Osman Mirgani
Şarku'l Avsat'ın eski editörü
TT

Sudan'da İslamcıları ve demokrasiyi dışlama sorunu

Sudan’da Ömer el-Beşir ve despot İslamcıların iktidarı ile geçen son 30 yılda yaşanan hızlı başarısızlığı;
Ülkenin ve yeteneklerinin uğradığı korkunç yıkımı ve Sudan'ın milli servetine yönelik israf ve yağmacılığı göz önünde tutarsak;
Devrimin ardından İslamcıların sahneden uzaklaştırılmasını talep eden seslerin yükselmesi gayet doğal...
Bu seslere karşı yeni iktidarın eski rejimin muhaliflerini dışlama siyasetini tekrar etmemesine yönelik itirazlar da geldi. Bu itirazlara göre böylesi bir tekrar insanları ideolojilerine göre görevlerinden uzaklaştırmayı meşru gören bir rejime kapı aralayacaktı.
Bazı İslamcılar bu tartışmadan faydalanarak kendilerini mağdur olarak gösterdi ve bu talebin din karşıtlığı olup devletin kimliği kadar İslami olan her şeyi de hedef aldığını iddia ederek halkı aldatmaya çalıştı.
İslamcılar aslında dini kendilerine kalkan edinerek onu tartışmayı rayından çıkarmada kullanmayı amaçlıyorlar.
İslamcılar böylelikle 1989 yılında demokrasiye karşı yaptıkları darbenin, korkunç başarısızlıklarının ve bunların neticesinde ortaya çıkan geniş çaplı yolsuzlukların doğuracağı bedellerden korunmak istiyorlar.
İslamcılar şayet 1989 darbesinden ve 30 yıllık yıkıcı başarısızlıktan sorumlu ise onları devlet kadrolarından uzaklaştırma talebi kimliğine ve yönelimlerine bakılmaksızın her parti hakkında gerçekleşmeli.
Mesela Tunus’ta, 2011’deki devrimin ardından azledilmiş Cumhurbaşkanı Zeynelabidin Bin Ali’nin partisi Anayasal Demokratik Birlik Partisi dağıtıldı. Nahda Hareketi lideri Raşid el-Gannuşi’nin yönettiği geçiş hükümeti de devrimden sonra doğrudan partinin ‘taşınır ve taşınmaz mallarına’ el koydu. Bugün de oradaki İslamcılar, partiden olanları ve eski rejim yararına çalışanları dışarıda bırakmayı hedefleyen seçim yasası değişikliğinin mimarları durumundalar.
Demem o ki "sistemden dışlama" devrilen rejimin İslamcı mı Sosyalist mi veya Liberal mi olup olmadığına bakılmaksızın, despot rejimlerde yapılan ihlaller ve uygulamalarla hesaplaşma çerçevesinde gerçekleşiyor.
İslamcılar da eski rejim kadrolarını yeni sistemden dışlamada benzeri bir tutum sergiliyorlar. Hatta bunu aşırıya kaçarak ve rakipleri ile düşmanlarını hedef alan siyasi amaçlarla yapıyorlar.
Örneğin Sudan’da İslamcı iktidar, kendi elemanlarını ve sistemlerini yerleştirme siyaseti doğrultusunda bu yöntemi geniş çaplı uygulayarak ‘kamu yararı’ adı altında yüz binlerce memuru görevden almıştı.
Bu, suç işlememiş de olsa bu harekete mensup olan herkesi hedef alan veya İslami olan her şeyi önceki rejimin bozuk uygulamaları ile ilişkilendiren ‘intikamcı’ bir dışlama uygulamasını elbette meşrulaştırmaz ve bugüne bir gerekçe olarak kullanılamaz.
Dışlamadan maksat, inanç ve düşünce özgürlüğüne taş koymak değil, devrimi ve demokrasiyi korumaktır.
Sudan örneğinde darbelerden, ceza suçlarından veya yolsuzluklardan sorumlu olmaları gibi sebeplerle gerçekleşen dışlama, bu suçlara bulaşanları sorgulamak ve gelecekte başkalarını caydırmak için olduğu kadar siyasi süreci düzenlemek ve onu şaibelerden arındırmak için de gereklidir.
Demokrasiye darbe suçunda parmağı olanları dışlayarak yargılamazsak, seçim sandıkları hayal kırıklığına uğrattığında rejimi darbe ile değiştirmeleri konusunda başkalarına da yeşil ışık yakmış oluruz.
Bundan hareketle 1989 yılında İslamcı Cephe'nin darbe planlaması ve uygulamasına, sonrasında bu darbenin kökleşmesine katkıda bulunan ne kadar kişi varsa, İslamcıların da meclisteki en büyük üçüncü blok olarak bir parçası olduğu demokrasiyi diri diri gömmenin cezası olarak siyasi hayattan uzaklaştırılmayı hak ediyor.
Daha sonra el-Beşir rejiminden kopup ona muhalefet ederek bununla ‘tövbesini’ ilan eden bazı İslamcı hareketleri istisna tutarak mücadele edenler olacaktır.
Buna cevabımız şu: Rejimden kopan bu İslamcı hareketlerin liderleri, 1989 Darbesinde ve bu darbenin kökleştirilmesinde esaslı bir unsurdu. Nitekim önemli makamları işgal ederek bundan fayda devşirdiler. Yani ki demokrasiye yönelik darbe sorgulamasından beraat edemezler.
Diğer yandan bu ayrılmalar ya da bazısı diyelim, İslamcıların hem iktidarda hem muhalefette bir ayakları olsun diye, hatta 1989 askerî darbesinde yaşananlara benzer olarak işledikleri suçların sonuçlarından hareketlerini korumak için yaptıkları manevralardı.
Turabi’nin tutuklu olarak hapishaneye, Beşir’in de Devlet Başkanı olarak saraya gitmesi, insanları kandırarak darbenin kimliğini gizlemek ve başarısızlık halinde İslamcı Cephe'yi artçı dalgalardan korumak için düzenlenen bir plandı.
Bu darbeye katılanların sorgulanması ve caydırılması, demokrasinin geleceğini korumak ve peş peşe gelen kısa ömürlü demokrasiler ve uzun ömürlü askerî rejimler faslını bitirmek için olmazsa olmazdır.
Sudan, 1956 yılında bağımsızlığını elde ettiğinden bu yana 11 yıl kesintili olarak demokratik ve 52 yıl da askerî rejimlere sahne oldu. Bu 52 senenin 30 yılı da Beşir ve İslamcıların iktidarı ile geçti. Darbeyi planlayıp uygulayanların yanı sıra yolsuzluğa, yağmacılığa ve devletin kaynaklarının yok edilmesine katkı sağlayan ya da baskı, işkence ve cinayet işlerine bulaşanlar da oldu. Bu kimselerin suçlarından ötürü hesaba çekilmeleri ve siyasi hayat ile ekonomik faaliyetlere katılımdan uzak tutulmaları gerekir.
Bununla birlikte düşen rejimin yolsuzluğuna bulaşmamış olan İslamcılar, sırf belirli bir düşünceyi benimsediler diye söz konusu dışlanmanın kapsamına sokulamazlar. Ama İslam sloganını kullanarak dikkat çekici bir şekilde dönmeleri de mümkün değil.
Bu kapı, öngörülen partiler yasasının partilerin dinî, partizan veya ırkçı bir temel üzerine yahut dış hareketlerle veya rejimlerle mali anlamda bağlantılı olarak kurulmasını yasaklayan maddeleri içermesi ve seçim yasasının da anayasaya saygı göstermeyerek demokratik rejimi baltalamaya çalışan ya da şiddete, nefrete ve teröre çağrı yapan kişilerin adaylığına engel olması ile kapanmalıdır.
Dinin, siyasi mücadelelerde ve onun bataklıklarında kullanılmaması lazım. Sudanlı İslamcılar şayet kendilerine karşı dürüstlerse katı deneyimlerinin sebep olduğu zararı ve halkı dindarlık ve hoşgörü ile tanınan bir ülkede yaptıkları ile dinin imajında meydana getirdikleri çarpıklığı itiraf edecektir.
Sudanlı İslamcılar, davet ve siyaset süreci arasında ayrım yapmaya karar veren Tunuslu Nahda Hareketi içerisinde yer alan kardeşlerinin adımı ya da Fas’taki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tecrübesi üzerine düşünebilir.
Dini, siyasette kullanma tavrından uzak durmak, partilerin seçim yarışında ekonomik programları, stratejik planları, eğitim ve sağlık alanında kalkınma ve büyüme projelerini ve vatandaşları ilgilendiren, hükümetlerin görev alanları ile ilgili her şeyi temel almaya meyilli olmaları anlamına gelir.
Sudan, musibetleri görüp ağır bir bedel ödedikten sonra geçmiş otuz yıllık tecrübenin tekrarlanmasına izin vermeyecektir. Bundan dolayı dışlama, geçiş döneminden sonra beklenen demokrasi için fayda getirecek.
Ben iddia ediyorum ki bu, bizzat İslamcılar ile için bile yararlı olacak. Zira devrik rejimin kirine bulanan ve darbe, yolsuzluk, işkence, cinayet ve yağmalama suçuna katılan herkesi onların saflarından uzaklaştıracak.
Bu noktada sistemden dışlama, insanların kendisine karşı devrim yaptığı rejime benzer bir diktatörlüğün kurulması ve planladığı adam yerleştirme yolunda yürünmesi anlamına gelmez.
Hedef, devrim ile hükümetinin korunması ve gelecekte komplocu düşünce ile demokrasiyi sümen altı etmeye çalışanların caydırılmasıdır.