Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Kargalar ve bülbüller

Hepimizin malumu olduğu üzere karga ve bülbül daha çok seslerinin çirkinliği ve güzelliği üzerinden birbirleriyle mukayese edilirler. Bu nedenle insanlar bülbüllerin sesini dinlemek için onları yakalayıp kafeslere koyarlarken, kargaları sesleri için hiç kimse yakalayıp kafeslere koymaz.
Firaki mahlaslı bir şair bu konuyu şöyle bir beyitle dile getirir:

Gülşeninde âlemin ermez bu sırrâ hîç kes
Zağlar âzâde, bülbüller giriftâr-i kafes

Bu âlemde şu sırrı anlayamaz kimse
Kargalar serbest, bülbüller hapis kafeste.

Bu beyitlerle dile getirilen benzetmeyi biz âlimler üzerinden ele almak istiyoruz. Bugün üzülerek söylüyorum ki, toplumda söz söylemesi ve yazması gerekenler ya siyasi baskıların ya da kendilerinin oluşturdukları kafeslere kendilerini hapsettiklerinden, ortalıkta bülbül olmaya soyunan kargaların sesinden başka bir ses duyulmamaktadır. Hâlbuki âlimler ve hakkı söyleyenler her zaman güçlü ve cesur olmak durumundadır. Güçlerini de haktan ve hakkı söylemekten alırlar.
Konuşması gerekenler konuşmadığında meydan cahillere ve kişiliksiz yalakalara kalacaktır. Bu nedenle “Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür” sözü ne kadar doğrudur. Zira âlimlerin ölmesi sadece bilgilerinin yok olması yönüyle değil, topluma kişilik ve davranışlarıyla örnek oluşlarının ve hikmetin yok olması yönüyle de önemlidir.
Buradaki ölümü hem hakiki hem de mecazi anlamıyla ele almak gerekir. Hayatta olduğu halde âlim oluşunun gereğini yerine getirmeyenler manen ölüdürler. 
Zira hakikate duyarsız kalanları Kur’an ölü olarak niteler:

“Diri olanlarla ölüler aynı değildir. Allah, gerçeğe ulaşmak isteyene hakikati işittirir. Ama sen, mezarlardaki ölüler gibi hakîkat karşısında duyarsız kalanlara hiçbir şey işittiremezsin!” (Fatır 35:22).

Hakikat karşısında duyarsız kalıp, ölü olarak nitelenenler manen ölü olanlardır. Hakikati dile getirmek için çaba göstermeyen âlimler de manen ölüdür. Ve bu tavırlarıyla âlemin yok olmasına vesile olmaktadırlar. Onlar bülbül gibi güzel nağmeleriyle alemi mest etmeyince maalesef ehliyetsiz kişilerin/kargaların bed ve çirkin sesleri her yeri sarmakta ve toplumu yanlış yön ve yollara yönlendirmektedir.
Hâlbuki tarihimiz hakkı söylemek adına mücadele eden ve bu uğurda canlarını dahi feda etmekten çekinmeyen örneklerle doludur.
Birkaçını hatırlayacak olursak;
Yezid’in şûrâ ve seçim prensiplerine aykırı şekilde kendisini  halife ilan etmesini kabul etmeyip kıyam eden Hz. Hüseyin,
Haccac’ın Kabe’de işlediği zulümlere karşı çıktığı için şehid edilen Abdullah b. Zübeyr,
Canını kurtarmak uğrunda Allah’ın ayetlerini eğip-bükmeye asla tenezzül etmeyerek, hakkı söyleyip kararlı adımlarla Rabbinin huzuruna yürüyen Said b. Cubeyr,
Zalim iktidarların meşruiyetini kabul etmeyen ve sultanın gasbetmediği ve sahiplik iddiasında bulunmadığı bir yere defnedilmeyi isteyen İmamı Azam Ebu Hanife,
“Yarınlar yorgun olanların değil, rahatından vazgeçebilenlerin olacaktır” diyen Hasan el-Benna,
“Çocuklarınıza sütle birlikte Kur’an’dan öğütler verin. Boyları büyürken, kalpleri ve bakış açıları da büyüsün” diyen ve yıllarca İtalyanlara karşı Libya’yı savunan Ömer Muhtar,
“Benim inancım, zalimlerden af ve merhamet dilememe müsaade etmez" diyen Seyyid Kutub,
Suçu sadece Allah’tan başkasına kulluk etmemek olan, “bize kulluk/itaat et” diyenlere itaat etmediği için asılan Abdulkadir Molla,
Yakında bizim ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak; “Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık” diyen Şeyh Ahmet Yasin,
Batı özentisini eleştiren ve onun zararlarını anlatan "Frenk Mukallitliği ve Şapka" adlı eserinde bununla ilgili düşüncelerini dile getirdiği için idam edilen İskilipli Atıf Hoca
Ve daha niceleri…
Burada adını zikrettiğimiz –zikretmediklerimiz daha fazla- bu yiğitler, haksızlık, adaletsizlik ve zulüm karşısında -kimden gelirse gelsin- hakkı haykırmaktan geri durmamışlar, canları pahasına da olsa doğrunun ve güzelin türküsünü söyleyen bülbüller olmuşlar, kargalara fırsat vermemişlerdir.
Bugün de bütün âlimlere, aydınlara ve hakikatin hâkim olması için söyleyecek sözü olan ehliyet sahibi olan herkese sorumuz şudur:
Kafeslere hapsedilmek pahasına da olsa bülbül gibi hakikat nağmesini dillendirmeye talip mi olacağız, yoksa dünya nimetlerinden mahrum kalmak korkusuyla susup kargaların meydanlara hâkim olmasına izin mi vereceğiz?
Cevabınız…