Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Erdoğan… Altın günler geçmişte kaldı

Ağustos 2014’te cumhurbaşkanlığı görev süresinin bitmesinden günler sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü ziyaret ettim. Bu, bir nezaket ziyaretiydi. Türkiye’nin bölgedeki aktif politikasını öğrenmek amacıyla Gül, Erdoğan ve Davutoğlu üçlüsüyle görüşmek için Ankara ve İstanbul’a gittiğimiz günlerde Gül, çok yumuşak huyluydu. Dmitri Medvedev’in Vladimir Putin döneminde Rusya devlet başkanlığını devraldığı gibi Gül’ün de Erdoğan döneminde cumhurbaşkanı olduğu gizli bir şey değildi. Tecrübelerin söylediğine göre bölgemizdeki liderin telefonu, unvanını kaybettiğinde özellikle de ülkedeki güçlü adamla olan dostluk seviyesinin gerilemesinin ardından görevinden ayrıldığı zaman artık çalmaz.
Patlak veren Suriye krizinden konuştuk. Gül, Erdoğan’ın Suriye politikası ya da onunla olan ilişkisi hakkında doğrudan konuşmaktan kaçındı. Gül’ün nefes almak istediğini ve eski arkadaşıyla erken bir çatışmaya girmek istemediğini hissettim. Gül, görüşmede üstü kapalı konuştuğunun farkına vardı. Bu nedenle kendisiyle vedalaşmak için tokalaştığımda şöyle dedi: “Her halükarda yüksek ses tonu, içeride ve dışarıda sorunları çözmez.” Mesaj açık ve netti. Gül, “Dostum Beşşar” yerine “Şam’daki diktatör” ifadesi gibi ülkelerle olan ilişkilerinde sert ifadeler kullanan Erdoğan’ın üslubunu protesto ediyordu. Belki de Gül, gemiyi terk eden ve kaptanını kayalara çarpmaktan sorumlu tutan arkadaşlarına müsamaha göstermeyi bilmeyen bir adamla erkenden çatışmaya girmemeye özen gösteriyordu.
3 yıl sonra Erdoğan’ın Suriye politikasını yeniden sorguladım. Eylül 2017’de Ortadoğu’dan Kürdistan bölgesine gittim. Erbil’de terörle mücadele merkezinde aralarında Çinli, Kazak ve ABD’li olan birkaç DEAŞ’lı tutukluyla görüşme fırsatım oldu. Hikâyelerindeki ortak nokta şuydu: Önce Türkiye’ye gelmişler, ardından şebekeler, onları DEAŞ’ın saflarına katıldıkları hilafet devletine nakletmiş. Esed rejimini devirmek bahanesiyle binlerce mobil savaşçıya sınırlarını açtığı zaman Türkiye’nin ateşle oynamasından şüphelendim. O gün Erdoğan’ın, radikallerle çatışmanın bedelini Rusya ve çevresinde ödemek yerine radikallere Suriye sahnesinde saldırmayı tercih eden Rusya Devlet Başkanı’na kasıtsız olarak ne tür bir hediye takdim ettiği aklına gelmedi.
Erdoğan’ın aceleci politikalarından başka bir örnek. Aralık 2008’de Erdoğan, İsrail Başbakanı Ehud Olmert’i ağırladı. İkili görüşmeyi üçlü zirveye dönüştürmek umuduyla Esed’e telefon etmek için görüşme sırasında birçok kez yan odaya gitti. Suriye Devlet Başkanı, görüşmeye gelmedi ve İsrail’in Golan Tepeleri’nden çekilme konusunda açık bir taahhütte bulunmasını şart koştu. Erdoğan, Refik Hariri suikastının akabinde 2005 yılında Lübnan’dan güçlerini çekmek zorunda kalmasının ardından Şam’ın içinde bulunduğu yalnızlıktan kurtulma isteğine yatırım yapıyordu. Daha önce İstanbul, otellerden birinde iki ayrı katta dolaylı müzakerelerde Suriyeli ve İsrailli heyetleri ağırladı. Ahmet Davutoğlu, iki kat arasında fikirleri ve önerileri taşıdı. Bu girişim başarılı olmadı. Olmert, şehirden ayrıldı ve çok geçmeden Gazze savaşı patlak verdi.
Erdoğan, ülkesindeki ekonomik iyileşmeden büyük ölçüde yararlandı. Erdoğan, Batılı çevrelerin “Türk modeli, Müslüman toplumlar ve modernitenin değerleri arasında uzlaşma yapmak için bir köprü oluşturuyor” düşüncesinden daha çok istifade etti. Ankara, o günlerde herkesle konuşma becerisine sahip olmakla övündü ve Tahran’ın bir “hasım” ya da “düşman” değil de sadece bir “rakip” olduğunu söyleyerek, İran’ın bölgedeki yayılmacı politikasına göz yummayı tercih etti. “Arap Baharı” yangınlarının patlak vermesiyle ve gözlemcilerin “Müslüman Kardeşler (İhvan) eğilimli bir Türk-Katar programı” olarak isimlendirdiği şeyin Mısır, Libya ve Suriye’de ortaya çıkmaya başlamasıyla birlikte durum değişti. Avrupa’daki gözlemciler, yetkililerin Davutoğlu’nun tebessümünün ve “sıfır sorun” sloganının arkasında gizlenen Erdoğan’ın derin politikaları hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan Türk modelini övdüklerini fark etti.
Suriye’de rüzgârlar, Erdoğan’ın arzuladığı yönden esmedi. Rusya’nın askeri müdahalesi, Esed’in iktidarda kalışını kesinleştirdi. Böylece Ankara’nın Suriye emelleri, Kürt savaşçıları kendi sınırından uzak tutmaya kadar geriledi. Ankara’nın Rus uçağını düşürmesi, NATO üyesi Türkiye’nin S-400 Rus füze savunma sistemini satın alacak ve Washington’u kızdıracak kadar Ankara’yı Moskova’yla iyileşme sürecine soktu. Rusya’nın Türkiye üzerinden NATO’ya sızması, Moskova’yı Suriye topraklarında Ankara’ya büyük hediyeler vermeye sevk etmedi. Kuşatma altındaki Türk gözlem noktası ve İdlib’e yönelik hava saldırıları buna en güzel örnektir.
Kremlin, Türkiye’nin ABD’yle ilişkisini bozmaya devam etmesini garantilemek için Ankara’ya karşı küçük hediyeler verme politikası izledi. Erdoğan’ın NATO’ya bağlılığından şüphelenmeye başlayan Washington da küçük adımlar ve sınırlı hediyeler politikasını takip etti. Washington, “güvenli bölge” konusunda Ankara’nın suyuna gidiyor. Bu şekilde Türkiye, ABD ve NATO’ya karşı eski taahhütleriyle Rusya’ya karşı yeni taahhütleri arasında kararsız göründü.
Bu düzensiz ilişkiler, karmaşık bölgesel şartlarda ve çok belirsiz uluslararası sahnede Türk dış politikasını sürpriz dönüşümler yaşamaya sevk etti. Erdoğan’ın uygun miktarı ödememeleri halinde Avrupa’yı Suriyeli mültecilere kapıları açmakla tehdit etmesi, buna en güzel örnektir.  Bu, ülkeler arasında alışılmadık bir hitap dilidir. Türkiye, sıfır sorundan sıfır sadakate geçiş yaptı.
Buna paralel olarak Türk ekonomisinde daralma meydana geldi. Türk lirası değer kaybetti. Yabancı yatırımcılar, daha fazla tereddüt etmeye başladı. Erdoğan, Gülen darbesi sonrası önemli kararlar almaya başladı. Erdoğan, darbeyi gerçekleştirenlere karşı ordudan yargıya, yönetime, okullara ve üniversitelere kadar kapsamlı bir temizlik kampanyası başlattı. İstanbul, Erdoğan’a biat etmeyi reddettiği zaman onu yaraladı. İstanbul seçimlerinin tekrarlanması ise, Erdoğan’ın yarasını derinleştirdi. Sultan, İstanbul’u kaybetme hakkına sahip değildir. Tarih kitapları, bu şamarı unutmayacak. Erdoğan’ın eski arkadaşlara yönelik şüphesi arttı. Eski arkadaşlar, sorunun kaptanda olduğu sonucuna vararak, kovulmadan önce gemiden atlamaya başladı. Şimdi onlar, yeni bir parti deklare etmeye hazırlanıyor.
Erdoğan, büyük sarayda gergin bir şekilde dolaşıyor. Trump’la tango yapmak yorucudur. Putin’le tango yapmanın bedeli ağırdır. Erdoğan, altın günlerin geçmişte kaldığına inanmak istemiyor.