Sam Mensa
TT

Bolton’ın ayrılışı ve ‘yerinde sayma’ siyaseti

ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın görevden alınması ya da istifa ettirilmesi, bilhassa bölgede büyük dikkat çekebilir. Bilindiği üzere bu, Başkan Donald Trump’ın üç görev yılı boyunca alışıldık hale gelen görevden almalar ve istifalar süreci bağlamında gerçekleşiyor.
Bolton’ın ayrılışından daha önemli olan şey, Başkan Trump’ın ekibinden, ABD-İran krizinin doruğa çıktığı bir zamanda uzaklaştırılmasıdır. Bu gelişme, ayrıca tüm dünyanın ABD Başkanı ile İran Cumhurbaşkanı arasında Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısında bir görüşme yapılıp yapılmayacağını merakla beklediği bir zamanda yaşanıyor. 
En başta kabul etmek gerekir ki Bolton’ın ayrılışı ile birlikte Trump, uluslararası ilişkilerde tecrübe sahibi bir başka yetkilisini daha kaybetmiş oluyor. Bu uzaklaştırma kararı, ardında ne olursa olsun Washington’ın Tahran’a karşı izlediği ‘baskı’ politikasında bir gerileme yaşandığına dair bir izlenim ortaya koyuyor. Daha da tehlikelisi, bu gelişme, dünyanın en büyük ve en güçlü ülkesinin tüm uluslararası ilişkileri ilgilendirebilecek bir meselede gelişigüzel davranışının bir ifadesidir.
Bölgenin tanık olduğu krizlere, belirleyici çekişmelere ve İran’ın bu gelişmelerdeki belirgin rolüne bakıldığında, hepimiz, Bolton’ın görevden ayrılışının, ABD ve onun bölgede özellikle de İran’a yönelik politikası ve ilişkimize etkisini sorma hakkına sahip oluruz. Hele de bu, Tahran’a karşı gerilim politikasının gerilemesine dair bir uyarıysa.
Şimdiye dek Bolton’ın varlığı, Trump için faydalıydı. Nitekim iyi polis kötü polis rolünü birlikte oynadılar. Bolton’ın sertliği, ikiliye fayda sağlıyordu. Bolton’ın Trump’ı Tahran’a karşı politikasında kararlı olmaya ve tüm dosyalarda şahinler safında mevzilenmeye itmek için yakın zamanda Kongre’de bir kampanya başlattığı söyleniyor. Bu, Başkan’ı öfkelendirip Bolton’ı uzaklaştırmaya sevk etmiş olabilir. Bolton, Trump’ın ABD dış politika yaklaşımına itiraz ederek, Cumhuriyetçi Parti’nin geleneksel ilkelerine odaklanıyor ve diplomasi seçeneğine karşılık askeri seçeneğe öncelik veriyor. Bolton’a göre herhangi bir devletle müzakere yürütmek için o devletin bunu hak etmesi gerekir. Müzakere tavanını yükseltmek, az bir kazanç için başvuracağımız bir yol değil, köklü değişimler meydana getirmek için bir amaçtır. Bu, Trump’ın yaklaşımından tamamen farklı. Zira Trump, ABD’nin dış politikadaki kurumsal karar alma mekanizmasına aykırı olarak yabancı ülke liderleri ile kişisel ilişkiler kurmayı benimsiyor. Üstelik pragmatist geçmişinden hareketle herkesle müzakere edip bir anlaşma ile çıkabileceğine ve imkânsız olanı istemenin, nihayetinde mümkün olan azı elde etmeyi sağlayacağına inanıyor. Dış politika dosyalarının tümünde bu stratejiyi uyguluyor. Gerçekçi çözümler ortaya koyan anlaşmalardan ziyade, önce çoğu talep edip geri adım atarak aza razı olmak üzere sözleşmeler yapmayı tercih etti. İran ile bunu yapabilir. Zira herkes Ortadoğu savaşlarından usandı ve Tahran ile yeni bir savaş değil anlaşmaya varmak istiyor. Trump, bu anlaşmayı yapan adam olmayı hayal ediyor.
Bolton’ın azledilmesi, Trump’ın Ruhani ile görüşmesini kolaylaştırıp, beklenen anlaşmaya zemin hazırlayabilecek elverişli fırsat mı?
Şüphe yok ki Bolton’ın görevden alınması ile birlikte ABD yönetimindeki şahinlerin gücü azaldı. Pek çokları, Bolton’ın ayrılışının ABD ve İran başkanları arasında bir toplantının önündeki engelin kaldırılmasına yardımcı olacağını ve Hindistan ile Çin’e kolay işletilebilir bir mekanizma ile İran petrolünü satın alma izni verilerek, ‘olabildiğince baskı’ kampanyasının hafifletileceğini öngörebilir.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Zira İran’ın ideolojik tutumu ile Trump’ın faydacı tavrı farklılık gösteriyor. O baskıları azaltsa bile İran, koyduğu kırmızı çizgilerden geri adım atmayacaktır.
Bunun birkaç sebebi var:
İran her şeyden önce 2015 yılındaki nükleer anlaşma geçmişine bağlı kalmakta ısrar ediyor. Nitekim nükleer dosya ile ilgilendiğini ve başka herhangi bir mesele için müzakereyi kabul etmeyeceğini belirtti. Başka meseleler hakkında konuşma mecburiyeti olursa da nükleer dosya süreci haricinde başka yeni süreçler gerektiği vurgulandı.
İkincisi; Füze savunma sistemi, Farsça tabiri ile Namus, İran’ın vazgeçmeyeceği bir şeydir. Çünkü İran, Namus’u, Irak Savaşı’nda yaşadığı acı tecrübeden sonra taviz vermeyeceği bir caydırıcı sistem olarak görüyor.    
Üçüncüsü; Karışık olan müzakere konusu, bir başkan veya danışmanın tutumunu aşar. Özellikle de ABD Dışişleri Bakanı’nın müzakere sürecinin başlaması için açıkladığı, ancak İranlıların kabul etmesinin zor olduğu şartlardan sonra. Bu şartlar altında yürütülecek herhangi bir müzakerenin olumsuz sonuçlanacağı ve İran rejimi açısından kendisine ateş eden kimsenin durumuna düşeceği ise bellidir.
Dördüncüsü; İran, ABD ile olan ilişkisinde, kişilerin varlığına veya onların ayrılışlarına itibar etmez. İran’ı ilgilendiren ABD’nin kendisine karşı stratejik tutumudur. Bu tutumun sürdürülmesi durumunda, Trump’a, seçim için olduğunu bildiği kazançlar için Ruhani ile ‘hatıra fotoğrafı’ çektirmesine izin vermesini beklemek zor. İran, ABD’nin yeni başkanlık seçimlerinin eşiğinde iken yeni bir savaşa girmeyeceğinin farkında.
Beşincisi; İran, ABD yönetimi koridorlarında neler olduğunu ve içeride kafa karışıklığına delalet eden çelişkili pek çok tutumun bulunduğunu açıkça görüyor. İran’ın en yüksek karar verici mercii Ali Hamaney, ABD’lilere genel olarak güvenmiyor olsa da, özel olarak uluslararası bir anlaşmayı iptal eden Trump’a güvenmiyor. Bir kez daha aynı şeyi yapmayacağının garantisi ne?
İran’ın bu sertliği, Bolton’ın temsil ettiği Amerikan şahinlerinin olmadığı bir durumda artış gösterecektir. En azından bu maddelerde, Washington’a üstün geldiğine dair bir İran reklamına tanık olacağız. Washington ise kriz halinde ve müzakere peşinde koşan taraf olarak tasvir edilecek.
İkinci kazanan ise Putin-Macron hattı, genelde de Avrupalı tutum olacak. Nitekim Başkan Trump’a yönelik baskılarının meyvelerini verdiğini düşünecekler. İran’a kur yapmak, bölgedeki gerginliğin azalmasına yol açabilir. Ancak İran’ın tüm cepheleri kemirmede ileri giden aldatıcı siyaseti ile tüm krizler yerinde sayacak.
Son kertede bazı kişiler, Bolton’ın görevden alınmasının ABD’nin dış politika kararına etki etmeyeceğini, zira bu konuda nihai sözün Trump’a ait olduğunu söylüyor. Daha önce Trump, Rusya, Kuzey Kore, Venezuela, Afganistan ve İran ile ilişkiler konusunda Bolton’ın görüşüyle ters düşen pek çok karar aldı. Bununla birlikte içgüdüsel ve sallantılı kararlarla ABD’nin dış politikasını geleneksel temellerine yabancılaştırmaya meyilli olmakla suçlandığı inkar edilemez.
İran ile yaşanan krizde ve bu son gelişme ışığında İsrail etkenini görmezden gelemeyiz. Yarın yapılacak seçimlerin sonuçlarından bağımsız olarak İsrail, İran’ın yayılma tehdidi sınırlarının yanı başında duruyorken, mevcut anlaşma üzerinde Trump’ı memnun edecek yüzeysel bir makyajla ortaya çıkacak herhangi bir nükleer anlaşmayı kabul etmeyecektir. İsrail faktörü, tek başına bölgede barışın ya da savaşın ölçütü olmaya devam edecek. Bölgenin geleceği, Avrupa, ABD ve Rusya’nın İsrail’i İran rejimi ve hafif de olsa onun bölgedeki rolü ile bir arada yaşamaya ikna etmesine bağlı. Bu, akıbeti birçok etkene bağlı kırılgan bir barış. İsrail ikna olmaz da kendi varlığı için tehdit gördüğü biri ile bir arada yaşama düşüncesini reddederse, işte o vakit patlak vereceği zamanı ve sonuçlarını kestirmenin zor olacağı savaş daha muhtemel olacak.
Bugünlerde uluslararası siyasetin başlıca özelliği, yerinde saymadır.