Taceddin Kutay
TT

Tarafımız çocuklar olsun

Biz ve bizden evvelki bir kaç jenerasyon iki kutuplu bir dünyanın çocukları olarak büyüdü. Bu dünyanın nasıl bir resme sahip olduğu hemen hepimizin hatrındadır. Mutlak iyi bir tarafa karşı mutlak kötü bir taraf olduğuna inanmamızı öneren bir dünya vardı etrafımızda. Hal böyle olunca Moskof keferesine karşı Amerikancılık yapmak, Amerikan emperyalizmine karşı Demirperde ardındaki zulümleri savunmak hayatımızın bir parçasıydı.
Geriye dönüp baktığımızda bu tutumun hepimizi çevrelediğini görebiliriz. İran İslam Devrimi akabinde ortaya çıkan İrancı damar da bu yatkınlıkla büyüyen bir neslin ürünü olarak ortaya çıktı. Bin yıllık mezhep münazaalarını bir yana bırakarak İrancılık yapan İslamcılar, bir süre sonra düçar oldukları kafa karışıklığının kurbanı olmaktan kurtulamadı. Neticede aynı refleks sahadaydı. Mutlak iyi bir taraf bulup, mutlak kötülere karşı her yanıyla bu mutlak iyiye taraf olmak.
Yukarıda çizilen resme dikkatle bakarsak en önemli arızanın, aslında taraf olduğumuzu, daha doğrusu kendimizi taraf olmak zorunda hissettiğimiz tarafı doğru dürüst tanımıyor oluşumuz olduğunu görürüz. Bir aidiyet ihtiyacı bizleri bir tarafa taraf kılıyor ve her kusuru diğer tarafta arar hale getiriyordu. Bu arızanın en kötü tarafı kalıcı bir tutum haline gelmesi ve sonraki nesillere de aktarılmış olmasıdır. İyi biz-kötü öteki dikotomisi siyasal aklımızda son derece hakim hale gelmiş durumda. Hadiseleri gözlüksüz okumak çok zor geliyor pek çoğumuza. Pozisyonuna avantaj sağlayacak argümanlar aramak hemen hepimizin düçar olduğu bir arıza. Yüzleşilmesi gereken sorunlarla yüzleşilmesi gerektiği gibi yüzleşmiyor oluşumuz bu sebepten ötürü.
Bir süredir, Diyarbakır’da HDP binası önünde oturmuş analar bir şekilde kandırılmış, yahut zorla dağa götürülmüş çocuklarını istediklerini ortaya koyuyor. Cesurca ortaya çıkan anaların derdi tek: Çocuklarını kör teröre kurban etmek istemiyorlar. Gelgelelim bu durum hak ettiği şekilde gündem olmayı başarmıyor. Zira HDP bir tarafın netice belirleyen altın çocuğu, PKK’ya angaje olup olmamasının bir önemi yok. Çocuklarımızın dağa götürülmesinde nasıl bir ara istasyon rolü oynuyor bu parti diye soran, sorgulayan çıkmıyor. Bu sorunun dile getirilmesi yalnız bir kesime düşüyor. Buna karşın marjinalite ile iltisakı bulunan basın yayın organlarında söz konusu anneler konu edilmiyor.
Söz konusu yayın organları günlerdir İstanbul Ümraniye’de bulunan Fıkıh-der isimli dernekte, Kur’an öğrencilerine tecavüz edilmesi haberini görmekle yetiniyor. Buna karşın dindar camiada da Fıkıh-der’de yaşanan sorun hak ettiği ilgiyi görmüyor. Bu tarafta da Diyarbakır hadisesi daha fazla alaka görüyor. Bir tarafımız var ve bu taraf bizleri karşımızda bulunan pislikler ile yüzleşmekten alıkoyuyor. Dahası, tarafı olduğunu düşündüğü pisliği örtmeye çalışan  Bu tutumu basılı ve görsel medya üzerinden olduğu kadar, sosyal medya üzerinden de gözlemlemek oldukça mümkün.      
Mesele çocuklarımıza güzel bir istikbal hazırlamak ise yapılacak şeyler belli. Bunları yeniden keşfetmenin bir gereği yok. Çocukların can güvenlikleri, temel öğrenim imkanlarından faydalanmaları, ailelerinin tercih ettiği dini ve ahlaki normlara göre bir eğitim almaları bunların başında geliyor.
Yukarıda bahsettiğimiz her iki hadise de bu prensipler ile çelişen durumumuzu ortaya koyuyor. Siyasal pozisyonunu tahkim etmek dışında her hangi bir kaygısı olmayanlar bu sıkıntımızı giderecek önerilerle gelmek şöyle dursun, krizi daha da derinleştirecek teklifler ile karşımıza çıkıyor.
30 Ağustos günü hutbede Atatürk’ün ruhuna okunmadı diye “Diyanet Kapatılsın” talebi ile ortaya çıkanlar, Fıkıh-der rezaleti sonrasında da kapatılmasını talep ettikleri kurumun aslında ne kadar önemli bir kurum olduğunu anlamamaya devam edecekler. Müslüman ebeveynler çocuklarına bir şekilde bu eğitimi vermekten, verilmesini sağlamaktan vaz geçmeyecekler. Bu eğitimin devlet denetimindeki kurumlar eliyle verilmesini talep etmek dururken, bu denetimi yapması tek muhtemel kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nı tartışmaya açanların gerçek çözüm talepleri olmadığı tespitini ortaya koymak durumundayız.
Fıkıh-der’de yaşanan rezalet, kol kırılsın yen içinde kalsın diyenlerimizin de doğru bir yol tutturmadığını ortaya koyuyor. Zira hemen hepimizin bildiği bir hakikat var ki, o da Kur’an kurslarında da en az diğer kurumlardaki kadar söz konusu rezaletler yaşanmaktadır. Kisve, saç-sakal kulları bu gibi günahlara girmekten alıkoymuyor. Ve eğer 2019 yılının müslümanları 1965 yılının katolik rahipleri kadar cesur olmazlar ve sorunları ile yüzleşmeyi göze almazlarsa bu sorunların ila nihaye devam edeceği gerçeğini kabul etmekten başka şansımız yok. Karşı mahalleye koz vermeyeceğiz diyerek suçlarımızla ve kabahatlerimizle yüzleşmedikçe daha büyük suçlara zemin hazırladığımızı unutmamalı.
Fıkıh-der rezaletinin bir kesim tarafından konuşulmuyor olmasının kabul edilir olmasa da nispeten anlaşılır bir tarafı var. “Bizim taraf” diyor, “kol kırılsın yen içinde kalsın” diyor vb. Diyarbakır’daki anaları görmeyenlerin durumu bambaşka bir motivasyona sahip. Aytun Çıray’ın “gönül bağımız oluştu” sözleriyle özetlediği müşterekliğin neticesinde yaşanan, indirekt bir mahcubiyet sebebi ile Diyarbakır’daki anaların feryadına kulak tıkanıyor. Hele mezkur tepkiler, Diyarbakır’a, kayyum karşısında destek vermek üzere ziyaret üstüne ziyaretin gerçekleştiği şu günlerde ortaya konuyorsa hiç bir şekilde görünür olmuyor. Motivasyon farklı olsa da tasa aynı: karşı tarafa koz vermemek.
Tek Söylenebilen Whataboutism
Çocukların istikbalinin hayrı için bir şeyler yapmanın yegane yolu, asıl tarafımızı çocuklar kılarak meseleleri muhakeme etmekten geçiyor. Bunun yolu ise, emzikli çocuğunun eline bira kadehini vererek poz veren tiyatrocuyu siyasal görüşleri kendisine yakın diye savunmamaktan geçiyor. Her hangi bir somut problemi ortaya koyduğunuzda başınıza gelecek ilk şeyin whatabotism ile karşılaşmak olacağı muhakkak. Dilerseniz gerçekten ve iyi niyetle çocukların sorunlarının çözümü için bir şey söylemiş olun. Siyasal görüşünüzün ne olduğuna bağlı olarak “Onu boş ver, sen asıl şu sizin mahallenin ... sine bak” nevinden cevaplar almanız mukadderdir. İşte buna Whataboutism diyorlar. Sorun hakkında yorum yapmayı göze alamayan hemen herkes, mahalle savunusu yahut karşı mahalleye saldırıyı planlıyorsa whataboutisme başvuruyor. Sağırlar diyaloğu tam olarak böyle ortaya çıkıyor. Olan, sorunlarına müşterek şekilde çözüm aramadığımız çocuklarımıza oluyor.  
Bu saplantılı iki kutup arasında unutmamamız gereken bir de Eymen var. Şu Annesinin sevgilisi tarafından dövülerek öldürülen minik yavru. Çocukların başlarına gelenler üzerinden ötekine laf yetiştirmeye o kadar konsantre olan bir cemiyet elbette Eymen’i koruyamazdı. Koruyamadı da. Allah rahmet etsin.