuşağımdan birçok kişi kuşkusuz o dönemde Sovyetler Birliği ile ABD arasında dönen çatışmanın yankılarını hatırlıyordur. Biz üçüncü dünya ülkeleri, bu büyük çatışmanın yankılarının ya acısını çeken ya da ondan yararlanan veya mağduruyduk. Herhalükarda hepimiz bu çatışmanın bir tarafı olmadığımızı anlıyorduk. İki büyük süper güç, birçok davranışları ile beyaz ırkın mesajını beyaz olmayan diğer ırklara taşıyanlar olduklarını iddia ediyorlardı. Her ne kadar bu 2 güç; kuzey ülkelerinin çoğunun kendilerine herhangi bir medeniyetin ulaşmadığını iddia ettikleri diğer ırklara beyaz ırkın değerlerini taşıma gerekçesi ile güney ülkelerini işgal etmekte yarıştığı  geçmiş yüzyıllarda, atalarının yaptıklarının aksine bu saçma inanca bağlı olduklarını açıkça deklare etmemiş olsalar da böyle düşündüklerini biliyorduk.
Benim kuşağım, imparatorluklar döneminin sona erdiğine inanılan bir dönemde yaşamıştı. Elbette bu da zihinsel ve ahlaki oluşumumuza sızan diğer inançlar gibi boş bir inançtı. Hatırlıyorum da tarih hocamız ABD’yi büyük imparatorluklar listesine dahil etmeyi reddettiği için kendisine ne kadar da kızmıştım.
Oysa bu, orada Fransa, İngiltere ve ABD’de yayınlanmış olan belki de günümüzde hala okutulan ders kitaplarımızda geçiyordu. Müfredatlar her zaman bizlere,  ABD’nin, insanlığı Avrupa imparatorluklarının kötülüklerinden, baskıcı değerlerinden ve despotça doğasından koruma ve ona karşı çıkma amacında olduğunu vurgulamaya çalışmıştı. Buna göre ünlü anayasası ve Büyük Britanya İmparatorluğu’na karşı başlattığı daha da ünlü devrimi ile ABD, diğer Batılı imparatorlukların müjdelediği değerler sisteminin özüne karşı çıkan bir değerler sistemi ve medeni bir mesaj taşıyordu. Akademik ve siyasi yolculuğumuzun erken dönemlerinde siyaset bilimi kitaplarının bize öğrettikleri bunlardı.
Ancak bizler, ABD’yi anlamamızı zorlaştıran 2 sorun ile birlikte büyüdük. ABD’nin bugün bildiğimiz şeklini alana kadar batı ve güneye doğru genişleme dönemleri ile ilgili yazımlarında tarihçilerin kullandığı kavramlar ile sorunlarımız vardı. Bu tarihçiler; ABD’nin Amerika kıtasında Meksika ve İspanya ile giriştiği savaşlar ile Filipinleri işgalini emperyalizm olarak nitelemeyi reddiyorlardı. Oysa ABD bağımsızlığını elde ettiğinde vakit kaybetmeden o dönemde var olan İspanya, Portekiz ve Britanya imparatorlukların politikaları ve rolleri ile çakışan bir politika izlemeye ve rol oynamaya başlamıştı. Bir sorunumuz daha vardı. Bu sorun takip ettiğim, okuduğum ve gözlemlediğime göre halen devam etmektedir. Diplomatik görevimizi yürütürken; siyaset bilimciler ve diplomasi alanında tecribeli kimselerin çok iyi bildikleri bir düşünce ekolüne göre eğitilmiş üstlerimizin talimatlarını yerine getirirdik. Bizler; her ne kadar ofislerimizdeki haritalarda boyut olarak ve uluslararası alanda ve bölgemizde yani Ortadoğu’da performans, liderlik ve rol alanında bir imparatorluk gibi görünse de imparatorluk geçmişi olmayan büyük bir devletin politikası olduğu için ABD dış politikasını yücelten bir yöntem ve metota göre eğitildik.
Çin’deki kısa süreli diplomatik deneyimim ve Batı’da önüme beklenmedik fırsatlar çıkaran akademik inzivam sırasında; düşünce, inanç, tarih ve liderlik olarak geniş, hegemonya ve müdahale konusunda derin bu imparatorluğu daha iyi ve derinden anlamaya çalıştım. Bu çabam sayesinde ve onun bir sonucu olarak kişinin bir imparatorluğun vatandaşı olmasının anlamını öğrendim. Buna dair örneklerim de çok ve açıktır. Çin’de tek ya da topluluk içinde, halktan ya da yönetimden, Pekin, Makao ya da Hong Kong’ta Mao döneminde Maoizm ya da Deng Şiaoping’in açılım sürecinde yaşamış olsun vatan, tarih, hayat felsefesi ve hukuk açısından Çin imparatorluğu ile gurur duymayan tek bir kişiye bile rastladığımı hatırlamıyorum. Bu noktada; Çin’de Batı ile ilgili tartışmaların dışında imparatorluk kelimesinin bir zamanlar Komünist Parti propagandacılarının sevmediği kelimelerden olduğunu da vurgulamalıyız. Aynı şekilde yanlış hatırlamıyorsam, ülkesinin tarihini eleştiren ve ancak yakın bir zamanda üzerinde güneş batmaya başlayan imparatorluklarının başarılarını eleştiren hiçbir İngiliz vatandaşı ile de karşılaşmadım. Eğitimli İngilizlerin çoğu, bu imparatorluğun düşüşünün ne kadar uygar ve kademeli bir şekilde gerçekleştiğinden hayranlıkla bahsederler. Bazılarına göre Süveyş, imparatorluğa karşı bir ihanet değil siyasi bir hataydı. Japon vatandaşların davranışları ve psikolojileri konusunda uzman değilim ama sanırım Japonlar da günümüze kadar aldıkları yenilginin utancını hiçbir zaman imparator, askerlerine ve ordu komutanlarına yüklememişlerdir. Japonya’yı zaferden zafere taşıyan, beyaz olmayan bir ırkın ilk kez Rusya İmparatorluğu’nun temsil ettiği beyaz ırka karşı giriştiği ve kazandığı savaşı yöneten, Rusların gurur ve kibir duvarlarında bir çatlak oluşturan ve bunun acısını uzun yıllar çekmelerine neden olan yenilgiyi tattıran yönetici sınıfın vatanseverliği ve medeniliği hakkında çok şey duyduk. Aynı şekilde Korelilerin tamamının, Asya halklarını çoğunu köleleştiren, arkasında özellikle de Mançurya, Çin Tayvan’ı ve Kore halkında nefret izleri bırakan Japon İmparatorluğu’na karşı kalplerinden her türlü öfke ve nefreti taşıdıklarını da biliyoruz. İmparatorluklar halklarına şeref ve şanı diğer halklara zillet ve utancı miras bırakmışlardır.
Birkaç yıl önce bir Çinli ile bu konu yani imparatorlukların kendi toprakları ve halkları ile komşu ülkelerin toprakları ve halklarına bıraktıkları miras hakkında konuşmuştum. Kendisinin ABD’de okuduğunu, orada ders verdiğini ve yaşadığını, bu süre boyunca arkadaşları ve üniversitedeki akranları arasındaki hiçbir ABD vatandaşının, ABD’nin batıya doğru genişlemesini sağlayan soykırım savaşlarından Irak’ın işgaline kadar ABD İmparatorluğu’nun tarihi ile övündüğünü duymadığını anlatmıştı. Ona göre aslında bu savaşların hepsi de diğer imparatorluklara göre daha sert, şiddetli ve vahşi hatta belki de tarihteki en kötü emperyalist savaşlardı. Ardından Çinli arkadaşım, ABD vatandaşları ile Çin’de ya da gurbette olsun Çinli vatandaşları arasında karşılaştırma yapmaya başladı. Geniş deneyimine dayanarak – ben de ona katlıyorum- Çinliler arasında imparatorlukları ile övünmeyen, bürokrasilerinin, geleneklerinin, dillerinin ve kültürlerinin temellerini oluşturan felsefik kurallara bağlı olmayan çok az kişi olduğu kanaatine vardığını belirtti. Çinlilerin çoğu imparatorluk tarihlerindeki karanlık dönemleri, baskıları, kadınlar ile çevre halkların maruz kaldıkları köleliği ve zorlukları inkar etmiyorlar. Bunun yerine eski ticaret yollarının gelişmişliği ile daha modern ama daha eski olmayan imparatorlukların başarılarına meydan okuyup  kayda değer bir değişiklik yapmadan onları yeniden hayata geçirmeye çalışacak kadar çok övünüyorlar.
Peki neden şimdi? Bana göre büyük güçlerin arasındaki tarihi rekabetin alevlenmesi bağlamında, bu güçlerden her biri tarihindeki imparatorluk dönemlerini seferber etmektedir. Tarihi boyunca hiçbir imparatorluğun kaçınamadığı yenilgiler, çöküşler ve felaketleri telafi edeceğini düşündüğü inançlar, felsefeler ve kahramanlık öyküleri birikiminden yardım isteme yoluna gitmektedir. Herkes tarihini seferber etmeye çalışmaktadır. Rusya; Orta Afrika Cumhuriyeti, kendisine komşu ülkeler ile Ortadoğu’da yaptığı gibi Afrika’ya paralı askerler göndermektedir. Çin; Güney Kamboçya’da yapmış olduğu söylendiği gibi bazı kalkınmacı yatırım girişimlerini askeri kolaylıklara dönüştürmeyi hızlandırması gerektiğini düşünüyor olabilir. ABD bile askerlerinin vatanlarına geri dönmesini sağlamak ile dışarıya göndermek konusunda kararsızlığa düşmüş bulunmaktadır. Herhalükarda herkes; korkunç bir silahlanma ve özünde yüzyıllar boyunca beyaz imparatorlukların hammadde ve pazarlara uzanma yarışından farklı olmayan bir emperyalist yarışa katılmış bulunmaktadır. Günümüzde yaşanan bu yarıştaki tek yenilik ise unutmayan ve affetmeyen bir ulusalcılık mirasının beslediği iğrenç ve sevimsiz bir ırkçılık ile yüklü olmasıdır.