Neredeyse 40 yıldır İngiliz siyasi ilişkilerini yakından takip ederim bugünlerde yaşanan çıkmaz ve kafa karışıklığı gibisine hiç tanık olmadım. Bu tanımlama, İngiliz demokrasisi ve Westminster parlamentosu geleneklerini bir dizi sınava tabi tutan mevcut kriz için de geçerli.
Bu nedenle, yaşananları açıklamak ve çözümler bulmak adına emsal durumları araştırmak için yüzyıllar öncesine geri dönenler oldu. Yine kimileri bunu, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana İngiltere’nin karşı karşıya kaldığı en tehlikeli kriz, kimileri de siyasi açıdan politik sınıfın belki de on yıllardır karşı karşıya kaldığı en zor sınav olarak niteledi.
2016 Haziranı'nda düzenlenen ve az bir fark ile çoğunluğun AB üyeliğinden ayrılma kararı lehine oy verdiği referandumdan sonra başlayan Brexit krizi konusunda İngiltere, yam anlamıyla felce uğramış ve bir uzlaşıya varmaktan aciz görünüyor.
O dönemde bazıları için kolay görünen bu kararın aslında, İngiltere’nin karşılaştığı ve yalnızca siyasi ve ekonomik açıdan değil 4 ülkeyi; İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’yı bir arada tutan birlik düzeyinde de kendisini tehdit eden en tehlikeli krizlerden birinin başlangıcı olduğu anlaşıldı.
İnsanlar referandumun, tartışmayı sona erdireceğini ve İngiltere’nin AB üyeliği hakkındaki fikir ayrılıkları ve tartışmalara nokta koyacağını zannediyorlardı. Gerçekte ise; bu konuda siyasi sınıf ve halk, muhtemel tehlikeli sonuçları ile ilgili de ülkeler daha çok bölündü.
Dün ve ondan önceki gün, Başbakan Boris Johnson belki de tahmin ettiğinden daha pahalıya mal olacak darbeler aldı. Johnson; hükümetinin AB ile yürüttüğü müzakarelerin ayrılığın tehlikeli etkilerini azaltacak bir anlaşmaya ulaşamaması durumunda 31 Ekim’de anlaşmasız Brexit seçeneğini devreye sokma kararının, meclisteki muhalifleri tarafından durdurmalarını engellemek için bu ay yaklaşık 2 hafta boyunca meclis oturumlarını askıya aldı. Böylece rakiplerinden daha akıllı olduğunu ve onların önüne geçtiğini zannediyordu. Ama bu görüntü, mecliste düzenlenen son dramatik oturumda tamamen tersine döndü. Meclis oturumlarını canlı olarak yayınlayan kameraların önünde Muhafazakar Parti milletvekili Phillip Lee, parti grubundan ayrılarak Liberal Demokratlar’ın safına geçtiğinde hükümet bir anda zaten kırılgan olan çoğunluğunu kaybetti.
Başbakan Johnson, Kuzey İrlanda’lı Demokratik Birlik Partisi kendisini desteklese bile istediği yasayı meclisten geçirecek çoğunluğa sahip olmayan bir başbakana dönüştüğü şokunu daha atlatamadan şiddetli bir darbe daha aldı. Aralarında kendi partisinden 21 milletvekilinin de bulunduğu meclisteki çoğunluk, yasama gündemini belirleme yetkisini hükümetten alıp milletvekillerine veren kararı onayladı.
Bu kararın amacı; Londra ve Brüksel arasındaki müzakerelerin 31 Ekim’e kadar sonuç vermemesi durumunda meclisin, anlaşmasız Brexit’in gerçekleşmesini önleyecek bir yasa tasarısı sunmasının önünü açmaktı.
Bu karar ile meclis, Boris Johnson’un eli kolunu bağladı. Kararlaştırılan tarihte AB’ye anlaşmaya varılmaması halinde anlaşmasız Brexit politikasını hayata geçirmesini sağlayacak seçenekleri azalttı. Hatta Johnson bu nedenle, AB’den ek süre istemek zorunda bile kalabilir.
Bu küçük düşürücü yenilgi karşısında Johnson, intihar sayılabilecek bir adım attı. Oylamada muhalefet ile hareket ederek kendisine karşı çıkan ve ağır toplardan sayılan 21 milletvekilini partiden ihraç etme kararı aldı. Bu milletvekillerinin 20’si Muhafazakar Parti’nin kurmuş olduğu farklı hükümetlerde bakanlık görevi üstlenmiş kişiler. Aralarından ikisi, Philip Hammond ve Kenneth Clark, eski maliye bakanlarından. Clark ayrıca, halihazırda mecliste bulunan milletvekillerinin başkanı sayılıyor. İhraç edilenler arasında Churchill’in torunu Nicholas Soames’in yanısıra eski adalet, savunma, eğitim, kültür, çevre bakanları ile bir başsavcı da bulunuyor.
Bu adım, Johnson’un Brexit tarihinden önce mecliste bundan sonra gerçekleştirilecek olan oylamaları kesin olarak kaybetmesine yol açacağı gibi aynı zamanda Muhafazakar Parti içerisindeki çatlakları ve ihtilafları da arttıracak. Çünkü parti bu yılın şubat ayında da yine 4 milletvekilini kaybetmişti. Bu 4 milletvekili, İşçi Partisi’nden ayrılan 7 milletvekili ile birlikte meclis içerisinde yeni bir siyasi grup oluşturmaya karar vermiş ancak çok geçmeden geleneksel parlamenter siyasi arenada bir atılım gerçekleştirmelerinin ne kadar zor olduğunun farkına varmışlardı. Theresa May’in, Brexit tartışmaları ortasında meclise sunduğu hiçbir anlaşmanın onaylanmamasının ardından çağrıda bulunduğu 2017 seçimlerinde Muhafazakar Parti, mecliste 288 sandalye elde etmiş iken bu sayı şimdi 217’ye düştü.
Başbakan Johnson, her ne kadar 15 Ekim’de erken seçime gitmek istemediğini iddia etse de içinde bulunduğu bu kötü koşullarda bunu yapmak zorunda kalabilir. Çünkü asi milletvekillerinin ihracının ardından Johnson, Nigel Farage liderliğindeki aşırılık yanlısı Brexit Partisi ile seçim ittifakına gidebilir. Bu da Muhafazakar Parti’nin daha fazla aşırı sağa kayması ve bazı ılımlı tabanlarını kaybedebileceği anlamına geliyor. Birçokları; ilkelerini bir yana bırakarak meclis içerisindeki konumlarını korumak için her şeyi yapmaya hazır aşırılıkçı ve fırsatçılar uğruna ılımlılarını kaybetmeye başlayan parti içerisindeki aşırı sağcı “Avrupa Araştırmaları Grubu”nun Johnson’u eline geçirdiğine inanıyor.
Erken seçim senaryosunda ise çözülmesi gereken 2 sorun var. Birincisi; Johnson’un erken seçim kararı alabilmesi için mecliste 3’te 2 çoğunluğu sağlaması gerekiyor.
Bunun için İşçi Partisi Başkanı Jeremy Corbyn’e bazı “küçük düşürücü” tavizlerde bulunması ve anlaşmasız Brexit seçeneğini askıya almayı kabul etmesi zorunda kalabilir.
Bu da kendisini partisi içerisindeki aşırılık yanlıları ile karşı karşıya getirebilir. İkinci sorun; bu seçimlerin Brexit açısından hiçbir çözüm sunmaması ihtimali.
Mevcut koşullarda bu seçimlerin, hiçbir partinin özellikle de Muhafazakar ve İşçi partilerinin çoğunluğa sahip olmadığı bölünmüş bir meclis ile sonuçlanması mümkün.
Hatta halkın artık Brexit krizinden bıktığı, ülke ekonomisi sarsılırken kriz ile başa çıkamadıkları yetmiyormuş gibi birbileri ile tartışıp çekişen siyasi sınıfa duyduğu kızgınlıktan dolayı 2 büyük partiyi boykot edebileceğini söyleyenler de var.
Bu seçmenler ayrıca sürekli bir şekilde uzmanların; anlaşmasız bir Brexit’in ekonomik bir krize yol açacağı, hayat şartlarını zorlaştıracağı hatta bazı ticari mal ve ilaçlarının temininde krizler yaşanacağı, liman trafiğinin durma noktasına geleceği gibi birçok felaket senaryolarına ve uyarılarına maruz kalıyorlar.
Seçmenlerin bu 2 partiyi boykot etmesi durumunda bundan en karlı çıkacak parti ise, poitikacıların bir çözüm bulmakta aciz kalmasının ardından Brexit sorununu çözmek için yeni bir referandum düzenlenmesini açıkça destekleyen Liberal Demokrat Parti olacaktır.
Son zamanlarda kamuoyu araştırmalarının çoğunun, birçok İngiliz vatandaşının kararını değiştirdiği ve Brexit’in iptal edilip AB üyeliğinde kalma seçeneğini desteklediğini göstermesi de bu olasılığı destekliyor. Elbette bu, İngiliz arenasında dengeleri tamamen altüst edecek şok edici bir süpriz yaşanmadığı sürece Liberal Demokratlar'ın mecliste çoğunluğu sağlayacakları anlamına gelmiyor.
Analistlerin çoğunluğunun mutabakatı ile şu an için en muhtemel senaryo; seçimlerin hiçbir partiye çoğunluk sağlayamayacağı ki bu durumda, tek çözüm koalisyon hükümeti olacaktır.
Bu hükümet, Muhafazakar Parti ve Brexit Parti’si ittifakının gerçekleşmesi ve çoğunluğu elde etmesi durumunda aşırı sağcı, İşçi Partisi ve Liberal Parti’nin çoğunluğu elde etmesi halinde ise orta-sol bir hükümet olacaktır.
Birinci olasılık; İngiltere’yi sert ve anlaşmasız Brexit noktasına geri götürürken ikinci senaryo, yumuşak Brexit ya da İngiltere’nin Brexit’ten vazgeçmesi anlamına gelmektedir.
Ancak Brexit’in siyasette yarattığı bölünmeler ve çatlaklar, parlamentoların anası sayılan İngiliz parlamentosunda açtığı yaraların kolay kolay kapanmayacağı kesindir.
TT
İngiliz tarzı demokrasi katliamı
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة